Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, küfür üzerine ölen bir kâfirin, ebedî bir ömür ile yaşaması halinde bile ömrünü her halükarda küfür ile geçireceğini söylemiştir. Ona göre kâfirin ruh cevheri bozulmuştur. Bu itibârla, o bozulmuş olan kalbin sonsuz bir cinâyet işlemeye kabiliyeti vardır. Bundan dolayı ebedî bir cehennem cezâsı, adâlete muhâlif değildir.1
Küfür kelime olarak “örtmek, gizlemek; nankörlük etmek” gibi mânalara gelmektedir. Bir ıstılah olarak “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği hususlarda peygamberi tasdik etmek, ona inanmak” manasına gelen imanın zıddıdır.2 Bu tarife göre küfür, peygamberin Allah'tan getirdiği şeyleri inkar ve yalanlamak demektir. Bu ise ancak kişinin tebliğe muhatap olması ile mümkün olacaktır. Dolayısıyla tebliğe muhatap olmamış bir kişiye kafir değil, ehl-i fetret denilir.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine göre küfür iki çeşittir. Birincisi bilmediği için inkar etmesidir. İkincisi ise kendisine tebliğ ve hakikat ulaştığı halde bilerek ve isteyerek reddetmek demektir. 3 Kalbin ve ruhun bozulmasına neden olan küfür budur.
Bediüzzaman Hazretleri, diğer bir açıdan küfrü yine ikiye ayırmıştır. Birincisi, kişinin iman hakikatlerine bakmadan, kendisine özel bir sebepten dolayı yanlış bir tasdik ve bâtıl bir itikād ve yanlış bir kabul ile iman etmemesidir. Bu kısım insanlar, kendi dairelerinde yaşarlar ve imana karşı bir saldırıda bulunmazlar. İslam da onlara karışmaz.
İkinci kısım küfür de yine ikiye ayrılır. Birincisi kabul etmemek ve isbatı tasdik etmemektir. Bu ise bir cehalet ve bir hükümsüzlüktür ve kolaydır. İkincisi ise iman hakikatlerinin olmadığını kalp ile iddia etmek ve tasdîk etmektir. Bu kısım ise bir hüküm ve i‘tikāddır. Böyle bir küfür, iman hakikatlerinin olmamasını zorunlu ve lüzumlü görmektedir. Bunun için de iman hakikatlerinin olmadığını isbat etmeye mecbûrdur.4
İşte ikinci kısmın ikinci bölümündeki bu tür bir küfür, kalbin bozulmasına sebep olmaktadır. Zira kalb ile vicdan, iman nuru sâyesinde ilahî hakikatlerin tecellîsine mazhar olmakla kemâlâtın menbaı olup hayatdâr ve ziyâdâr olmaktadır. Bu tür küfrün seçilmesi ile de kalp karanlıklı, ıssız ve zararlı haşerâtın yuvası haline gelmektedir. O korkunç yuvadaki akreblerden ve yılanlardan uzak durulması için de mühürlenmiş ve kilitlenmiştir.5
Sahabe Efendilerimiz gibi cehâlet durumunda iken iman hakikatlerine muhatap olan kişilerin kalpleri ise böyle bir durumda değildir. Binaenaleyh kalpleri hakikate açıktır. Onlar da hakikati görür görmez ona iman etmişlerdir.
Buna karşılık, Mekke müşriklerinin bir kısmı, Yahudiler ve Medine'deki münafıkların kalpleri, imana kabiliyeti kalmadığı için iman etmemişlerdir. Buna göre kalbi bozulmuş ve mühürlenmiş kimseler, kendilerine doğru bir şekilde tebliğ edilen iman esaslarını yalanlayan ve inkar eden kimse demektir. Bu inkardan dolayı onların kalplerine iman nuru girmemiştir. Dolayısıyla kalpleri karanlıklar içinde kalmıştır. Bu şekilde ruhları bozulmuş ve bir daha iyi şeyler ortaya koyma kabiliyetini kaybetmiştir. Bu şekildeki ruhlar, sonsuz cinayet işleme potansiyeline sahiptir. Cezası da ancak ebedi cehennem olabilir.
Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü'l-İ'câz, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2017, 74.
Teftâzânî, Şerhu’l-Akâid, Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, Beyrut 2014, s. 114.
Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü'l-İ'câz, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2017, 61.
Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2017, 79.
Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü'l-İ'câz, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2017, 64.

