2. Lema'da geçen; "Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffî eder, kemâl bulur, kuvvet bulur, terakkî eder, netice verir, tekemmül eder, vazîfe-i hayatiyeyi yapar.” Cümlesini açıklayabilir misiniz?
İslâm dini insanın Allah (c.c) tarafından yaratılarak yokluktan varlık alemine çıkarıldığını, bu dünyadaki vazifesinin Allah (c.c)’ı tanımak, O’na kulluk etmek olduğunu ve ebedi saadet yurdu olan cennete doğru sevk edildiğini bildirir. İnsanı böylelikle bütün karmaşalardan ve bütün bilinmezliklerden kurtarır. Var oluşun ve hayatın gaye ve amacını bildirerek, hayatın ne kadar kıymetli ve güzel olduğunu fark ettirir.
Dünya hayatının sermayesi olan ömür pek kısadır. Fakat bu kısa ömürde Rabbimizin rızasını kazanmak gibi önemli bir vazife, ebedi saadet yurdu olan cenneti elde etmek için de yapılacak lüzumlu pek çok işler vardır. Merhamet sahibi olan Rabbimiz bu kısa ömrün ebedi güzel neticeleri kazandırması için dakikası saat, günü ay veya yıl kadar sevap kazandıracak musibetleri bize verir. Böylelikle kul o musibetlere ve hastalıklara sabır içinde şükrettikçe, uzun bir ömürde ancak kazanılabilecek sevapları kısa bir ömürde kazanır. Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurur:
“Evet hastalıkla geçen bir ömür, Allah’dan (c.c) şekvâ (şikâyet) etmemek şartıyla, mü’min için ibâdet sayıldığına rivâyet-i sahîha (sahih rivayet) vardır. Hatta bazı sâbir (sabreden) ve şâkir (şükreden) hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibâdet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin (olgun insanların) bir dakikası, bir gün ibâdet hükmüne geçtiği, rivâyât-ı sahîha ile ve keşfiyât-ı sâdıka (sadık keşifler) ile sabittir. Senin bir dakika ömrünü, bin dakika hükmüne getirip, sana uzun bir ömrü kazandıran hastalıktan teşekkî (şikâyet) değil, teşekkür et.”[1]
Dünyadaki imtihanın önemli hikmetlerinden biri insanın maddi ve manevi kabiliyetlerinin ortaya çıkması ve gelişmesidir. Karşılaşılan sıkıntılar, musibetler ve hastalıklar bu kabiliyetlerin ortaya çıkması içindir. Yoksa azap ve eziyet için değildir.
Bir tohumun ağaç olup meyve verecek kabiliyeti ve istidadı vardır. Fakat bu kabiliyet ve istidatların ortaya çıkabilmesi tohumun toprağa atılıp pek çok kimyasal tepkimelere ve vereceği mücadeleye bağlıdır. Eğer bu tip sıkıntıları görmemesi için tohum toprağa atılmayacak olsa, ondaki bu kabiliyetlerin hiçbirisi ortaya çıkmayacaktır. O sıkıntılar tohumun ağaç olarak daha güzel bir hayata kavuşmasına sebeptir. Onun için toprak altında çektiği sıkıntılar bir nevi rahmettir. Onu toprağa eken şahsın gayesi de tohuma eziyet vermek değil, ondaki güzel neticeleri ortaya çıkarmak içindir.
Mesela bir okul eğitim ve öğretim için hazırlanır. Bunun için insanlar birçok sıkıntıya maruz kalır. Sabah erken kalkar, ağır çantalar taşır, uzun süre okulda bekler, derslere katılır, kafasına göre hareket edemez. Kısacası eğitim ve öğretim için bütün bu sıkıntılara katlanmak ve oradaki düzene tabi olmak zorundadır. Dışarıdan bakan bir insan, öğrencilerin elde edeceği kazanımları bilmediğinden çekilen bu sıkıntıları zulüm gibi görebilir. Bundan dolayı haksız yere itiraz ve şikâyet edebilir.
Hem mesela bir çocuğun doktor olabilmesi için yaklaşık 20 yıl okuması, bu uzun süre zarfında binlerce yazılı, sözlü ve uygulamalı sınavı başarıyla geçmesi gerekir ki kabiliyetleri inkişaf edip doktor olabilsin. Bu kişiye ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite süreçlerinden geçmeden doktorluk diplomasının verilmesi yanlıştır. Sınavların yapılması veya bir meslek dalında zorunlu eğitimlerin şart koşulması şahısların sıkıntı çekmesi için değildir. Kişinin yetişmesi ve mesleği öğrenmesi içindir.
Hem mesela herhangi bir spor dalında kabiliyetlerin gelişimi için uzun antrenmanlar yapılır. Bazen bu antrenmanlar günlük 8-10 saati bulabilir. Bu antrenmanlar esnasında birçok zahmet ve sıkıntı çekilir. Bu sıkıntılar eziyet için değil; kabiliyetlerinin gelişmesi ve ilerlemesi içindir.
İnsan, yaratılmışlar içerisinde en donanımlı varlıktır. Yaratılmışların en şereflisi olabilecek, Allah’ın (c.c) bütün isim ve sıfatlarını üstünde gösterebilecek, ebedi cenneti kazanabilecek, Cenab-ı Hakk’ın cemalini görebilecek bir kabiliyet ve istidada sahiptir. Ondaki bu istidatların ortaya çıkması tohum, öğrenci ve sporcu örneklerinde olduğu gibi ortaya koyacağı mücadeleyle mümkündür. Bu mücadeleler hastalık, musibet, sıkıntı ve yükümlülüklerle (emirler ve yasaklarla) olmaktadır. Allah’ın (c.c) bu hastalık, musibet ve yükümlülükleri vermesi de insana zulüm ve eziyet için değildir. Bilakis insandaki tüm güzel kabiliyetlerin ortaya çıkması, hayatın gerçek vazifesinin ortaya konması içindir.
Hayat sürekli sağlık ve afiyet içerisinde devam ettiğinde insan, dünyanın fani olduğunu ve kendisini ahiretin beklediğini çoğunlukla unutur. Dünyada ebedi kalacağını zanneder. Bu durum dünyanın fani ve geçici lezzetlerine dalmasına ve ebedi ahiret hayatını mahvetmesine sebep olur. Fakat ne zaman başına bir belâ ve musibet gelse dünyanın faniliğini, ölümün kendisini beklediğini ve ölümden sonra ebedi bir hayatın var olduğunu hatırlar. Böylelikle ölüm için hazırlık yapmaya, ahiret hayatını kazanmaya vesile olacak ibadetlere yönelmeye başlar. Bu yönüyle bakıldığında musibetler, insanı gafletten uyandırıp ibadete yönelmeye vesile olduğu için, Allah’ın (c.c) bir lütfu ve ihsanıdır. Hayatın gerçek vazifesini hatırlatmasıdır.
Bu dünya hayatının imtihan yeri olduğunu bilen insan; musibetlerin Allah’tan (c.c) geldiğini ve Allah’ın (c.c) kullarına kaldıramayacakları yükü yüklemediğini, musibetlere sabretmenin ibadet olduğunu ve birçok hikmetlerinin bulunduğunu, peygamberlerin başına daha çok musibetlerin geldiğini, daha büyük musibetlere maruz kalanların var olduğunu, musibetin geçiciliğini, bununla beraber sabır kuvvetinin her sıkıntıya yeterli gelebildiğini anlasa, ibadet ve dua ile Allah’a (c.c) sığınır ve her musibete karşı sabredebilir. Hatta musibetlerin altındaki güzel manaları anlayarak ve musibetlerin kazandırdığı mükâfatları düşünür, hayatı böylelikle tekâmül eder, kuvvet bulur, netice verir, gerçek hayat vazifesini yerine getirmiş olur.
İnsanın hayatı sürekli sıhhat ve afiyet içinde devam ettiğinde sahip olduğu birçok nimetin farkına varamaz. Fakat ne zaman başına bir musibet gelse fark edilmeyen bu nimetlerin ne kadar büyük, ehemmiyetli ve kıymetli olduğunu anlar. Bunun içindir ki Peygamberimiz (s.a.v) “İnsanlar iki şeyi kaybetmedikçe kıymetini genellikle anlamazlar. Biri boş zaman birisi de sıhhattir.”[2] Buyurmuştur.
Sıhhat ve afiyet dünyada hiçbir hazineyle alınamayacak kadar kıymetlidir. Bu noktada Cihan Sultanı Kanuni Sultan Süleyman’ın; “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” sözü bu gerçeği gözler önüne serer. Mesela dakikada ortalama 15-20 defa alıp verdiğimiz nefesin ne kadar değerli olduğunu çoğu defa fark etmeyiz. Ancak nefes almakla ilgili bir musibet başımıza geldiğinde nefes alıp vermenin paha biçilmez bir nimet olduğunu anlarız. Eğer bu musibetler olmasaydı bu nimetlerin ne kadar büyük olduğunu fark edemeyecektik. Demek ki musibetler sahip olduğumuz hayat nimetinin kıymetini bize fark ettirir. Bundan dolayı böyle paha biçilmez nimeti fark etmemize vesile olan musibetlere şikâyet değil şükretmeliyiz ve sabırla karşılamalıyız.