Bazı internet sitelerinde, Risale-i Nur'un baş kâtibi ve Üstad Bediüzzaman'ın en yakın talebesi olarak bilinen Hüsrev Efendi'nin yazmış olduğu bazı risalelerde sadeleştirme sayılabilecek müdahalelerde bulunduğu anlamına gelen iddialar yayınlanmaktadır. Bu işin aslı nedir? Ayrıca Hüsrev Efendi hakkında başka olumsuz rivayetlerle de karşılaşılmaktadır. Böyle rivâyetlere bir Nur Talebesi'nin bakış açısı nasıl olmalıdır?
Bu gibi yâ tamamen aslı olmayan, ya da şekli, rengi ve mahiyeti değiştirilmiş muvazenesiz rivayetlerle Hüsrev Efendi'yi risaleler üzerinde sadeleştirme yapan biri gibi göstermek hem ona, hem Risale-i Nur'a, hem Bediüzzaman Hazretleri'nde, hem de hakikate karşı yapılmış büyük bir haksızlıktır. Çünkü O, Risale-i Nur'un baş kâtibidir. Aslı Kur'ân yazısıyla (Osmanlıca olarak) yazılmış olan Risale-i Nur'un bu günlere sıhhatli bir şekilde ulaşmasında en büyük pay şüphesiz onun emsalsiz kalemine aittir. Bediüzzaman Hazretleri Hüsrev Efendi'nin kaleminin kerametli bir kalem olduğunu, fikrinin istikametini, Risale-i Nur'a ilâhî bir inayet altında hizmet ettiğini, inâyet-i ilâhiye tarafından vazifelendirilmiş olduğunu, ihlas sırrına tam mazhar olduğunu Risale-i Nur Külliyatı'nın muhtelif yerlerinde defalarca vurgulamıştır. Kendisi Bediüzzaman Hazretleri'nin en sevdiği, en güvendiği ve bütün talebelerine örnek gösterdiği ve "Hüsrev'i benim yerimde biliniz" -Osmanlıca Şuâlar, s. 533- dediği bir talebesidir.
Risale-i Nur'un neşrinde son derece titiz ve bütün hayatını bu uğurda feda etmiş bir insanı, Risaleler üzerinde rastgele tasarruflarda bulunan biri gibi göstermek yalnız onun manevî şahsiyetini incitmek değil, Risale-i Nur'un güvenilirliğine de halel verecek bir aymazlığın göstergesidir. Hâşâ, "En birinci talebe böyle gafletle davranmışsa, diğerleri neler yapmıştır!?" dedirtebilecek büyük bir gaflettir.
Müsbet bir üslub taşımayan ve Hüsrev Efendi'nin ve cematinin hukukunu hiç dikkate almayan gıybet ve iftira üslubundaki bu tür beyanlar, hiç şübhe yok ki Hüsrev Efendi aleyhtarlığı sınıfına girmektedir. Onun Risale-i Nur'la imana Kur'an'a ve bu vatan ve millete ettiği hizmetin Türkiye'ye komünizmin girmesine mani olduğunu ve gelecek nesilleri büyük bir tehlikeden kurtarmaya vesile olduğunu beyan eden Üstad Bediüzzaman Hazretleri (Bkz. Osmanlıca Şuâlar, c. s. 553) bu büyük hizmetlerinden dolayı Hüsrev Efendi'nin aleyhinde bulunmanın ne kadar büyük bir zarar olduğunu bizzat kendisi şöyle ifade ediyor:
"Ben size ilan ederim ki; Hüsrev’in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünkü şimdi onun aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Risale-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azim hıyanettir." – Osmanlıca Şuâlar, s. 546 –
Üstelik bu mektubun baş kısmında: "Gizli düşmanlarımız iki plânı takib ediyorlar. Birisi, beni ihanetlerle çürütmek; ikincisi, mabeynimize bir soğukluk vermektir. Başta Hüsrev aleyhinde bir tenkid ve itiraz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır." diyerek Hüsrev Efendi aleyhdarlığının, aslında Risale-i Nur'un gizli düşmanlarının Nur Talebelerini parçalamak için tertibledikleri bir plan olduğunu haber vermektedir. Bediüzzaman Hazretleri'nin hayatında olduğu gibi vefatından sonra da bu menfî plan aynen işletilmiş, ortalığa pek çok iftira ve aleyhde beyanlar savrulmuştur. Bunların bir kısmı tamamen asılsız iftira iken, bir kısmı yaşanmış bazı meselelerin çarpıtılarak mahiyetinin tam tersine dönüştürülmesiyle ortaya atılmış karalamalardır.
Maalesef bazı kimseler uzun yıllardır alışageldikleri ve kanıksadıkları bu pervasız tavırlarına günümüzde de devam etmektedirler. Bazı kimseler de eskiden yazılıp neşredilmiş bu gibi pek çok iftira ve karalamaların nâkili olmayı normal bir şeymiş gibi görmekteler. Hâlbuki Hüsrev Efendi aleyhdarlığı yapanlar, -Hazret-i Üstad'ın tabiriyle- hem bizzat Üstad'ın, hem Risale-i Nur'un hukukunu çiğniyor, hem de bilmeyerek din düşmanlarının ekmeğine yağ sürmüş oluyorlar.
Son olarak Hz. Aişe (r.anhâ)'ya atılan iftira münasebetiyle indirilen bir âyet, Müslümanlar hakkında, bilhassa dine pek büyük hizmetleri geçmiş insanlar hakkında böyle yakışıksız sözleri nakletmekten bizleri şöyle nehyetmektedir:
"Onu (o iftirayı) işittiğiniz zaman, gerek erkek mü’minlerin ve gerekse kadın mü’minlerin, kendi vicdanlarıyla hüsn-i zanda bulunarak: '(Böyle bir şey olamaz!) Bu apaçık bir iftirâdır!' demeleri gerekmez miydi?" (Nur Sûresi, 12. âyet)