Soru

Üstad Ahmet Hüsrev Altınbaşak Hakkındaki İftiralara Cevaplar

Tevafuklu Kur'an'ın hattatı, Risale-i Nur'un serkatibi Husrev Efendi Üstadımız hakkında bir sitede şöyle bir soru gördüm. Demişler ki: "Üstad hayattayken Hüsrev Efendi ile arasının açıldığı söyleniyor. Hüsrev Efendi ki Üstad'ın Risalelerde çok övdüğü ve Risalelerde birçok mektubu geçen bir kişidir. Neden Üstad izin verdiği halde Latin harflerine karşı çıkmış?" Bediüzzaman Üstadımız latin harflerine ne kadar izin verdi? Husrev Efendi Üstadımız bid'a olan ladini hurufu olan latin harflerini savunanlara karşı duruşu nasıldı? Bu iftiraya karşı kaynaklarıyla cevap verebilir misiniz?

Tarih: 30.10.2023 05:02:08
Okunma: 1057

Cevap

Ahmet Hüsrev Altınbaşak ile Bediüzzaman Üstadımızın arasının açıldığına dair olan iddialar tamamen asılsızdır ve iftiradan ibarettir. Buna şahit, Risale-i Nur külliyatının tamamıdır. Risale-i Nur külliyatından Hüsrev Efendi Üstadımızla alakalı geçen yerleri insafla okuyan birisi asla böyle bir cümleyi kuramaz. 

Afyon Hapsi bahsinde anlatıldığı gibi, Risale-i Nur’un gizli düşmanları tarafından Nur Talebelerini birbirinden, hususan Hüsrev Efendi’den ayırmak için gayet sinsi bir planı tatbike başlamışlardı. Bediüzzaman Hazretleri bu sinsi tahribatı mânen görmüş ve; “Gizli düşmanlarımız iki plânı takib ediyorlar: Biri, beni ihanetlerle[1] çürütmek; ikincisi, mabeynimize bir soğukluk vermektir. Başta  Hüsrev aleyhinde bir tenkid ve itiraz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır[2] diyerek bu dehşetli planı haber vermişti. Bu planın önünü tamamen kesmek ve talebelerinin bilmeden âlet olmalarını engellemek için onlara hitaben, “Hüsrev’in aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Risale-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir[3] diyerek kendilerini gayet şiddetle ikaz etmişti.

Üstad  Hazretleri’nin bu şiddetli ikazı, bu dehşetli fitne planının geçici olarak önünü alsa da, hapisten sonraki son on yıl içinde aynı karalamalar perde altından artarak devam etmiştir. Gizliden gizliye Hüsrev Efendi’nin sözleri, tercihleri, hizmetteki mevkii tenkid mevzuu yapılarak kalplerde soru işaretleri uyandırılıyordu. Bu tehlikeli planın devam ettiğinin farkında olan Hazret-i Üstad, hapisten sonraki ellili yıllarda Hüsrev Efendi hakkında cemaati bir kez daha uyararak onun ve onun gibi Isparta Medresetüzzehrâ erkânlarının hiçbir hareketini tenkid etmemelerinin ve onlarla tam bir dayanışma ve kardeşlik içinde olmalarının lüzumunu bir kez daha şöyle ifade etti:

“Konya’lı Hacı Sabri kardeşimiz yanıma geldi. Ben, Sadık, Hayri, Mustafa hazır iken çok ehemmiyetli sohbetimiz, Hacı Sabri’ye mühim bir ders oldu. Bilhassa Medresetüzzehrâ erkânlarının, hususan Hüsrev’in bu vatan ve millet ve Âlem-i İslâm’a hizmet-i imaniyeleri ve tahribçi dinsizlerin desiselerine sed çekmeleri o kadar büyük bir hasenedir ki, farz-ı muhal binler seyyie olsa afvettirir.

Öyle ise, başta Hüsrev olarak o erkânların hiçbir hareketini tenkid etmemek ve kemal-i ihlas ve samimiyet ile onlara tesanüd ve tam kardeş olmak lâzımdır diye bu mealde bir ders oldu. İnşâallah Hacı Sabri de Hoca Sabri ve Rüşdü ve emsalleri gibi ruh u can ile alâkadar ve Hüsrev’e tam kardeş olacak; meşreb ihtilafı daha tesir etmeyecek.

Hasta kardeşiniz Said Nursî[4]

Yine aynı dönem içinde yazdığı diğer bir mektubda, masonların talebeleri birbirinden soğutup cemaati dağıtmak şeklindeki planlarını Hazret-i Üstad tekrar hatırlattı ve onları aralarındaki dayanışma ve birlikteliği kuvvetlendirmeye şu sözlerle dâvet etti:

“Aziz Sıddık kardeşlerim!

Kat’iyyen tahakkuk etti ki: Bize karşı zındık düşmanlarımızın tahrikâtıyla ve Ankara’da bazı dinsiz masonların plânıyla mahkeme bütün kuvvetiyle Risale-i Nur’un intişarına mâni’ olmaya çalıştıklarını; ve Nurcuların da tesanüdlerini kırmak, birbirinden soğutmak hakkımızdaki en baş programlarıdır. Medar-ı mes’uliyet hakikat noktasında bir şeyi bulamıyorlar. Resmen savcı demiş, makamata yazmış: ‘Denizli beraatı bütün bütün Risale-i Nur’u parlattı ve tevsi’ ettirdi. Ona karşı susturmak ve söndürmeye çalışmak lâzımdır.’ İşte bu dehşetli plânları içindir ki, iki üç günlük işi, üç sene bahanelerle uzatıyorlar.

İşte ey hakiki Nur Şâkirdleri! Birinci vazifeniz, bu dinsizcesine hücuma karşı bütün kuvvetinizle Nurlar’ın perde altında neşrine ve muhafazalarına, onların maksadı aksine olarak kardeşlerinizin mabeyninizde tesanüdün (dayanışmanın) takviyesine çalışmaktır. En ziyade lâzım ve ehl-i imanın imanına kuvvetli bir hizmet ve bu vatanın saadetine en ehemmiyetli bir medar-ı saadet budur.”[5]

Mektubun son satırlarındaki altı çizili cümle gayet mühimdir!… Hazret-i Üstad, talebeleri arasındaki birlik beraberliğin ehl-i imanın imanına ve bu vatanın saadetine doğrudan doğruya hizmet ettiğini ve edeceğini haber veriyor. Aksi durumda ise, yani talebeler arasındaki dayanışma zarar görürse, milletin imanının ve bu vatanın saadetinin bundan zarar göreceğine açıkça işaret ediyor. Küfre karşı tam dayanışma halindeki bir cemaat ile imana hizmet etmenin bu zamanda elzem olduğunu defalarca bildiren Üstad  Hazretleri’nin endişe ettiği gibi, eğer Nur Talebelerinin birliği dağılır, aralarındaki muhabbet zedelenirse cemaat halinde yapılan iman hizmetinin bundan büyük zarar göreceği aşikârdır. Bu endişesini ömrünün sonuna kadar taşıyan Aziz Üstad Said Nursî Hazretleri, talebelerinin arasındaki dayanışma sağlamlaşıncaya kadar âhirete gitmek dahi istemiyor ve o ihtiyar yaşında hayatını muhtemel su-i kastlar karşısında korumaya çalıştığını şu sözlerle haber veriyordu:

“Gerçi has kardeşlerim herbirisi mükemmel bir Said hükmünde Nur’a sahibdirler. Fakat ihlastan sonra en büyük kuvvetimiz tesanüdde (dayanışma halinde) bulunduğundan ve meşreblerin ihtilafıyla -hapiste (Afyon’da) olduğu gibi- bir derece tesanüd kuvveti sarsılmasıyla, Hizmet-i Nûriye’ye büyük bir zarar gelmesi ihtimaline binaen; bu bîçare ihtiyar hasta hayatım, tâ Lem’alar, Sözler mecmuası da çıkıncaya kadar[6] ve korkaklık ve kıskançlık damarıyla hocaları Nurlar’dan ürkütmek belası defoluncaya kadar ve tesanüd tam muhkemleşinceye kadar, o hayatımı muhafazaya bir mecburiyet hissediyorum.

Çünkü uzun imtihanlarda mahkemeler, düşmanlarım; benim gizli ve mevcud kusurlarımı göremediklerinden, hıfz-ı ilâhî ile bütün bütün beni çürütemediklerinden, Risale-i Nur’a galebe edemiyorlar. Fakat hayat-ı ictimaiyede çok tecrübelerle mahiyeti bilinmeyen, benim vârislerim genç Said’lerin bir kısmını Nur’un zararına iftiralarla çürütebilirler[7] diye o telaştan bu ehemmiyetsiz hayatımı ehemmiyetle muhafazaya çalışıyorum.”[8]

RİSALELERİN LATİNCE BASIMININ DURDURULMASI

Hüsrev Efendi’nin talebelerine bildirdiğine göre, yeni harflerle risalelerin basılmaya başlanmasından üç sene kadar geçtikten sonra, 1960’a gelindiğinde, basılan miktarın o zaman için kifayet edeceğine kanaat eden Üstad  Hazretleri,  baskının durdurulması için Kardeşim Hazret-i Ali kerremallahü vecheh’den aldığım müsaade bitti. Baskıyı durdurun diyerek Binbaşı Hayri Bey’le haber gönderir. Binbaşı Hayri Bey ise, Âtıf Ural’la birlikte Ankara’da Latince baskıların hazırlanmasında risaleleri daktilo ile yeni yazıya geçiren Nur Talebeleri’ndendir. Yine o zamanlar Mektubat Mecmuası’nı yeni harflerle basan Seyyid Salih Özcan da Ankara’daki bir sohbetinde şahitlerin huzurunda, Bediüzzaman Hazretleri’nden baskıyı durdurmak üzere emir geldiğini ve kendisinin Üstad’dan gelen bu emir üzerine baskıyı durdurduğunu ifade etmiştir. Bundan kısa bir süre sonra da Bediüzzaman Hazretleri vefat ederek âhirete irtihâl etmiştir.[9]

               NUR TALEBELERİ’NİN KUR’ÂN YAZISINI KORUMA VAZİFESİ

Bediüzzaman Hazretleri’nin, Nur Talebeleri’ni hararetle risaleleri yazmaya teşvik etmesi yalnız bu hakikatleri neşretmek için değildi. O aynı zamanda bu yolla, Kur’ân yazısının okunup yazılmasının muhafazası gayesini güdüyordu. Hatt-ı Kur’ân’ı, yani Kur’ân yazısını koruma mevzusu Risale-i Nur’da çok mühim bir yer teşkil ettiğinden ve Bediüzzaman Hazretleri’nin bu hizmete verdiği fevkalâde ehemmiyetin daha iyi anlaşılabilmesi için burada bir miktar tafsilat verilecektir.

Bediüzzaman Hazretleri, Latin alfabesinin resmen kabulünden sonra, Kur’ân harflerinin günlük hayatta okunup yazılmasının terk edilmemesi ve eskiden olduğu gibi devam etmesi için büyük bir gayret içine girerek talebelerini Kur’ân harflerine hizmet etmeye daimî sûrette teşvik ediyor, "Risale-i Nur’un bir vazifesi de bid’ate (Latin harflerine) karşı Kur’ân yazısı ve harflerini muhafaza etmektir" diyerek bu vazifenin ehemmiyetine dikkat çekiyordu. Fakat Üstad  Hazretleri, Kur’ân harflerine yalnız Kur’ân’ı okumak veya yazmak için  ehemmiyet veriyor değildi. Onun yanında, diğer İslâm milletlerinde olduğu gibi, Türkçe okur - yazarken de bu harflerin kullanılmasını, unutulmamasını ve yaygınlaştırılmasını istiyordu.

Risale-i Nur’un pek çok yerinde, hatt-ı Kur’ân, huruf-u Kur’âniye, huruf-u Arabiye, İslâm yazısı, İslâm harfleri, eski yazı, eskimez yazı gibi tabirlerle ifade edilen bu alfabeye, Osmanlı devrinde yüzyıllarca kullanılmış olması sebebiyle, günümüzde daha çok Osmanlıca denilmektedir. Bu mevzuda Risale-i Nur’da geçen bazı mühim ifadeler:

Risale-i Nur Latinceye Karşı Kur’ân Yazısını Muhafaza Eder

Risale-i Nur zındıkaya karşı hakaik-i imaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid’ata (latinceye) karşı da huruf ve hatt-ı Kur’ân’ı (Kur’ân harfleri ve yazısını) muhafaza etmek bir vazifesi iken; has talebelerden birisi bilfiil huruf ve hatt-ı Kur’âniye’yi ders verdiği halde, sırrı bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı Kur’âniye’ye ilm-i din perdesinde tesirli bir sûrette darbe vuran bazı hocaların darbede istimal ettikleri eserleri almışlar. Haberim olmadan dağda şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir gerginlik hissettim. Sonra ikaz ettim. Elhamdülillah ayıldılar. İnşâallah tamamen kurtuldular.”[10]

Risale-i Nur’un Mühim Bir Vazifesi İslâm Harflerini Muhafaza Etmektir

Risale-i Nur’un mühim bir vazifesi, Âlem-i İslâm’ın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan huruf-u Arabiyeyi (Arab harflerini) muhafaza etmek olduğundan, tab’ (baskı) yoluyla işe girişilse, şimdi ekser halk yalnız yeni hurufu bildikleri için, en çok risaleleri yeni hurufla tab etmek lâzım gelecek. Bu ise Risale-i Nur’un yeni hurufa bir fetvası olup, şâkirdleri de o kolay yazıyı tercih etmeğe sebeb olur.”[11]

Risale-i Nur’un Muhakkak Kur’ân Yazısıyla Neşredilmesi Lâzımdır

“Risale-i Nur’un neşir keyfiyeti de tarihte hiçbir eserde görülmemiştir. Şöyle ki: Kur’ân hattını (Kur’ân yazısını) muhafaza etmek hizmetiyle de muvazzaf olan Risale-i Nur’un, muhakkak Kur’ân yazısıyla neşredilmesi lâzımdı. Eski yazı yasak edilmiş ve matbaaları kaldırılmıştı. Bediüzzaman’ın parası, serveti yoktu; fakirdi, dünya metâıyla alâkası yoktu. Risaleleri el ile yazarak çoğaltanlar da, ancak zarurî ihtiyaçlarını temin ediyorlardı. Risale-i Nur’u yazanlar, karakollara götürülüyor, işkence ve eziyetler yapılıyor, hapislere atılıyordu.”[12]

Binlerle Genç Risale-i Nur’u Yazarak Kur’ân Yazısını Öğrenmiştir

“Risale-i Nur’dan eskimez yazı öğrenmeye gelince: Kur’ân yazısıyla olan Nur Risaleleri’ni yazmaktaki kazancımız çok büyüktür. Eskimez yazıyı kısa bir zamanda öğreniyoruz. Hem yazarken malûmat elde ediyoruz. Hem Risale-i Nur eczalarını çoğaltmakla, imana ve Kur’ân’a hizmet edildiği için pek büyük mânevî kazançlar kazanıyoruz. Hem yazılarak edinilen bilgi hâfızaya daha esaslı yerleşiyor. Bunun için şimdiye kadar binlerle genç Risale-i Nur’u yazarak Kur’ân yazısını öğrenmiş ve öğrenmektedir.”[13]

Nur Talebeleri Bütün Kuvvetleriyle Kur’ân Yazısını Muhafazaya Çalışırlar

“…hatt-ı Kur’ân’ın tebdiline (Kur’ân yazısının değiştirilmesine) karşı, Kur’ân şâkirdlerinin (Nur Talebeleri’nin) bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur’ânîyi muhafazaya çalışması aynı senededir.”[14]

Risale Yazmayı Bırakanlar İsmen Duadan Çıkarıldılar

“Bundan yirmi gün evvel, eyyam-ı mübarekeden sonra hatırıma geldi ki, vazifedarâne kalemi her gün istimal etmeyenler, Risale-i Nur talebeleri ünvan-ı icmalîsinde her yirmi dört saatte yüz defa hissedar olmak yeter diye, hususî isimlerle has şâkirdler dairesi içinde bir kısmın isimleri muvakkaten tayyedildi. Kardeşimiz Hakkı Efendi de onların içinde idi.”[15]

Kur’ân Harflerinin Kıymetini Takdir Etmeyenler Hadsiz Zarardadır

“İşte gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki: Bu hurufatın (harflerin) kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasarette (zararda) olduğunu anla!”[16]

Hazret-i Üstad Kur’ân Harflerinin Değiştirilmesine Karşı Cihad Etmiştir

“Huruf-u Kur’âniye’yi (Kur’ân harflerini) tercüme ile tahrif, tebdil, tağyir etmek (bozmak, değiştirmek); mülhidlerin (dinsizlerin) dehşetli cinayetlerine mukabil cihad eden Said, ifratkârâne ve müsrifâne tevâfukta çok tedkikatı lüzumsuz değil, mânâsız olmaz.”[17]

Bu Zamanda Kur’ân’ın Temel Taşları Olan Harflerine Hücum Ediliyor

“Suâl: En mühim hakaik-i Kur’âniye ve imaniye ile meşgul olduğun halde neden onu muvakkaten bırakıp en ziyade mânâdan uzak olan huruf-ı hecaiyenin (tek tek harflerin) adedlerinden bahs ediyorsun. Elcevab: Çünkü bu meşum (uğursuz) zamanda Kur’ân’ın bir temel taşı olan hurufuna (harflerine) hücum ediliyor ve onların tebdiline (değiştirmeye) çalışıyorlar.[18] 

Maksad Kur’ân Yazısını Muhafaza ve Dikkatleri Ona Çekmektir

“Kur’ân-ı Hakîm’i yeni bir tarzda yaz(dır)maktaki niyetimin sebebleri üçtür. [Birincisi] Hutut-u Kur’âniye’nin (Kur’ân yazısının) muhafazasına hizmettir. Çünkü gördüm ki Sözler’de tevâfukatın zuhuruyla  fütura düşen müstensihlerin (yazanların) şevkini yeniledi. Gayrete geldiler. Yeni bir heves uyandı. Kendine yazanlar tekrar yazmağa başladı. Hem yüzler âdemlerin Sözler’e ve dolayısıyla hakaik-i Kur’âniye’ye karşı imanları kuvvetlendi. Hatta bir kısım dinsizler dahi o tavafukatı görüp inkâr edemedikleri için ikrara mecbur oldular. Hatta bunlardan birisi demiş: Bunları ikrar etmem fakat inkâr da edemem. Çünkü gözümle görüyorum demiş. (…)

[İkinci sebeb] Kur’ân-ı Hakîm’in meâni ve hakaikinde (manaları ve hakikatlerinde) esrar ve işârât olduğu gibi, elfaz ve hurufunda (lafız ve harflerinde) dahi çok esrar ve mezâyâ (sırlar ve meziyetler) bulunduğuna bir zemin ihzar etmek için lafzullahın binde bir sırrına işaret edecek bir tarzı yazmak ve bizden sonra gelenler inşâallah daha büyük esrarları o anahtarla açacak temennisidir. Ve nazar-ı dikkati Kurân’ın hattına çevirmek ve hakaikine ehemmiyetle baktırmak niyetidir.[19]

Nur Talebeleri Kur’ân Yazısını Kaldırmaya Çalışanları Susturmalı

“Hatt-ı Kur’ân’ın ref’ine (kaldırmaya) çalışanları susturmalıyız. Ve Kur’ân’ı unutturmaya niyet edenlerin niyetlerini onlara unutturmalıyız.”[20]

Âyetin Risale-i Nur Yazısına İşareti

“Türabın (toprağın) mânevî hassası olan mahviyet (tevazu) ve terk-i enaniyet ve tevazu ile topraktan çıkan temiz ve şüphesiz bir su ile temizleniniz.

فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَ اَيْد۪يكُمْ (Yüzünüzü ve iki elinizi meshediniz)[21] cümlesinin iması ve remzi ile o menbadan gelen nura yüzünüz ile müteveccih olup mütalaa ve istifade ediniz ve ellerinizde kalemlerle neşredip halkları sukut-ı ahlaktan suuda ve terakkiye çıkmalarına çalışınız.”[22]

Hazret-i Ali Kur’ân Yazısını Muhafaza Eden Nur Talebeleri’ne İltifat Ediyor

“Hazret-i İmam Ali Radıyallahü Anh huruf-ı ecnebiyi (ecnebî harflerini) İslâmlar içinde kabul ettirmek hâdisesi ile ulemâü’s-su’un bid’alara yardımlarından teessüfle bahsedip o iki hâdise ortasında irşadkârâne bazılarından bahsediyor ki, o Sekine olan İsm-i Âzam ile ecnebi hurufuna karşı mukabele ediyor. Ve hem ulemâü’s-su’a karşı muhalefet ediyor. İşte bu zamanda o adamlar Risale-i Nur Şâkirdleri ve nâşirleri oldukları şüphesizdir. Çünkü onlardır ki hatt-ı Kur’ân’ı muhafaza ediyorlar ve bid’akâr bir kısım ulemâlara karşı mukavemet ediyorlar.”[23]

Kur’ân Hattını Bilmemek İslâmî İlimlere Seddir

“Yeni harf ile teksir edilebilen Asâyı Musa eserini okuyan gençler, Kur’ân harfleri ile yazılmış mütebâki eserleri de okuyabilmek için kısa bir zamanda o yazıyı da öğreniyorlar. Bu şekilde birçok ilimlerin öğrenilmesine engel olan ve dinden imandan çıkarmak için te’lif edilen eserleri okumağa mecbur eden “Kur’ân hattını bilmemek” gibi büyük bir seddi de yıkmış oluyorlar.”[24]

Üstad Risaleleri Kur’ân Yazısıyla Neşrederek Kur’ân Hattını Muhafaza Etmiştir

“Böyle ağır şartlar içerisinde Risale-i Nur’u Hazret-i Üstad’ımız inayet-i ilâhiye ile te’lif edip, ekserisini Kur’ân harfleriyle ve el yazısiyle neşretmiştir. Böylelikle -aynı zamanda- Kur’ân hattını da muhafaza etmiş ve yüzbinlerle Müslüman Türk Gençleri Risale-i Nur’u okuyabilmek için mukaddes kitabımız olan Kur’ân’ın yazısını öğrenmek nimet ve şerefine nail olmuşlardır.”[25]

Çocukların Kur’ân Yazısını Öğrenmeleri Ferah ve Sürur Verir

“Sıddık Süleyman’ın mahdumu Yusuf ve merhum Mustafa Çavuş’un ve Ahmed’in oğulları gibi Kur’ân dersiyle Kur’ân yazısını ve Nurlar’ı öğrenmesi; ve Hulusi ve Hâfız Hakkı’nın Nurlar’ı şevk ile yazmaları, Barla’ya karşı benim ümidimi kuvvetlendirdiler ve derince bir ferah ve sürur verdiler.”[26]

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ'NİN YENİ HARFLERE BAKIŞI

Bediüzzaman Hazretleri’nin Kur’ân harflerine bakışını tafsilatıyla verdiğimiz gibi burada da Risale-i Nur’daki beyanlarına dayanarak yeni harflere nasıl baktığını ve yeni harflere Nur Hizmeti’nde ne derecede müsaade ettiğini gösteren ifadeleri üzerinde duracağız. Ta ki birbiriyle bağlı bu iki mes’elede Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin nasıl bir fikre sahip olduğu daha iyi anlaşılsın.

Nur Şâkirdleri’nin O Kolay Yazıyı –Yeni Harfleri– Tercih Etmemeleri Lüzumu

“Aziz, sıddık kardeşlerim! Sizin bu defa neş’eli güzel mektublarınız, Risale-i Nur’un serbestiyeti ve matbaa kapısıyla intişarı hakkında beni çok mesrur eyledi; ve kahraman Tâhirî’nin yine bu ehemmiyetli işte çalışması için buraya gelmesi, beni şiddetle dünyaya bakmağa sevketti. Kalben dedim: Madem kardeşlerim bu derece istiyorlar, çaresini arayacağız. Gecede kalbime geldi ki: İki ehemmiyetli sebebden, inayet-i ilâhiye tam serbestiyet ve eski harflerle tamamını tab etmek tam müsaade etmiyor.

Birinci sebeb: İmam-ı Ali’nin (ra) işaret ettiği gibi, perde altında her müştak, kendi kalemi ile veyahut başka kalemi çalıştırmasıyla büyük bir ibadet ve âhirette şehidlerin kanıyla râcihâne (üstün gelerek) müvazene edilen mürekkep ile mücahede hükmündeki kitabetle (yazarak) envâr-ı imanı neşretmektir. Eğer tab edilse, herkes kolayca elde ettiği için, kemal-i merakla ona çalışamaz, bilfiil neşrine hizmet vazifesini kaybeder.

İkinci sebeb: Risale-i Nur’un mühim bir vazifesi, Âlem-i İslâm’ın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan huruf-u Arabiyeyi muhafaza etmek olduğundan, tab’ yoluyla işe girişilse, şimdi ekser halk yalnız yeni hurufu bildikleri için, en çok risaleleri yeni hurufla tab etmek lâzım gelecek. Bu ise Risale-i Nur’un yeni hurufa bir fetvası olup, şâkirdleri de o kolay yazıyı tercih etmeğe sebeb olur.”[27]

Yeni Harfler Risale-i Nur Mesleğine Bütün Bütün Muhaliftir

“Şâkirdlerin gayret ve şevk ve himmetleri şimdiye kadar matbaalara ihtiyaç bırakmamışlar. İnşâallah o kudsî hizmete devam edip, o elmas kalemler ile neşr-i envâr edecekler.  Madem bütün bütün mesleğimize muhalif olan yeni hurufu (harfleri), bir-iki risale için kabul ettiğimiz halde matbaacılar çekindiler, o hayr-ı azîmi kaybettiler. Siz o iki risaleyi bizim hesabımıza, kahraman kardeşlerimizden yirmi-otuz zata tevzi’ ederek, yirmi-otuz nüshayı eski hurufla yazdırınız. Yazan kalem sahiblerine daimî hasenat kazandıran o pek büyük hayrı, siz kazanınız. Eğer yeni hurufla, el makinasıyla o iki risaleden yazılmış nüshalar varsa, bize bazı nüshalar gönderiniz.”[28]

“Madem benim re’yimi de almak istiyorlar. Şimdilik, evvelce nazlanan matbaacılara lüzum yok. Hem mesleğimize muhalif yeni hurufa (yeni harflere), Risale-i Nur’un bir nevi müsaadesi hükmüne geçtiği için lâzım değil. Sizler, el makinasıyla yazdığınız mikdar yeter. Zaten Nazif de, el makinasıyla bir derece çalışıyor. Tashihine çok dikkat etmek lâzım. Eski hurufla elmas kalemli kardeşlerim matbaaya ihtiyaç bırakmıyor. Bize yardım etsinler.”[29]

Yeni Harfler Bid’adır

“Risale-i Nur zındıkaya karşı hakaik-i imaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid’ata (yeni harflere) karşı da huruf ve hatt-ı Kur’ân’ı (Kur’ân harflerini ve yazısını) muhafaza etmek bir vazifesi iken…”[30]

“Bu zat, … ehl-i dünyanın nazarında bir mevki kazanmak emeliyle mühim bir bid’anın (yeni harflerin) muallimliğini deruhde etti (üzerine aldı). Tamamıyla mesleğimize zıd bir hata işledi. Pek müdhiş bir şefkat tokadını yedi...”[31]

O bid’alar ve acemî ve ecnebî hurufunun (ecnebî harflerinin) intişarı zamanı olan o âhirzamanın fena adamları bir kısım “ulemâü’s-sû”dur (kötü alimlerdir) ki; hırs sebebiyle batınlarını (karınlarını) haramla doldurmak için bid’alara yardım eden ve fetva verenlerdir.”[32]

“Hazret-i Ali kerremallahü vecheh, ecnebi hurufuna karşı şiddetli teessüf ve hiddet ettiği ve bid’alara taraftarlık eden bir kısım ulemâü’s-su’a karşı şiddetli nefret ve hiddet ettiği…”[33]

Bid’alara taraftar olmamak, Nur Hizmeti’nin şartlarından biridir. Üstad Bediüzzaman, bid’a taraftarlarını değil talebeliğe, dostluğa dahi kabul etmez. Dost talebe ve kardeş olarak kabul ettiği insanları tarif ederken dostlar için şöyle diyor:

“Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat’iyyen, Sözler’e ve envâr-ı Kur’âniye’ye dair olan hizmetimize ciddî tarafdar olsun; ve haksızlığa ve bid’alara ve dalalete kalben tarafdar olmasın, kendine de istifadeye çalışsın.”[34]

Bid’aların duaların kabulüne sed çektiğine dair de şöyle der:

“Ramazan-ı Şerifte bid’aların ref’ine (kalkmasına) Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ekseriyetle hâlis duası bir şart ve bir sebeb-i mühim idi. Maalesef câmilere Ramazan-ı Şerifte bid’alar girdiğinden, duaların kabulüne sed çekip ferec gelmedi.[35]

Netice olarak: Nur Talebeleri, Nurlar’dan aldıkları dersle Sünnet-i Seniyye üzere bir İslâmî bakış açısı kazanır ve Latin Alfabesi gibi her türlü bid’alara karşı kalben mesafeli dururlar. Bu nokta-i nazardan Risale-i Nur Talebesi olmaya gayret eden kimselerin Kur’ân yazısı ile okuyup yazmayı öğrenip öğretmeleri ve risalelerin Osmanlıca asıllarından okuyup ders vermeleri temel bir vazifeleridir.

YENİ HARFLERE MÜSAADE ZARURET MİKTARINCADIR

Bediüzzaman Hazretleri’nin Latin Harflerine müsaadesi, o güne kadar Kur’ân harfleriyle neşredilmiş olan Risale-i Nur’un bundan böyle tamamen ve yalnızca Latin harfleriyle neşredileceği anlamına gelmiyordu. Çünkü Hazret-i Üstad, otuz sene boyunca bütün külliyatı -resmen yasak olmasına rağmen- bilerek ve isteyerek Kur’ân harfleriyle yazmış ve yazdırmıştı. O hiçbir zaman bid’a olarak gördüğü yeni harfleri kabullenmiş değildi. Bir cihad şuuru içerisinde Latin harflerine karşı Kur’ân harflerini müdafaa ediyordu. Nur cemaati haricinde bulunan ve Kur’ân yazısını bilmeyen insanların da istifade edebilmeleri için risaleler yeni harflerle, zaman ve zemine göre oluşan ihtiyaç miktarınca, Latin Harfleriyle basılsa da, Nur cemaatinin, risalelerin orijinal şekli olan Kur’ân yazısıyla okuyup yazmaya ve neşretmeye devam etmeleri hatt-ı Kur’ân’ı muhafaza hizmetinin zaruri bir gereğiydi. Zira Hazret-i Üstad, Kur’ân yazısını koruma hizmetinin, imana hizmet etmek gibi mühim bir vazifesi olduğunu şöyle beyan ediyordu:

Risale-i Nur zındıkaya karşı hakaik-i imaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid’ata (latinceye) karşı da huruf ve hatt-ı Kur’ân’ı (Kur’ân harfleri ve yazısını) muhafaza etmek bir vazifesi(dir)[36]

Bir iki küçük Risalenin matbaada basılma teşebbüsünün neticesiz kalması üzerine Hazret-i Üstad, “Mesleğimize muhalif yeni hurufa (yeni harflere), Risale-i Nur’un bir nevi müsaadesi hükmüne geçtiği için lâzım değil[37] diyerek Latin harflerine olan bakışını ve mesafesini ortaya koymuştu. Hazret-i Üstad daima Risale-i Nur’un asıl neşrinin Kur’ân harfleriyle olması ve bu yol ile insanların Kur’ân yazısından kopmasının önüne geçilmesini Risale-i Nur’un esas mesleği ve vazifesi olarak gösteriyordu. 1959 yılında tab edilen Tarihçe-i Hayat kitabında bu vazife çok açık bir şekilde şöyle ifade edilmiştir:

Kur’ân hattını muhafaza etmek hizmetiyle de muvazzaf (vazifeli) olan Risale-i Nur’un, muhakkak Kur’ân yazısıyla neşredilmesi lâzımdı.[38]

Bununla birlikte, Bediüzzaman Hazretleri Latin harflerine kapıyı tamamen de kapamamış, Latin harflerinin Risale-i Nur Hizmeti’nde “zaruret miktarınca” kullanılabileceğine şu ifadeleriyle işaret etmiştir:

Risale-i Nur’un bir vazifesi, Kur’ân harflerini muhafaza olduğundan, yeni harflere zaruret derecesinde inşâallah müsaade olur.”[39]

Hazret-i Üstad’ın yeni harflere “zaruret mikdarı” gibi bir sınır getirmesinin sebebi ise Latin harflerini bid’a olarak görmesinden ileri geliyordu. Bunu bir kısım ifadelerinden anlamak mümkündür. Misal olarak:

Bu zat… ehl-i dünyanın nazarında bir mevki kazanmak emeliyle mühim bir bid’anın (yeni harflerin) muallimliğini deruhde etti (üzerine aldı). Tamamıyla mesleğimize zıd bir hata işledi. Pek müdhiş bir şefkat tokadını yedi...[40]

Zaruret miktarı ise, kat’î mecburiyet olan durumların gerektirdiği miktar demektir. Mesela fıkıhta, açlıktan ölmek üzere olan birisinin, bulduğu haram bir şeyi yemesinin caiz olacağı, fakat zaruret miktarını aşarak doyuncaya kadar yiyemeyeceği bildirilmiştir.

Bunun gibi eski yazıyı bilmeyen dışarıdaki insanların veya Nur dairesini yeni tanıyan ve girenlerin risalelerden istifade edebilmeleri için yeni yazıyla da risalelerin bulunmasına ihtiyaç vardır. Fakat önemli olan bu müsaadenin zaruret miktarını aşarak, Üstad’ın ifadesiyle, “şâkirdlerin o kolay yazıyı tercih etmelerine sebeb olmaması”,[41] Nur Talebeleri’nin Osmanlıca risaleleri bırakıp tamamen Latincelere sarılmamalarıdır.

Hulasa; asıl hizmet Kur’ân harfleriyledir. Yeni harfler ise zaruret miktarınca kullanılabilir. Nur Talebeleri, risaleleri yeni tanıyan bir kimseye Latin harfleriyle basılmış eserleri verebilirler. Fakat en kısa bir sürede onun da Hatt-ı Kur’ân denilen Kur’ân alfabesini öğrenerek risaleleri orijinallerinden okumalarını sağlamaya çalışmaları bir vazifeleridir. Bu durumu rahmetli Zübeyr Gündüzalp Risale-i Nur’a giren ifadelerinde şöyle anlatır:

“Yeni harf ile teksir edilebilen Asâyı Musa eserini okuyan gençler, Kur’ân harfleri ile yazılmış mütebâki (diğer) eserleri de okuyabilmek için kısa bir zamanda o yazıyı da öğreniyorlar. Bu şekilde birçok ilimlerin öğrenilmesine engel olan ve dinden imandan çıkarmak için te’lif edilen eserleri okumağa mecbur eden “Kur’ân hattını bilmemek” gibi büyük bir seddi de yıkmış oluyorlar.”[42]

Detaylı bilgi ve benzer soruların cevabı için "TARİHÇE-İ HAYAT / Bediüzzaman ve Hayru'l-Halefi A.Hüsrev Altınbaşak" adlı kitaba bakabilirsiniz.


[1]. “Aleyhte propagandalarla”

[2]. Osmanlıca Şuâlar, s. 546

[3]. Osmanlıca Şuâlar, s. 546

[4]. Emirdağ Lâhikası-2, s. 46

[5]. Mufassal Tarihçe-i Hayat, c. 3, s. 1769

[6]. Üstad burada teksir makinesiyle yapılan neşriyatı kasdediyor. Afyon Hapsi öncesinde Osmanlıca Zülfikar, Asâyı Musa ve Sirâcünnur teksir edilmişti.

[7]. “Isparta havalisinde yüzer genç Saidler ve Hüsrevler yetişmişler. Bu ihtiyar ve zaif Said, dünyadan kemal-i istirahat-ı kalp ile veda etmeye hazırdır.” (Osmanlıca Kastamonu Lâhikası, s. 125)

[8]. Emirdağ Lâhikası-2, s. 14

[9]. Hayrât Vakfı Arşivi

[10]. Osmanlıca Kastamonu Lâhikası, s. 25

[11]. Emirdağ Lâhikas-1, s. 82

[12]. Tarihçe-i Hayat, s. 162

[13]. Osmanlıca Nur’un İlk Kapısı, s. 263

[14]. Osmanlıca Mektubat, s. 313

[15]. Osmanlıca Kastamonu Lâhikası, s. 36

[16]. Osmanlıca Mektubat, s. 285

[17]. Osmanlıca Kastamonu Lâhikası, s. 83

[18]. Osmanlıca Rumûzât-ı Semâniye, s. 121

[19]. Osmanlıca Rumûzât-ı Semâniye, s. 15

[20]. Osmanlıca Rumûzât-ı Semâniye, s. 20

[21]. Nisa Sûresi, 43. âyet

[22]. Osmanlıca Sikke-i Tadik-i Gaybî, s. 92

[23]. Osmanlıca Sikke-i Tadik-i Gaybî, s. 137

[24]. Şuâlar, s. 552

[25]. Tarihçe-i Hayat, s. 694

[26]. Emirdağ Lâhikası-1, s. 224

[27]. Emirdağ Lâhikası-1, s. 82

[28]. Osmanlıca Kastamonu Lâhikası, s. 269

[29]. Osmanlıca Kastamonu Lâhikası, s. 290

[30]. Osmanlıca Kastamonu Lâhikası, s. 94

[31]. Osmanlıca Lem’alar, s. 47

[32]. Osmanlıca Sikke-i Tadik-i Gaybî, s. 134

[33]. Osmanlıca Sikke-i Tadik-i Gaybî, s. 138

[34]. Osmanlıca Mektubat, s. 169

[35]. Osmanlıca Lem’alar, s. 104

[36]. Osmanlıca Kastamonu Lâhikası, s. 94

[37]. Osmanlıca Kastamonu Lâhikası, s. 290

[38]. Tarihçe-i Hayat, s. 162; Bu noktada tafsilatlı bilgi almak için bkz. “Risaleler Niçin El Yazısıyla Neşredildi, s. 312” ve “Nur Talebeleri’nin Kur’ân Yazısını Koruma Vazifesi, s. 615 

[39]. Osmanlıca Kastamonu Lâhikası, s. 268

[40]. Osmanlıca Lem’alar, s. 47

[41]. Emirdağ Lâhikas-1, s. 82

[42]. Şuâlar, s. 552


Yorum Yap

Yorumlar