Hz. Peygamber (sav) Mirac Gecesi Allah'ı görmüş müdür? Bir kısım rivayetler gördüğünü ifade ederken bir kısım rivayetler Allah'ın nûrunu gördüğünü ifade ediyor. Mirac hakkındaki tüm rivayetler hakkında, özellikle Hz. Aişe (ra), Hz. Abdullah b. Abbas (ra) ve İkrime'nin (ra) rivayet ve görüşleri hakkında bilgi verir misiniz?
Bu konuya giriş yapmadan önce ve ileri sürülen görüş ve delilleri incelemeden önce Allah'ı görmenin aklen câiz ve naklen vâcip olduğunu ifade edelim.[1] Aklen câiz olması; görülmeme ihtimali üzerine hiçbir delil getirilememiş olması demektir. Naklen sabit olması ise şu ifade ile âyet ile delillendirilmektedir:
"Mûsâ, belirlediğimiz vakitte (Tûr Dağına) gelip de Rabbi ona hitap edince: “Rabbim! Bana görün de sana bir bakayım” dedi. Allah da, “Sen beni katiyen göremezsin. Ancak (şu) dağa bak; şayet o yerinde sabit durabilirse o takdirde sen de beni görebilirsin” dedi. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti; Mûsâ da baygın olarak (yere) düştü. Kendine geldiği vakit dedi ki: “Seni tüm noksan sıfatlardan tenzih ederim, tövbe ettim; sana inananların ilki de benim.”[2] buyurulmuştur. Bu âyet iki yönüyle Allah'ın görülebileceğine delildir. Şöyle ki;
Bu âyette ifade edildiğine göre Hz. Mûsâ Allah'ı görmek istemiştir. Eğer Allah'ın görülmesi imkân dâhilinde olmasaydı Hz. Mûsâ bunu istemezdi.
"Allah'ı görmenin imkânsız olduğunu bilmiyordu" denilirse bu da muhaldir. Çünkü Allah hakkında bilinmesi câiz ya da mümteni' olan şeyleri bilmeyen peygamber olamaz. Kur’ân ise Hz. Mûsâ'nın peygamber olduğunu bize muhakkak bir dilde haber vermektedir. Özetle; Allah'ı görmenin câiz olmadığını bildiği halde bunu talep etmesi muhaldir. Bilmediği halde talep etmesi de muhaldir. Zira bunu bilmemesi peygamberliğin şanı değildir. Hâlbuki o peygamberdir.[3]
Yukarıda ifade edildiği gibi Necm Sûresi’ndeki âyetlerin tefsirinde Hz. Peygamber'in kimi gördüğü hususunda ihtilâf bulunmaktadır. Rivâyetlerden anlaşılacağı üzere sahabiden Hz. Âişe başta olmak üzere Abdullah b. Mes’ûd, Ebû Zerr el-Gıfârî, Ebû Hüreyre bu hadisenin Hz. Peygamber ile Hz. Cibril arasında vuku bulduğunu savunmuşlardır. Tabiînden Mücâhid İbn Cebr, Hasan el-Basrî, Katâde İbn Diâme vd. müfessirler de bu görüşü savunmaktadırlar.[4]
Bu görüşün delilleri şöyledir;
Abdullah b. Abbas'tan gelen bir rivâyete göre ise Resûlullah Rabbini görmüştür.[7] Nitekim “Kalp gördüğünü yalanlamadı”[8] âyeti müfessirlerin birçoğuna göre "Gözüyle gördüğünü kalbi yalanlamadı" anlamına gelmektedir ve hem gözle hem de kalp ile gördüğünü işaret etmektedir.[9] Ayrıca "Yemin olsun; Peygamber onu diğer bir inişinde de Sidretü'l Müntehâ'nın yanında gördü." [10] âyetinde zamir ile ikinci defa görüldüğü vurgulanan şeyin Allah olduğunu ifade etmişlerdir.[11] Buna göre Mi`rac gecesinde Hz. Peygamber beş vakit namaz emrinin tespiti amacıyla birkaç kere gidip geldi. O defalardan birinde Rabbini bir daha gördü.[12]
Bu konu hakkında tefsir kaynaklarında bazı rivâyetler şöyledir;
Bir kısım müfessirler "مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى" âyetinde görülenin Allah olduğunu ifade etmişlerdir.[20]
Said Nursi, Sevgili Peygamberimizin Rabbini dünya gözüyle gördüğünü birçok yerde, çok açık ifadelerle dile getirmiştir. Örneğin;
“İşte, bir saatte meşhudatımız, bir saatin saati sayan ibresine binen zîşuur şahsın meşhudatı kadar olduğu ve hakikat-i ömrü de o kadar olduğu halde; âşire ibresine binen şahıs gibi, aynı zamanda, o muayyen saatte, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, burak-ı tevfik-i İlâhîye biner, berk gibi bütün daire-i mümkinatı kat edip, acaib-i mülk ve melekûtu görüp, daire-i vücub noktasına çıkıp, sohbete müşerref olup, rüyet-i cemâl-i İlâhîye mazhar olarak, fermanı alıp vazifesine dönebilir ve dönmüş ve öyledir."[21]
“Erkân-ı imaniyenin hakaikini gözle görüp, melâikeyi, Cenneti, âhireti, hattâ Zât-ı Zülcelâli gözle müşahede etmek, kâinata ve beşere öyle bir hazine ve bir nur-u ezelî ve ebedî bir hediye getirmiştir ki, şu kâinatı perişan ve fâni karma karışık bir vaziyet-i mevhumeden çıkarıp, o nur ve o meyve ile o kâinatı kudsî mektubât-ı Samedâniye, güzel âyine-i cemâl-i Zât-ı Ehadiye vaziyeti olan hakikatini göstermiş, kâinatı ve bütün zîşuuru sevindirip mesrur etmiş.”[22]
"Âdi bir nefere denilse, "Sen müşir oldun." ne kadar memnun olur. Hâlbuki fâni, âciz bir hayvan-ı nâtık, zevâl ve firak sillesini daima yiyen biçare insana, birden"Ebedî, bâki bir Cennette, Rahîm ve Kerîm bir Rahmân'ın rahmetinde ve hayal sür'atinde ruhun vüs'atinde, aklın cevelânında, kalbin bütün arzularında, mülk ve melekûtunda tenezzühe, seyerana ve cevelâna muvaffak olduğun gibi, saadet-i ebediyede rüyet-i cemâline de muvaffak olursun."[23]
"O abdi, hem bütün kemâlât-ı insaniyeyi câmi', hem bütün tecelliyât-ı İlâhiyeye mazhar, hem bütün tabakat-ı kâinata nazır ve saltanat-ı Rububiyetin dellâlı ve marziyât-ı İlâhiyenin mübelliği ve tılsım-ı kâinatın keşşafı yapmak için, burâka bindirip, berk gibi semâvâtı seyrettirip, kat'-ı merâtip ettirerek, kamervâri menzilden menzile, daireden daireye rububiyet-i İlâhiyeyi temâşâ ettirip, o dairelerin semâvâtında makamları bulunan ve ihvânı olan enbiyayı birer birer göstererek, tâ Kab-ı Kavseyn makamına çıkarmış, ehadiyet ile kelâmına ve rüyetine mazhar kılmıştır.[24]
"Bütün o kemâlâtının madeni olan mübarek zâtını ona göstermekle ve huzuruyla onu müşerref eder." [25] ve “İşte, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) yetmiş bin perde arkasında o Sultan-ı Ezel ve Ebedin marziyâtını, doğrudan doğruya, Mir'ac semeresi olarak, hakkalyakîn işitip, getirip beşere hediye etmiştir” [26]”
Bu parça Süeda Yayınlarından neşredilen “Risale-i Nurda İsra, Miraç ve Şakk-ı Kamer” adlı eserden alınmıştır.[27]
İlâve malumat için lütfen bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/mirac-nasil-oldu
https://risale.online/soru-cevap/miractaki-iki-yay-mesafesi
https://risale.online/soru-cevap/mirac-2
[1] Ömer Nesefi, İslâm İnancının Temelleri Akaid, haz. M.Seyyid Ahsen, Bayrak Yayınları, İstanbul 1195, s.84
[2] A'raf, 7/143
[3] Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul 2021, c.3, s.191; Nesefi, İslâm İnancının Temelleri Akaid, s.86
[4]Ahmet Ağırakça, Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı, Artuklu Akademi, 2014/1 (2), 1-30.
[5] Müslim, İman, 291- 292
[6] Müslim, İman, 287; Buharî, Tefsir, 1
[7] Müslim, İman, 284; Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 54
[8] Necm, 53/11
[9] Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, c.28 s.243; Kurtubî, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, c.17, s. 94; İbnü’l-Cevzî, Zâdü'l-Mesîr, c.4, s.186
[10] Necm, 53/13-14
[11] Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, c.28 s.243; Kurtubî, el-Câmi‘ li Ahkâmi’l-Kur’ân, c.17, s. 94; İbnü’l-Cevzî, Zâdü'l-Mesîr, c.4, s.186
[12] İbnü’l-Cevzî, Zâdü'l-Mesîr, c.4, s.186
[13] Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c.7, s.649
[14] Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c.7, s.649
[15] Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c.7, s.649
[16] Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c.7, s.649
[17] Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c.7, s.649; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c.7,s.459
[18] Taberî, Câmi'ul Beyân, c.22, s.508
[19] Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’an, 54
[20] Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl, c.3, s.390; Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl, c.5. s.158; İbnü’l-Cevzî, Zâdü'l-Mesîr, c.4, s.186
[21] Nursi, Sözler, s. 253
[22] Nursi, Sözler, s. 262
[23] Nursi, Sözler, s. 264
[24] Nursi, Sözler, s. 256
[25] Nursi, Sözler, s. 255
[26] Nursi, Sözler, s. 262
[27] Abdulkadir Ertaş, “Risale-i Nurda İsra, Miraç ve Şakk-ı Kamer”, Süeda Yay., İstanbul 2023, s.107