Soru

Tadil-i Erkan ve Kıraat Hataları

Namazı tadil-i erkan ile kılmak ne demektir? Namaz surelerini eksiksiz okumak da buna giriyor mu? Eğer okuma hataları namazı bozuyorsa, bu güne kadar kılınan namazları kaza etmek mi gerekir?

Tarih: 17.12.2009 00:00:00
Okunma: 20871

Cevap

Tadil-i erkan, namazın rükünlerini ölçülerine uyarak yerine getirmek demektir. Daha çok ruku, kavme (rukudan doğrulma), iki secde ve secde arası olarak toplam beş yerde, vücudun en az sübhanallah diyecek kadar hareketsiz olarak beklemesi olarak tarif edilmiştir.

Kıyam ve kıraatin de birer rükün olduğunu dikkate alırsak, bunların da olması gereken miktarda yapılması tadil-i erkandan sayılabilir. Kıyamda kıraat yapılırken, yani Kur'an okunurken, Fatiha ve en az üç ayeti tane tane okumak ve bu kadar süre ayakta kalmak da şarttır. Bazen öyle namaz kılanlarla karşılaşılıyor ki, Fatiha'nın yarısını okumaya yetmeyecek sürede, hem Fatiha'yı, hem de zamm-ı sureyi okuyup rukuya gidiyor. Bu kadar süratli bir okuyuş ve bu kadar kısa süre kıyamda durmak da tadil-i erkana uygun değildir.

Hızlı okumanın dışında bir de sorduğunuz okuyuş hataları konusu vardır. Bu hatalara fıkıhta zelletü'l kâri denir. Bir kısmı namazı bozarken, çoğu namazı bozmaz. Geniş bir konu olup fıkıh kitaplarında bunlar hakkında tafsilat verilmiştir. Ömer Nasuhi Bilmen İlmihalinde sualinize ışık tutan şu bilgiler mevcuttur:

"Kur'ân-ı Kerîm'in okunuşunda yanılarak i'rab (harekeler) yönünden yapılacak hata, manayı ne kadar değiştirecek olursa değiştirsin, namazı mutlaka bozmaz. Çünkü insanların çoğu i'rabın şekillerini ayırmaya güç yetiremez. "İbrahime" kelimesinin sonunu "İbrahimu" şeklinde ötre ve "Rabbuhu" kelimesinin "Ba" harfini de üstün "Rabbehu" şeklinde üstün okumak gibi... "Na'budu" kelimesinin be'sini de "Na'bedu" şeklinde esre okumak böyledir.

-İki harf arasında mahreç birliği veya yakınlığı olmadığı halde çoğunluk bakımından güçlük bulunup bunların aralarını ayırmak zor olsa, bunlardan birinin yerine diğerinin telâffuz edilmesi, fıkıh alimlerinden çoklarına göre namazı bozmaz" (Ö. Nasuhi Bilmen, Büyük İlmihal)

Namazların Kazası Gerekir mi?

Bu suale cevap mahiyetinde yine Ö. Nasuhi'de şu izahlar vardır:

"Deniliyor ki, bir namaz birçok yönlerden sahih olduğu halde, bir yönden bozuk olsa, ihtiyat olarak bozulduğuna hüküm verilir. Bundan kıraat hususu müstesnadır; çünkü bunun üzerinde çoğunluk bakımından düzgün okuma güçlüğü vardır. Onun için sıhhat yönü tercih edilir. Bununla beraber bu hususta da, namazı yeniden kılmak ihtiyata daha uygundur.

İmam Şafiî'ye göre, Fatiha'nın gayrındaki hata namazı bozmaz. Çünkü bu İmama göre kasden olmayan söz namazı bozmaz. Bu hatanın ise kasıd ile bir ilgisi yoktur. Fatiha'daki hata ile namazın bozulması ise, mezhebine göre, Fatiha'sız namazın caiz olmamasından dolayıdır."

Buradaki izahlardan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz. Hanefi mezhebinde, en az üç ayet ve hatta bir ayet okumakla kıraat farzının yerine geldiğine dair hüküm var. Kıraat hataları olan birisi bunu kasden yapmadığından ve hiç olmazsa bir, iki veya üç ayeti doğru okumuş olması kuvvetle muhtemel olduğundan, hatalı okuyuşlar bulunan namazlarını kaza etmesi gerekmez.

Çünkü bunda halkın üstesinden gelemeyeceği bir zorluk vardır. On yıl boyunca bir harfi yanlış okuduğunu ve bunun manayı bozduğunu öğrenen kimse bu kadar namazı sil baştan nasıl kılacaktır? Ayrıca aynı kişi avam olduğuna göre önündeki on yılda doğru okuyacağına nasıl emin olacaktır.

Bu noktada kulun vazifesi, namazının eksik ve layıkı ile olamadığını bilip Allah'ın rahmetinden kabulünü ummaktır.

Buna benzer vesveselerin cevabı olarak Bediüzzaman Hazretleri şöyle güzel bir tesellide bulunur:

"Böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense, amelini kusurlu görse, istiğfar etse, daha evlâdır. Madem böyledir, sen vesveseyi at. Şeytana de ki:

Şu hal, bir harecdir (zorluktur). Hakikat-ı hale muttali olmak (ibadetin şartlarının tam yerine gelip gelmediğini bilebilmek) güçtür. Dindeki yüsre (kolaylığa) münafîdir (terstir).(Dinde zorluk yoktur - Din kolaylıktır) esasına muhaliftir. Elbette böyle (kusurlu) amelim, bir mezheb-i hakka muvafık gelir (uyar). O bana kâfidir.

Hem lâakal (en azından) ben aczimi itiraf ederek ibadeti lâyık-ı veçhile (layık şekilde) eda edemediğimden istiğfar ve tazarru' (yalvarma) ile merhamet-i İlahiyeye dehalet edip (sığınıp), kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabul olunmak için mütezellilane (tevazuyla) bir niyaza vesiledir." (21. Söz)

Namazın rükünlerinin (erkanının) nasıl yapılması gerektiğine ve tadil-i erkana dair iki güzel makaleyi aşağı alıyoruz.

Namazın Rükünleri

1) İftitah Tekbiri:

Namaz kılanın ayakta ve kendi işiteceği kadar bir sesle "Allahu ekber" demesine "iftitah tekbiri" veya "tahrîme" denir. Bununla namaza başlanmış ve dış dünya ile ilgi kesilmiş olur.

    Ayakta duramayan kişi oturarak tekbir alabilir. Tekbir, gücü yetenler için arapçadır. Başka dilde olmaz. Arkasındaki cemaate duyurabilmesi için imamın tekbiri açıktan alması müstehaptır. Dilsiz veya başka dilde tekbir getirmekten aciz olan kimseden, tekbir getirme farizası düşer. Tekbirin yalnız bir bölümünü, söylemeye gücü yetene, o kısmın bir anlamı varsa gücünün yettiği kadarı yeterli olur.

    Allah Teala'yı yüceltme anlamı taşıyan "Allahul-Kebîr", "Allah Kebîr" veya yalnız "Allah" denilmesi de farz için yeterlidir. Ancak, "Allahümmağfirlî (Allah'ım beni bağışla)", "Estağfirullah (Allah'tan bağışlanmamı istiyorum)", "Euzübillah (Allah'a sığınıyorum)" veya "Bismillah (Allah'ın adı ile başlıyorum)" gibi sözlerle namaza başlanmış olmaz. Çünkü bunlar birer dua cümlesi olup, yalnız ta'zîmi ifade etmez. Hanefilere göre, namaza "Allahu Ekber (Allah her şeyden yücedir)" sözü ile başlamak vacip, bu sözden başkasını tercih etmek ise tahrimen mekruhtur.

    Namaza, iftitah tekbiri ile başlamanın farz oluşu ayet-i kerime ve hadis-i şeriflere dayanır: Allah Teala; "Rabbini yücelt" (el-Müddessir, 74/3) buyurur. Hz. Peygamber (s.a.s) de şöyle buyurmuştur: "Namazın anahtarı temizliktir, tahrimesi ise tekbirdir" (Ebü Davud, Salat, 73, Taharet, 31; Tirmizî, Mevakît, 62, Taharet, 3; İbn Mace, Taharet, 3). "Allah Teala abdesti yerli yerinde almadıkça, sonra kıbleye dönüp Allahu ekber" demedikçe bir kimsenin namazını kabul etmez" (Ebû Davud, Salat, 144).

    Hz. Peygamber namazını hatalı kılan bir sahabeye namazı tarif ederken; "Namaza kalktığın zaman tekbir getir" (Buharî, Ezan, 95, 122; Müslim, Salat, 45; Ebû Davud, Salat, 164; Tirmizî, Mevakît, 110) buyurmuştur.

    Ekber yerine "ekbar" veya Allah yerine "Allah" şeklinde uzatarak okumak manayı bozacağı için bununla namaza başlanmış olmaz. Namaz içinde böyle bir okuyuş, namazı bozar. Ekber'in "kaf'ını yumuşak okuyarak "eğber" denilmesi namaza zarar vermez. Çünkü bundan kaçınmak güçtür.

    İmama uymak üzere alınan iftitah tekbirinin tamamının ayakta alınması şarttır. Bu yüzden rüku halindeki imama uyan kimse "Allah" lafzını ayakta, "ekber" lafzını ise rükûda iken söylese bununla imama uymuş olmaz. Yeniden doğrulup tekbir alması gerekir. Bu arada rüküyu kaçırırsa, birinci rekatı kaza eder.

    Ebû Hanife'ye göre, Arapça dışında bir dilde tekbir getirmek de yeterlidir. Çünkü Allah Teala; "Rabbinin ismini anıp, namaz kılan, mutlaka kurtuluşa ermiştir" buyurur.

    2) Namazda Kıyam:

    Gücü yetenin farz namazda ve vitir veya adak gibi vacib namazlarda ayakta durması bir rükündür. Bu yüzden ayakta durmaya gücü yeten kimsenin oturarak kılacağı bir farz veya vacib namaz caiz olmaz. Rükünler farz olduğu için onlara uymak gerekir (Zeylaî, a.g.e., l, 104; İbnul-Hümam, a.g.e, 1,192, 304, 378; eş-Sîrazî, el-Muhezzeb, l, 70; ez-Zühaylî, a.g.e., l, 635 vd.; Bilmen, a.g.e., s. 122 vd.). Çünkü, Allah Teala; "Allah'a itaat ederek ayakta durun" (el-Bakara, 2/238) buyuruyor. Hz. Peygamber bir hadisinde; "Ayakta namaz kıl" buyurmuştur. Hadis, İmran (r.a)'dan şu sözlerle rivayet edilmiştir. "Bende basur hastalığı vardı. Hz. Peygamber'e namazı nasıl kılacağımı sordum? Ayakta kıl, eğer gücün yetmezse oturarak, yine gücün yetmezse yaslanarak kıl" buyurdu. Nesaî şunu ilave etmiştir: "Eğer gücün yetmezse sırt üstü kıl. Allah kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez" (Buharî, Taksîr, 19; Ebü Davud, Salat, 175; Tirmizî, Salat, 157; İbn Mace, İkamet, 139)."

    Bu duruma göre, hasta ayakta namaz kılmaya güç yetiremez veya ayağa kalkınca hastalığının artmasından veya uzamasından yahut da şiddetli ağrı duymasından korkarsa, namazı oturduğu yerde kılar, gücü yeterse rükû ve secdeye varır. Çünkü zorluk kolaylığı celbeder, zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur.

    Bir hasta, bir yere dayanarak ayakta namaz kılabildiği sürece, farz namazları oturduğu halde kılamaz.

    Yine bir süre ayakta kılmaya gücü yeten kimse o kadar ayakta durur, sonra oturarak namazını bitirir. Hatta yalnız iftitah tekbirini ayakta alabilen kimse, bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup namazını kılar (bk. el-Kasanî, a.g.e., l, 105 vd.; İbnul-Hümam, a.g.e., l, 375 vd.; el-Meydanî, el-Lübab, l, 100 vd.; Zeylaî, a.g.e., l, 109).

    3) Namazda Kıraat:

    İmamın veya tek başına namaz kılanın, nafile namazlar ile, vitir namazının bütün rekatlarında, üç veya dört rekatlı farz namazların ise iki rekatında bir miktar Kur'an-ı Kerim okuması farzdır.

    Namazda kıraatın farz olan miktarı, Ebû Hanîfe'ye göre, her rekatta kısa da olsa bir ayettir. Böyle bir ayet okununca bu farz yerine getirilmiş olur. Fakat Ebû Yusuf'a, İmam Muhammed'e ve Ebû Hanîfe'den başka bir rivayete göre bu miktar, kısa üç ayet veya böyle üç ayet miktarı uzun bir ayettir. İhtiyata uygun olan bu görüştür.

    Bir harften veya bir kelimeden ibaret olan bir ayetin, mesela; "Nûn" ve "Müdhâmmetân" ayetlerinin okunması, sağlam görüşe göre yeterli olmaz. Çünkü bu, bir kıraat sayılmaz.

    Kıraatin farz oluşu şu delillere dayanır: Allah Teala şöyle buyurur: "Kur'an dan kolayınıza gelen ayetleri okuyun" (el-Müzzemmil, 73/20). Burada mutlak emir vücub ifade eder. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Kıraatsız namaz yoktur" (Müslim, Salat, 42; Ebü Davud, Salat, 132, 167).

    Yukarıdaki ayet, namazda mutlak olarak Kur'an okumayı emretmektedir. Bu yüzden Kur'an adını taşıyan en az okuyuşla kıraat gerçekleşir. Bununla birlikte namaz dışında Kur'an okumak farz değildir. Çünkü ayetin gelişinden bu anlaşılmaktadır.

    Namazda Fatiha'yı okumak vacibtir. Fatiha terkedilse, namaz tahrîmen mekruh olmakla birlikte sahihtir. Hz. Peygamber'in; "Fatiha'yı okumayanın namazı kabul değildir" (Tirmizî, Mevakît, 69; Darimî, Salat, 36) hadisi Hanefi müctehitlerince, "Fatiha'sız namazın fazileti yoktur" anlamına hamledilmiştir.

    İmama uyan kimsenin Kur'an okuması gerekmez. Çünkü, Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, merhamet olunasınız" (el-A'raf, 7/204). Ahmed b. Hanbel bu ayet hakkında şöyle demiştir: "Bu ayetin namazla ilgili olarak indiği konusunda görüş birliği vardır. Ayet namazda dinlemeyi ve susmayı emretmektedir. Dinlemek ise açıktan kıraat yapılan namazlara mahsustur. Susmak hem gizli, hem de açık okunan namazları içine alır. Bu yüzden namaz kılanların açık okunan namazlarda da, gizli okunan namazlarda da susmaları vacibtir" (ez-Zühaylî, a.g.e., l, 648).

    Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir kimse imamın arkasında namaz kılarsa o imamın okuyuşu onun da okuyuşudur" (İbn Mace, İkame,18). Bu hadis, gizli okunan namazları da, açık okunanları da kapsamına alır. Yine Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "İmam kendisine uyulması için nasbedilmiştir. İmam tekbir getirdiği zaman siz de getirin, Kur'an okuduğu zaman sizler susun " (Buharî, Taksîr, 19; Ebü Davud, Salat, 68, 175; Tirmizî, Salat, 150,157; İbn Mace, İkame, 13, 144; Ahmed b. Hanbel, II, 230).

    Hanefiler dışındaki çoğunluk, namazda kıraattan maksadın Fatiha suresi olduğunu söylemiştir. Dayandıkları delil: "Fatihayı okumayanın namazı yoktur", "Fatihatül-Kitab'ın okunmadığı bir namaz yeterli değildir" anlamındaki hadislerdir (bk. Tirmizî, Mevakît, 69, 115, 116; İbn Mace, ikame, II).

    4) Rükû:

    Namazlarda rükûda bir rükün olup farzdır. Kıraattan sonra eğilerek rükuya varılır. Rükûda baş ve sırt düz tutularak eller dizlere kadar varır. Bu yüzden ayakta namaz kılan kimsenin rükü için yalnız başını eğmesi yeterli olmaz, arkasını da eğerek, baş ve sırt düz bir hat meydana getirmelidir. Bu tam bir rüküdur. Bununla birlikte namaz kılan, rüküda tam bu durumda bulunmazsa bakılır, eğer kıyama daha yakın görülürse rüküu sahih olmaz, fakat rükü durumuna daha yakın görülürse sahih olur. Sırtı kambur olan kişi, eğer gücü yeterse, normal rükuya göre biraz fazla eğilir (İbnül-Hümam, a.g.e., l, 193, 208 vd.; İbn Abidîn, a.g.e., l, 416; el-Meydanî, a.g.e., l, 69).

    Rükû'nün farz oluşu ayet ve hadislere dayanır. Allah Teala şöyle buyurur: "Ey İman edenler! Rükü edin" (el-Hacc, 22/77).

    Resulullah (s.a.s)'in yaptığı rükû şeklini Ebü Humeyd (r.a) şöyle açıklar: "Hz. Peygamber'in rükü yaparken ellerini dizleri üzerine koyduğunu gördüm. Sonra sırtını düzgün tutardı" Hz. Aişe (r.anha) rüküda başın eğilmesi şeklini şöyle nakleder: "Resulullah (s.a.s) rükuya gittiği zaman başını yukarıya doğru kaldırmaz, aşağı doğru da eğmezdi. İkisi arasında bir vaziyette tutardı (Müslim, Salat, 240; Ebü Davud, Salat. 122; İbn Mace, ikame, 16; Ahmed 6. Hanbel, VI, 31,194)

    Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur: "Hz. Peygamber rükuya gidince, sırtı üzerinde bir bardak su bulunacak olsa, hareket etmezdi" (Buharî, Ezan, 120; Ahmed b. Hanbel, l, 123).

    Oturarak namaz kılan kimse rüküda biraz eğilmesi, secdede bundan daha fazla eğilmesi gerekir.

    5) Secde:

    Secde namazda bir rükün olup, farzdır. Namaz kılan kimse rüküdan sonra secdeye varır. Secdede alın, yüz, iki ayak, iki el ve iki diz yere veya yere bitişik bir şey üzerine konulur. Böylece Allah Teala'ya ta'zîmde bulunulur. Bu secde her rekatta birbiri ardınca iki kere yapılır.

    Secdelerin farz olduğu konusunda görüş birliği vardır. Allah Teala şöyle buyurur; "Ey iman edenler! Rükû ve
secde yapın " (el-Hacc, 22/77).

    Resulullah (s.a.s) de namazını kötü bir şekilde kılan kimseye şöyle emretmiştir: "Sonra mutmain olacak şekilde secde et. Sonra mutmain olacak şekilde secdeden kalkıp otur, sonra yine mutmain olacak şekilde secde yap.

    Tam ve mükemmel secde yedi aza üzerine yapılan secdedir. Yüz, iki el, iki diz ve iki ayak. Bunun dayandığı delil İbn Abbas (r.a)'dan rivayet edilen şu hadistir: "Ben yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum. Bunlar da; alın (eliyle burnuna işaret etti), iki el, iki diz ve iki ayaktır" (Buharî, Ezan, 133, 134, 137; Müslim, Salat, 226, 227, 229, 230; Nesaî, Tatbîk, 40, 43-45, 56, 58; İbn Mace, İkame, 19).
  
    Alın ve burnun ikisiyle birlikte secde etmek vacibtir. Secdede elleri, dizleri yere koymak farz değil, sünnettir. Çünkü bunu yapmaksızın da secde gerçekleşebilir. Ancak bu, Züfer ve İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbel'e göre farzdır.
  
    Secdede iki ayağı yere koymak farzdır. Bu yüzden iki ayağın veya bir ayağın parmakları yere konulmadıkça, secde caiz olmaz. Tercih edilen görüş budur. Bir ayağın yalnız bir parmağını veya ayağın yalnız üstünü yere koymak yeterli olmaz. Eğer bir kimse iki ayağını da yere koymazsa secdesi geçerli olmaz.
  
    Atılmış yün, pamuk, saman, sünger ve kar gibi bir şey üzerine secde edildiği zaman, eğer bunlar yoğunluk meydana getirip, hacimleri anlaşılırsa secde caiz olur. Fakat bunların içinde yüz kaybolup hacimleri anlaşılmaz ve yüz aşağıya tam yerleşip sertlik hissedilmezse secde caiz olmaz.
  
    Rükü ve secdede durmada sünnet miktarının en azı üçer kere tesbih okumaktır. Ortası beş, en mükemmeli yedi kere tesbih okumaktır. Namazı tek başına kılan kimse, daha çok tesbihte bulunabilir. Fakat imam olan kimse, cemaatin rızası bulunmadıkça, üçten fazla tesbih okumamalıdır. Çünkü cemaatı usandırmak ve namazları kaçırmak uygun değildir.
  
    Rükûda okunacak tesbih; "Sübhane rabbiyelazîm (pek büyük olan Rabbim, her türlü eksikliklerden münezzehtir)" ve secdelerdeki tesbih de; "Sübhane rabbiyel a'la (En yüce olan Rabbim, bütün eksikliklerden) münezzehtir".
  
    Her rekatta iki secde yapılır. Bunlardan birisi bilerek terk edilse namaz bozulur, sehven terk edilse, selamdan sonra bile hatırlansa, namaza aykırı bir şey yapılmamışsa secdeye varılır, daha sonra son oturuş iade edilerek sehiv secdeleri yapılır. Çünkü farz olan secde normal yerinden geri bırakılmıştır.
  
    6) Son Oturuş:
   
    Namazların sonunda teşehhüt miktarı oturmak da namazın bir farzı, bir rüknüdür. Buna "Ka'dei ahire (son oturuş)" denir. İki rekatlı namazlarda ikinci rekattan, dört rekatlı namazlarda ise dördüncü rekattan sonraki oturuşlar "son oturuş"tur.
  
Teşehhüt miktarından maksat ise "Tahiyyati" okuyacak kadar bir süredir. Şafiî ve Hanbelîlere göre ise, son otu-
ruşta teşehhüt ile birlikte Hz. Peygamber'e salavat getirmek, yani; "Allahümme salli ala Muhammed" diyecek kadar oturarak teşehhütte bulunmak bir rükündür.
  
Hz. Peygamber'den nakledilen "Tahiyyat" duası şudur: "et-Tahiyyatü lillahi ve's-salavatü vettayyibatü, es-selamü aleyke eyyühan'Nebiyyü ve rahmetullahi ve berakûtühû. es-Selâmü aleyna ve ala ibadillâhi's-salihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Rasûluh".

Anlamı: "Bütün dualar, senalar, bedenî ve malî ibadetler Allah Teala'ya mahsustur. Ey Peygamber! Sana selam olsun, Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun, (Ey Rabbimiz)! Selam bize ve Allah'ın salih kullarına olsun. Şunu bilir ve herkese açıklarım ki, Allah'tan başka hiç bir gerçek mabud yoktur ve yine bilir ve açıklarım ki, Hz. Muhammed, Allah'ın kulu ve peygamberidir" (bk. Buharî, Ezan, 148, 150; Deavat, 16; Tevhîd, S;Müstim, Salat, 56,60,62; Ebu Davud, Salat, 128).
  
Son oturuşta, teşehhüt miktarı oturmanın farz oluşu şu hadise dayanır: "Hz. Peygamber, İbn Mes'ud (r.a)'a teşehhüdü öğrettiği zaman şöyle buyurmuştur: "Bunu söylediğin veya yaptığın zaman namazın tamam olmuştur" (Ebü Davud, Salat, 178; Nesaî, Tatbik, 15). Yani teşehhüdü okuduğun veya oturma işini yaptığın zaman namazın tamamdır. Burada, Resulullah (s.a.s), namazın tamamlanmasını fiile bağlanmıştır. Bu fiil de oturma işidir. Hz. Peygamber, tahiyyatı ancak oturduğu zaman okumuştur. Bu yüzden namazın gerçekten tamam olması oturmaya bağlıdır (bk. el-Kasanî, a.g.e., l, 133; İbnül-Hümam, a.g.e., l, 113; Zeylaî, Tebyînül-Hakaik, 1,104; İbn Kudame; a.g.e., l, 532; ez-Zühaylî, a.g.e., l, 665 vd.; Bilmen, a.g.e., s.129,130).

Namazda Tadil-i Erkan

Ta’dîl-i Erkân, İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Şâfiî hazretlerine göre farz, İmâm-ı A’zam ile İmâm-ı Muhammed Hazretlerine göre ise vâciptir.

Ta’dîl-i Erkândan maksad; namazın, kıyam, rukû’ ve secde gibi her rüknünü sükûnetle yerine getirmek ve bu rukünleri yaparken her uzvun yatışıp hareket hâlinden berî olmasıdır. Meselâ: Rükû’den sonraki kıyâmda vücut dimdik bir hâle gelmeli ve sükûnet bulmalı, en az bir kere “Sübhânellâh” diyecek kadar ayakta durup, ondan sonra secdeye varmalıdır. Her iki secde arasında da böylece bir tesbih miktarı durmalıdır.

Tadîl-i erkâna riâyet edenler, Namazda mânevî haz duyarlar, acele etmekten sakınırlar. Acele etmeyi, hürmete ve edebe aykırı görürler.

Bu târif ve îzâhattan anlaşılan odur ki, ta’dîl-i erkân, rukû’da, secdelerde, kavme ve celsede her âzâ hareketsiz olduktan sonra “sübhânellâh” diyecek kadar durmaktır.

Ebû Hüreyre Hazretleri’nden rivâyet edildiğine göre; Rasûlullah Efendimiz bir gün mescide girdi. Bir kişi daha gelerek, ta’dîl-i erkâna riâyet etmeden namazını kılıp Peygamberimizle selamlaştı. Peygamberimiz ona: “Dön ve namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmadın” buyurdular. O şahıs dönüp aynı minval üzere namazını kılarak Rasûlullah Efendimize selam verdi.

Peygamberimiz selâmını aldıktan sonra “Dön, namazını kıl, zira sen namaz kılmadın” buyurdular. Bu durum üç defa tekrar edince o kimse: “Seni Hak peygamber olarak gönderen Hz.Allah’a yemin ederim ki, bundan daha iyisini yapamıyorum, bana öğretiniz, yâ Rasûlallah” dedi.

Rasûlullah Efendimiz de “Namaza başlayacağın zaman tekbir al, sonra Kur’ân-ı Kerîm’den ezberinde olan kolay yerlerden oku, sonra mutmain olacak şekilde rukû’ yap, sonra kıyam hâlinde azaların mutmain oluncaya kadar kâim ol, sonra secde halinde mutmain oluncaya kadar secde yap, sonra secdeden başını kaldır ve iki secde arasında mutmain oluncaya kadar otur, ve bütün namazlarını böyle kıl” buyurdular.

“Bir mümin secde ve rukûunu tam yaparak güzel bir şekilde namazını kılarsa, onun namazında bir güzellik ve nur olur. Ve o namazla melekler semaya yükselirler de, namaz, namazı kılan kimseye: Beni muhafaza ettiğin gibi Hz. Allah da seni muhâfaza etsin” diye duâ eder.

Eğer mümin namazını güzel kılmazsa; o namaz zulmânî olur. Ve melekler kerih görerek onu semaya yükseltmezler. Bu namaz namazı kılana bedduâ ederek: “Beni zâyi ettiğin gibi Hz. Allah da seni zâyi etsin” der."

İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri: “Rukûunu ve secdelerini tam yapmayarak namazından çalan musallînin, vâsıl-ı ilallah olma (Allah’a kavuşma) gücü kuvveti kesilir, murâdına ulaşamaz. Hz. Allah’ın emrini kısaltarak, namazda sû-i edepte bulunduğundan (mühim ve ciddî bir hataya düştüğünden) hicranda ve boşlukta kalır.”

İbrâhîm Nehâî Hazretleri: ‘Rukû’ ve secdelerinde hafiflik yapan, (Hakkını vermeyen) bir kişiyi gördüğün zaman, (maîşet sıkıntısına düşme ihtimâlinden dolayı) âile efradına merhamet ediniz” buyurmuşlardır.

Nitekim İmâm-ı Rabbânî Hazretleri de:

“İnsanları, ta’dîl-i erkâna ve âzâların itmi’nânına riâyet ederek namazlarını kılmaya delâlet etmek lâzımdır. İnsanların çoğu bu devletten mahrumdurlar. Ve bu amel, (tâdîli erkân ile namaz kılmak) bilkülliye (tamamen) terk edilmiştir. Binâenaleyh bu amel’i (öğreterek)ihyâ etmek İslâm’ın en mühim husûslarındandır” buyurmaktadır.

Görülüyor ki, tâ’dîl-i erkâna riâyet, çok mühim bir husûstur. Maalesef bir çok insan bu mühim husûsa riâyet etmemektedirler. Müminlerin bu noktada îkâz ve tenvir edilmesi lazımdir.

 


Etiketler

Alâkalı Sorular

Yorum Yap

Yorumlar