Soru

Cebri Mutavassıt

Cebr-i mutavvassıt tam olarak ne demektir ve neden Eşariler için bu tabir kullanılmıstır, izah eder misiniz ?

Tarih: 26.09.2020 17:07:05
Okunma: 7801

Cevap

Konu insan fiillerinin meydana gelmesinde Allah’ın ve insanların rolünün ne olduğuyla ilgilidir. İnsanın kendi fiillerinde mesul olabilmesi için bu fiilleri kendisinin işlemesi lazım ancak diğer taraftan yaratma ve var etme ancak Allah’a mahsustur. Bu durumda insanın mesuliyeti hangi ölçüde olacaktır. Kendi işlediği fiilleri, kendisini ne derece sorumlu tutacaktır. Kendisinin bu fiillerde rolü ne kadardır. İşte bu konu çerçevesinde birçok araştırmalar ve tartışmalar olmuş mezheplerin bu konuda birbirinden farklı görüşleri olmuştur.

Cebriyye mezhebi insan fiillerindeki sorumluluğu tamamen red eden bir tutum sergilemektedir. Buna göre insan hiçbir sorumluluğa sahip değildir. İnsanın Allah’ın emirlerine karşı durumu, adeta bir yaprağın rüzgârın karşısındaki durumu gibidir.  Bu durum insanın imtihana tabi tutulmasını imkânsız hale getirmektedir. Çünkü onu sorumlu tutan ve neticesinde hesaba çekileceği fiilleri, kendi tercihiyle değil, zorlama bir güç ile işlemektedir.  Bu ise haşa zalim bir ilah tasavvurunu ortaya koymaktadır. Yani zorla yaptırdığı fiillerden sorguya çekmek ve ona göre ceza veya mükâfat vermek demek olur.

Mutezile ise bunun tam zıddını iddia ederek insana tam bir serbestiyet hatta kendi fiillerini haşa yaratan nazarıyla bakmış ve böyle konumlandırmıştır.

Ehl-i Hak olan Ehl-i Sünnet ise yaratmanın Allah’a aid olduğunu ortaya koymakla beraber, fillerin işlenmesinde kulun iradesini de kulu sorumlu tutacak şekilde açıklamışlardır. Bu düşünceyi anlayamayan bir kısım insanlar ise onları cebriyye olmakla suçlamışlar. Ancak tam olarak cebriyye diyemediklerinden cebr-i mutavassıt yani orta/ılımlı cebriyye tabirini kullanmışlardır. 

İşte bu konuda Mutezili düşüncede olanlara göre;  kadere inanan ve kullara ait fiillerin Allah’ın yaratmasıyla oluştuğunu savunan bütün Sünnî ekoller Cebriyye’ye dâhildir. Bu düşünceyle hareket edenler İmam Eş’arî’nin KESB diye formülize edilen görüşünü de cebri olarak değerlendirmiş ve dolaylı olarak veya biraz daha ılımlı Cebriyye sınıfına dâhil etmişlerdir. Bu düşünce kesinlikle doğru değildir.

Kelamda Kesb Teorisinin kurucusu olarak da bilinen İmam Eş’arî şöyle der: İnsanda ister ıztırârî olsun, ister ihtiyârî olsun, bu fiiller kesb bakımından farklı bile olsalar, Allah tarafından yaratılmaları açısından aynıdırlar. Aralarında herhangi bir fark yoktur. Yaratma yönüyle Allah'a, kesb yönüyle insana ait fiiller, Allah'a değil de insana nispet edilir. Allah onu yaratsa ve irade etse bile insana oturan, kalkan, yazan denir.  Zira Allah fiili yaratma yönünden irâde eder. Kul ise kesb yönünden irâde eder. Her iki irâde de müstakildir ve zıtlık olmaksızın bir murâd (irâde olunan şey) üzerinde bir araya gelmesi mümkündür.

Yani Eş’arilere göre yaratıcı sadece ve sadece Allah'tır ve bütün fiiller Allah'ın kudretiyle yaratılmıştır. İnsanın elinde olan sadece "kesb" dir. İnsan, Allah'ın kendisinde yarattığı hâdis kudreti hayra veya şerre, sevaba veya günaha yönlendirir. İnsanın fiillerinin Allah tarafından yaratıldığını, kulun kesbden başka elinde bir şey olmadığını pek çok aklî ve naklî delillerle izah ederler.

Bununla birlikte insan, tercihlerinde sonsuz özgür ve serbest değildir. Allah'ın izin verdiği kadar serbesttir. Zaten Allah, serbet olmadığı kısımdan insanı sorumlu tutmamıştır. İnsanın sorumlu olduğu kısım, kendisinin serbest ve özgür olarak tercih ettiği kısımdır. Tercih edilecek şeyleri ve tercihin sonucunu yaratan yine Allah'tır. İnsan sadece kendi özgür iradesiyle tercihte bulunur. Allah ise hikmeti iktiza ederse o şeyi yaratır. İnsan tercih etmese Allah o sonucu yaratmayacaktı. İnsan tercihi ile o sonucun yaratılmasına vesile olmuş olur. Mesela insan, birini öldürmeyi tercih eder.  Allah da insanın tercihi üzerine o insanın öldürme fiilini ve ölümü yaratır. Fakat insan birini öldürmeyi tercih etmese durduğu yerde Allah insana zorla birini öldürtmez. Öldürme fiilini yaratmaz. Bundan dolayı da insan sorumlu ve mesul olur. 

Konunun daha açık anlaşılması için şu misallerle izah etmek mümkündür: Misalde hata olmasın. Allah’ın kudretini veya iradesini denize benzetirsek, insanın yaratılan fiilerini de bir gemi olarak kabul etsek, denizin içindeki gemi hangi tarafa giderse gitsin yine o denizin içinde kalacaktır. Dümen her ne kadar insanın elinde gözükse de yapılan bütün filler denizde gerçekleşmektedir. Ancak dümeni çeviren insandır. Dolayısıyla geminin gittiği yerden veya yapacağı kazadan kendisi mesuldür. Hâlbuki geminin akması da dümenin çevrilmesi de denizin içinde gerçekleşmektedir. Tabir caizse deniz olmazsa bunların hiç biri gerçekleşmez. Ancak kimse neticeden denizi sorumlu tutamaz.

Hem mesela asansöre binen birisi hangi düğmeye basarsa oraya gidecektir. Yapılan bütün işlemler asansörün içinde gerçekleşmektedir. Kimse asansör bunu yaptı demez. Hâlbuki o şahsı taşıyan, gittiği yere ulaştıran haddizatında asansördür. Asansördeki bütün işlemlerden sorumlu olan kişinin kendisidir. Tabiri caizse asansör lisan-ı haliyle insana derki, seni taşıyan benim ancak sen nereye istersen seni oraya götüreceğim. Bu noktada Bediüzzaman hazretleri “İrâde-i cüz’iye-i insaniye ve insanın cüz’-i ihtiyârîsi çendân zaîftir, bir emr-i i‘tibârîdir. Fakat Cenâb-ı Hakk ve Hakîm-i Mutlak, o zaîf cüz’î irâdeyi, irâde-i külliyesinin taallukuna bir şart-ı âdî yapmıştır. Yani ma‘nen der: “Ey abdim! İhtiyârınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise, mes’ûliyet sana âittir!”

Teşbîhte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bıraksan, “Nereye istersen seni oraya götüreceğim” desen, o çocuk yüksek bir dağı istese, sen de götürsen, çocuk üşüse veyahut düşse, elbette “Sen istedin” diyerek itâb edeceksin. Ve onun yüzüne bir tokat vuracaksın. İşte Cenâb-ı Hakk, Ahkemü’l-Hâkimîn nihâyet zaafta olan abdin irâdesini bir şart-ı âdî yapıp, irâde-i külliyesi ona nazar eder.”[1]

İnsan kendisi üzerinde veya fiillerinde yaratılan hiçbir şeyin kendisine ait olmadığını vicdanen anlar. Aynı zamanda fiillerindeki tercihlerde hür ve serbest olduğunu da yine vicdanen açıkça anlamaktadır.

Mesela insanın yeme-içmesine varıncaya kadar her şey Allah tarafından yaratılmaktadır. Mesela yediğimiz yemeğin ağzımızda veya midemizde öğütülmesi de Allah’ın kudretiyle olmaktadır. Ancak önüne gelen bir yemeği ağzına koyuncaya kadar, hatta midesine gidinceye kadar onu yemek veya yememek hususundaki tercihte insan serbesttir.

İşte bu işlerin tamamında meydana gelen yaratma Allah’a aittir. Ancak onu kesb etmek insana aittir. Kesb ise; insanın kendi iradesinin işlediği fiil üzerindeki etkisiyle sorumluluğa sebep olan yönelişine verilen isimdir. Burada insan tercih yapınca Cenab-ı Hakk yaratmaktadır. Dikkat edilince İmam Eş'arî insanın iradesini devrı dışı bırakmıyor. Bilakis insana sorumluluğu için verilmiş olan tercihi ortaya koymaktadır. Bunu anlamayanlar Onu Cebriyye veya Cebri Mutavassıt olarak isimlendirmişlerdir. Halbuki Onun kastı Cenab-ı Hakk'ın insanın cüzi iradesini kendi külli iradesine basit bir şart yapmış olmasıdır. Yani kul nasıl isterse Allah öyle yaratır. İsteyen kul olduğuna göre mesul olanda o olur. 

 İşte görüldüğü gibi yaratmanın tamamı Allah’a mahsustur. Eş’arilere göre insanın iradeli fiilleri de mahlûktur. Bu fiillerde yaratılıyor, eğer yaratılma varsa bunu yapan Allah’tır. Bunda bir ortaklık söz konusu olamaz. İşte imam Eş’ari veya Eş’ariler bundan dolayı yaratmanın olduğu herşeyi doğrudan Allah’a vermişler. İnsan için ancak kasib yani fiili isteyen veya ona sahip çıkandır demişlerdir. Kesbi insanın sorumluluğu için yeterli görmüşlerdir. Mutezile veya o görüşe yakın olanlar ise buradaki ince sırrı anlayamayınca tam olmasa da cebrilik/cebri mutavassıt var diye ittiham etmektedirler.  

İmam Eş’arî hazretlerinin bu görüşü yaratma noktasında fiillerin anlaşılması için oldukça nezih bir anlayıştır. Ehl-i Sünnetin tamamı fiillerin yaratılmasının Allah tarafından gerçekleştiği cihette hemfikirdirler. Ancak aralarında insana aid olan ve sorumluluğu gerektiren irade noktasında bazı lafız farklılıkları mevcuttur. Bu iradenin mahlûk olup olmaması cihetinde kula verilebilecek olan kısmı hangisidir? Meyelan mı? Meyelanın içindeki tasarruf mu? İşte burada imam Eş’arî daha tenzihi konuya yaklaşmış ve meyelanın da yaratıldığını ve dolayısıyla kula verilemeyeceğini, ancak meyelanın içindeki tasarrufun harici bir vücudu olmadığını dolayısıyla bunun kula verilebileceğini ifade etmiştir. İşte buradaki tenzihi yaklaşımından dolayı mutezile veya o görüşe yakın duran bazıları tarafından ılımlı Cebriyye denilebilecek “cebri mutavassıt” olarak isimlendirilmiştir. Yukarıda da ifade edildiği gibi bu doğru değildir. Bilakis insanın konumu ve sorumluluğu cihetinde İmam Eş’arî’nin fikri Kur’an ve sünnet ölçülerinde oldukça münasib bir düşüncedir.

 

Detaylı bilgi için ayrıca bakınız;

https://risale.online/soru-cevap/insan-muhtar-gorunumlu-mecburdur

https://risale.online/soru-cevap/imami-esariye-gore-kulun-iradesi-ve-kesbi

https://risale.online/soru-cevap/hur-irade

https://risale.online/soru-cevap/cuzi-iradenin-mahiyeti

https://risale.online/soru-cevap/cuzi-iradenin-temeli-bir-emr-i-itibari-oldugundan-illet-i-tamme-istemez

https://risale.online/soru-cevap/allahin-iradesi-ile-kulun-iradesi


[1] Tılsımlar, 86.

[2] Tılsımlar 85-86.

 


Yorum Yap

Yorumlar