Soru

Misyonerler ve Ruhaniler

"Misyonerler ve Hıristiyan ruhanileri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslam ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak."( Emirdağ Lahikası, Sayfa 139) Bu cümleyi izah eder misiniz?

Tarih: 13.06.2009 00:00:00
Okunma: 1631

Cevap

Üstad Hazretlerinin bu mektupları yazdığı dönemde, 2. Dünya savaşı sonrası ve 1950 başlarında komünizm korkusu ve dinsizlik tehlikesi bütün dünyada ciddi bir tehdit haline gelmişti. O dönemde gerek Müslümanlar gerekse hakiki dindar Hristiyanlar ortak düşman olan komünizm ve dinsizlik cereyanına karşı ciddi mücadeleler etmişlerdir.

Metinde geçen ‘Misyonerler’ kelimesi ilk bakışta okuyanların kafasını biraz karıştırıyor gibi olsa da işin hakikati elbette farklıdır. Latince missiodan gelen misyon sözlükte “görev ve yetki”, misyoner ise “görevli olan kişi” anlamına gelmektedir. Yaygın anlamıyla misyoner ise Hristiyanlığı yaymaya çalışan kimse demektir.

Lakin Hz. Üstadın Risalelerinde nazara verdiği grup; hakiki dindar Hristiyan ruhanilari gibi tevhit esaslarını yaymaya çalışan ve dinsizlikle mücadele eden gruptur. Yoksa misyonerliği hoş karşılamadığını gösteren şu ifadeler de ona aittir:
“Âlem-i küfür, bütün vesaitiyle, medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, -âlem-i İslâma- dinen galebe edemedi.” (Mesnevi-i Nuriye, 97)

Meseleyi biraz daha derinleştirecek olursak; Bediüzzama Hazretleri hadis-i şeriflere dayanarak, ahir zamanda İseviliğin safileşerek, yani içindeki hurafelerden temizlenerek İslamiyet’e inkılap edeceğini ifade ediyor. İseviliğin safileşmesi demekse ilk gönderildiği aslî hale dönmesi demektir ki buda bütün ilâhî dinlerin esasını teşkil eden tevhid dinidir.

Üstad Hazretleri bu hususta şöyle der: “Âhir zamanda Hazret-i İsa aleyhisselâm gelecek. Şerîat-ı Muhammediye (asm) ile amel edecek” meâlindeki hadîsin sırrı şudur ki: Âhir zamanda felsefe-i tabîiyenin verdiği cereyân-ı küfrîye ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, Îsevîlik dini tasaffî ederek ve hurâfâttan tecerrüd edip İslâmiyet’e inkılâb edeceği bir sırada; nasıl ki Îsevîlik şahs-ı ma‘nevîsi, vahy-i semâvî kılıcıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı ma‘nevîsini öldürür. Öyle de, Hazret-i İsa Aleyhisselâm Îsevîlik şahs-ı ma‘nevîsini temsîl ederek, dinsizliğin şahs-ı ma‘nevîsini temsîl eden Deccâl’ı öldürür. Yani inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek. (Mektubat-1, 1)

Yine bu meyandaki izahlarından birisinde Üstad Bediüzzaman şöyle der: ’İşte böyle bir sırada, o cereyân pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i ma‘neviyesinden ibâret olan hakîkî Îsevîlik dini zuhur edecek. Yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzûl edecek. Hâl-i hâzır Hristiyanlık dini, o hakîkate karşı tasaffî edecek. Hurâfâttan ve tahrîfâttan sıyrılacak. Hakāik-i İslâmiye ile birleşecek. Ma‘nen Hristiyanlık, bir nevi‘ İslâmiyet’e inkılâb edecektir. Ve Kur’ân’a iktidâ ederek (tabi olarak), o Îsevîlik şahs-ı ma‘nevîsi tâbi‘ ve İslâmiyet metbû‘ (tabi olunan) makamında kalacak. Dîn-i hak bu iltihâk neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır…’’ (Mektubat-1, 46-47)

Risale-i Nur’dan bir iktibas daha yapalım; ‘’İkinci vechi şudur ki: Şahs-ı İsa Aleyhisselâm’ın kılıcıyla maktul (öldürülen) olan şahs-ı Deccâl’ın teşkîl ettiği dehşetli maddiyyûnluk ve dinsizliğin azametli heykelini ve şahs-ı ma‘nevîsini öldürecek ve inkâr-ı ulûhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek, ancak Îsevî rûhânîleridir ki, o rûhânîler, dîn-i Îsevînin hakîkatini hakîkat-i İslâmiye ile mezcederek, o kuvvetle onu, dağıtacak, ma‘nen öldürecek.’’ (Şualar-1, 80)

Hz. Üstadın bunlara benzer ifadelerine Risalelerinde rastlamak mümkündür. Tüm bu ifadelerin kısaca özetini beyan edecek olursak Bediüzzaman Hazretleri’nin kastettiği mana şudur:

Ahir zamanda, hakikî İsevîlik dini tekrar ortaya çıkacak, yani hâl-i hazır Hristiyanlık dini arınarak, hurafelerden ve tahriflerden sıyrılacak ve İslâmiyetin hakikatleri ile birleşerek manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Hristiyanlık Kur'ana uyarak, Îsevîlik tâbi' ve İslâmiyet metbu' (tabi olunan) yani imam makamında olacak, hak din bu birleşme neticesinde çok büyük bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlup olan Îsevîlik ve İslâmiyet bu ittifak neticesinde, dinsizlik cereyanına galip gelerek onu dağıtacak bir durumda iken, bedeniyle birlikte semavat âleminde bulunan Hz. İsa Aleyhisselâm’ın şahsı yeryüzüne inerek İsevi ruhaniler arasındaki o hak din cereyanının başına geçecektir. Böyle olacağını, en doğru haberci olan Hz. Muhammed (sav), her şeye kudreti yeten Allah’ın vâdine binaen haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Allah va'detmiştir, elbette yapacaktır. (Bkz. Mektubat, 15. Mektub)

İnebolu Risâle-i Nûr talebelerinden Abdurrahmân Çelebi Salâhaddin’in mektubunda dikkat çektiği husus da oldukça önemlidir:

‘’Şark-ı şimâlîde çıkan, dünya çapında tasavvur edilen bir ejderhadan daha korkunç, dehşetinden bütün beşeriyeti titreten dinsizlik cereyânının beş pençesi, dünyanın beş kıt‘asına uzanmış, iğneli tırnaklarıyla zehirlemeye çalışıyor. Bu muazzam tehlikeyi bin dört yüz sene evvel işaret buyuran Kur’ân-ı Azîmüşşân, bu asırda bu azîm tehlikeye karşı Risâle-i Nûr’u mukābele çıkarıyor. Dünya siyâsiyyûnlarının dinsizliğe bilmeyerek yardım ettikleri yıllarda, Risâle-i Nûr Hristiyan âlemine müslümanlarla ittihâd etmeyi işaret ediyor. Katolik ve protestan misyonerlerini, Asâ-yı Mûsâ ve Zülfikār risâlesiyle îkāz ediyor, maddî ve ma‘nevî mes’ûliyeti gösteriyordu. Yer yüzünde en mütemeddin milletlerden Finlandiya, İsveç, Norveç, bu hakîkat-i nûriye karşısında Kur’ân-ı Kerîm ve hakîmi rehber etmiş, İslâmiyet’le bir nevi‘ ittihâd ederek, şark-ı şimâlîde tam Deccâl’ın ensesine vahy-i semâvî kılıcını, Zülfikār’ı çekmiştir.’’ (Asây-ı Musa, 274)

Son olarak, Hz. Üstad'ın 1953'te Fener Rum Patriği Atenagoras'la İstanbul'da yaptığı görüşme de onun bu hususta nasıl bir fikriyata sahip olduğunu çok açık göstermektedir. Şöyle ki:

1953 senesinde İstanbul'un 500. fetih yıldönümünde Patrik Athenagoras ile görüşen Bediüzzaman ona şöyle der: ‘'Hıristiyanlığın dini hakikîsini kabul etmek, Hazreti Muhammed'i peygamber ve Kur'anı Kerîmi de Kitabullah kabul etmek şartıyla ehl-i necât olacaksınız (kurtuluşa ereceksiniz).'’ Athenagoras ise cevaben: ‘'Ben kabul ediyorum!’’ deyince, Bediüzzaman: '’Pekâlâ, siz bunu dünyanın diğer mânevî reislerine de söylüyor musunuz? '’ diye sormuş. Patrik: 'Söylüyorum; fakat onlar kabul etmiyorlar.'’ diye cevap vermiştir. (Necmeddin Şahiner,'Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî',Nesil Basım Yayın,s.405.)

Ayrıca bakınız;

https://risale.online/soru-cevap/isevi-ruhanilerle-ittifak

https://risale.online/soru-cevap/musluman-isevi

https://risale.online/soru-cevap/hazret-i-isa-aleyhisselamin-semadan-inmesi


Yorum Yap

Yorumlar