Bir nimete kavuşmak, bir felâketi savmak için veya herhangi bir olayın meydana gelmesi şart koşularak yapılan adaklara muallak adak denir. Muallak adak ise ikiye ayrılır.
1) Gerçekleşmesi istenen bir şarta bağlanan adaklar: “Hastam iyileşirse”, “sınıfımı geçersem”, “falan kimse gelirse” gibi bu tür adakta, adak adayan kimse şartın gerçekleşmesini ve Allah rızası için adadığı ibadeti yapmayı arzulamaktadır.
2) Gerçekleşmesi istenmeyen bir şarta bağlanan adak. “Falan işi yaparsam”, “falanla konuşursam”, “yalan söylersem” gibi. Bu tür adakta asıl maksat adak ve ibadet olmayıp bir işi yapıp yapmama konusunda kişinin kendi iradesini kontrol etmesidir. Bu özelliği bakımından bu kısma giren adaklar bir nevi yemin sayılmaktadır.
Genel olarak Şâfiî ve Hanbelî âlimler, gerçekleşmesi istenen bir şarta bağlanan adak için nezrü’t teberrür (nezrü’t-tâ‘a), gerçekleşmesi istenmeyen bir şarta bağlanan adak için de nezrü’l-lecâc ve’l-gazab adını verirler.
Hanefîlere göre adanan şey ismen belirtilmişse yerine getirilmesi vâciptir. Şâfiî ve Hanbelîler’e göre eğer nezrü’t-teberrür ise yerine getirilmesi vâcip olur. Nezrü’l-lecâcda yani gerçekleşmesi istenmeyen bir şarta bağlanan adak ise adakta bulunan kimse muhayyerdir; şart gerçekleşince dilerse adağı yerine getirir, dilerse yemin kefâretini öder.[1]
İkinci sorunuza gelince; İmam Nevevi bu konuda şöyle demektedir; “Ramazan orucundan bir kısmı bir özür sebebiyle kaçarsa ve sonra özür ortadan kalkarsa, o kimseye, kaçırdığı Ramazan orucunu kaza etmek gerekir. Çünkü Ramazan’ın kazası, adaktan daha önemlidir.” [2]
[1] Ahmet Özel, Adak, TDV İslâm Ansiklopedisi, TDV Yayınları, İstanbul 1988, c.1, s. 337-340
[1] İmam Nevevi, Mecmu’, İdaretü’t Tıba’ el-Münire, Kahire 1347, c.6, s. 392