İsmi Adl hakkında kısaca bilgi verir misiniz? Ayrıca ism-i azamdan bir cüz olmasının bir hikmeti ne olabilir?
İsm-i Âzam'ın kesin bir şekilde bilinmesi mümkün değildir. Ancak Cenab-ı Hak istediği kuluna, o kul için ism-i Âzam olan ismi bildirebilir. Ayrıca her isimin de azami bir mertebesi vardır. Evliyaların farklı isimleri ism-i âzam olarak kabul etmeleri bu sırdan ileri gelmektedir.
İnsanda Cenâb-ı Hakk’ın bütün isimleri tecelli eder. Fakat bir veya birkaç isim daha galip, daha baskındır. Her insan kendi ruh âleminde hangi ismi kendine daha yakın hissediyorsa veya merakı ve alakası daha çok hangi isme ise veya nasıl bir işle meşgülse o hale münasip ismi veya isimleri bulmalı. Belki o ismin veya isimlerin âzami mertebesine yetişmeli. Başka bir deyişle kendi ruhuna, yaradılışına, haline, merakına, alakasına, mesleğine, meşrebine, hangi isim veya isimler daha alâkadar ise o ismi veya isimleri bulmalı, onda ilerlemeli. O ismi veya isimleri bir nevî kendine İsm-i Âzam yapmalı.
Bediüzzaman hazretlerinin Yirmi Dördüncü Söz’deki şu izahı da bu hakikati te’yid ediyor, destekliyor: “Çendan (gerçi) insan bütün esmâya mazhardır. Fakat kâinatın tenevvüünü (türlere ve çeşitlere ayrılmasını) ve melâikenin ihtilaf-ı ibadâtını (ibâdetlerinin farklılığını) intaç eden (gerektiren) tenevvü-i esmâ (isimlerin farklılığı), insanların dahi tenevvüüne (farklılığına) medar (sebep) olmuştur. Enbiyânın (Peygamberlerin) ayrı ayrı şeriatları, evliyanın başka başka tarikatları, asfiyanın çeşit çeşit meşrepleri şu sırdan neşet etmiştir (ileri gelmiştir). Mesela İsâ aleyhisselam sâir esmâ (isimler) ile beraber, Kadîr ismi onda daha galiptir. Ehl-i aşkta Vedüd ismi ve ehl-i tefekkürde Hakîm ismi daha ziyade hâkimdir.”[1]
Barla Lahikasında Bediüzzaman Hazretleri şöyle der: “İsm-i Âzam gizlidir. Ömürde ecel, Ramazan’da Leyle-i Kadir gibi, esmâda İsm-i Âzamın istitarının (gizlenmesinin) mühim hikmeti var. Kendi nokta-i nazarımda hakikî İsm-i Âzam gizlidir, havâsa bildirilir. Fakat her ismin de âzami bir mertebesi var ki, o mertebe İsm-i Âzam hükmüne geçiyor. Evliyaların İsm-i Âzam’ı ayrı ayrı bulması bu sırdandır. Hazret-i Ali’nin (ra) Ercûze nâmında bir kasîdesi Mecmuatü’l-Ahzab’da var. İsm-i Âzam altı isimde zikrediliyor.”[2]
Yine Bediüzzaman hazretleri Otuzuncu Lem’a’da şöyle diyor: “İsm-i Âzam herkes için bir olmaz, belki ayrı ayrı olur. Meselâ İmam-ı Ali Radıyallahü Anh hakkında; ‘Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs’ altı isimdir. İmam-ı Âzam Radıyallahü Anh’ın İsm-i Âzamı: ‘Hakem, Adl’ iki isimdir. Ve Gavs-ı Âzam’ın İsm-i Âzamı, ‘Ya Hayy!’dır. Ve İmam-ı Rabbanî’nin İsm-i Âzamı ‘Kayyum’ ve hâkeza. Pek çok zatlar daha başka isimleri, İsm-i Âzam görmüşlerdir.”[3]
Adl ismi ise: “Sözlükte her şeyi kendi yerine koyma, aşırılıklara kaçmadan ortada ve dengede olma, insafla davranma, bir şeyi kıvamına getirme, biçimlendirme, doğrultma, düzene koyma, düzeltme gibi anlamlara gelmektedir. Zıddı ise zulümdür.
Bu kelime sıfat olarak kullanıldığında “çok âdil” anlamına gelmektedir. İsim olarak kullanılırsa “doğruluk, adalet” anlamına gelir. Mastar olarak kullanıldığında ise “doğru davranmak, doğru olmak, adaletle hükmetmek” manalarına gelmektedir.
Adl, varlıktaki dengeyi idare etmek, her şeye var olma ve hayat hakkı vermekle birlikte varlığı ve hayatı korumak, büyük kitlelerin vereceği zararlardan engellemek, mahşerde cinleri ve insanları sorguladıktan sonra her şeye hakkını vermekten ibarettir.” [4]
Kâinata bakıldığında her an müdhiş değişmeler ve dönüşümler oluyor. Hadsiz birikmeler ve harcamalar görülüyor. Elbette bu kâinattaki bütün bu işleri bir anda gören ve nazarından geçiren bir zatın varlığı zaruri ve bedihidir. Atomlardan yıldızlara kadar bu birikme ve harcama gelişi güzel olmadığı gibi çok hassas bir denge içinde meydana gelmektedir. Eğer tek bir zatın elinde olmazsa balık gibi bazı varlıklardan bir seferde bir milyon yumurta bırakan canlılar denizleri istila edeceklerdi. Veya haşhaş ve kavun gibi bitkiler yer yüzünü kaplayacak diğer canlılara hayat hakkı tanımayacaklardı. Elbette bunların belirli bir dengede kalması, varlıklar arasında harikualade bir düzenin gözetildiğini başta insan olmak üzere şuur sahibi olan bütün mahluklara gösterilmektedir. Yoksa sel gibi dünyada görülen hadiseler bu hassas ve harika düzeni alt üst ederlerdi. Bu kadar düzeni bozacak sebebler ve hadiseler en ufak bir bozukluğa sebeb olmuyor ve düzen en güzel şekilde devam ediyorsa elbette bunu yapan mutlak adalet sahibi bir zat vardır. Eğer o olmasaydı, denizler kokuşacak, yeryüzü bir çöplüğe dönüşecekti. Adeta dünya boğulacaktı.
Hayvanların vücudundaki hücrelerden, kandaki alyuvar ve akyuvarlardan, atomların değişimlerinden ve hareketlerinden, cesetlerdeki harika düzenden ve uyumdan, ta denizlerdeki harcama ve birikimlere kadar, ta yeryüzündeki suların harika birikme ve harcamalarından, hayvanların doğum ve ölümlerinden, ilk bahar ve son bahardaki tamir ve tahriplerinden, yıldızların meydana gelmelerinden ve kaybolmalarına, sıcaklık ve soğukluk arasındaki dengeden, ışık ve karanlık arasındaki uyumdan ve düzene varıncaya kadar, o kadar hassas bir ölçü ve ince bir düzen gözetilmiş ki insanın aklı anlamakta ve kavramakta hayretler içerisinde kalmaktadır. Hakiki manada en ufak bir israfın olmaması, hiçbir abes işin olmaması elbette her işi yerli yerince yapan mutlak adalet sahibi bir zatın varlığını ve adaletinin mükemmelliğini gösterir ve ispat eder.
Yukarıdaki bir kısmı zikredilen Cenab-ı Hakk’ın Adl isminin kainattaki tasarrufunun etkisini gösteren hikmetlerden dolayı ismi azam olarak kabul edilmiş olabilir. Allah-u a’lem
Geniş bilgi için Bediüzzaman Hazretlerinin, Lemalar isimli eserinin 367-369 sayfaları arasında Adl ismini izah ettiği kısma müracaat edebilirsiniz.
Ayrıca Adl isminin ismi azam olmasının bir hikmetini Bediüzzaman hazretleri şöyle izah etmektedir:
“Hikmet ve adl içindeki Rahmânü’r-Rahîm ve Hakk ismini a‘zamî bir dâirede görmek istersen, şu temsîle bak. Nasıl ki, bir orduda dört yüz muhtelif tâifeler bulunduğunu farz ediyoruz ki, her bir tâife beğendiği elbiseleri ayrı, hoşuna gittiği erzâkı ayrı, rahatla isti‘mâl edeceği silâhları ayrı ve mizâcına devâ olacak ilaçları ayrı olduğu halde; bütün o dört yüz tâife ayrı ayrı takım, bölük tefrîk edilmeyerek, belki birbirine karışık olduğu halde; onları kemâl-i şefkat ve merhametinden ve hârikulâde iktidarından ve mu‘cizâne ilim ve ihâtasından ve fevkalâde adâlet ve hikmetinden misilsiz bir tek padişah, onların hiçbirini şaşırmayarak, hiçbirini unutmayarak, bütün ayrı ayrı onlara lâyık elbise, erzâk, ilaç ve silâhlarını muînsiz olarak bizzât kendisi verse, o zât acaba ne kadar muktedir, müşfik, âdil, kerîm bir padişah olduğunu anlarsın. Çünkü bir taburda on milletten efrad bulunsa, onları ayrı ayrı giydirmek ve techîz etmek çok müşkil olduğundan, bilmecbûriye ne cinsten olursa olsun, bir tarzda techîz edilir.
İşte öyle de, Cenâb-ı Hakk’ın adl ve hikmet içindeki ism-i Hakk ve Rahmânü’r-Rahîm’in cilvesini görmek istersen, bahar mevsiminde zeminin yüzünde çadırları kurulmuş muhteşem dört yüz bin milletten mürekkeb nebâtât ve hayvanât ordusuna bak ki, bütün o milletler, o tâifeler birbiri içinde oldukları halde; her birinin libâsı ayrı, erzâkı ayrı, silâhı ayrı, tarz-ı hayatı ayrı, ta‘lîmâtı ayrı, terhîsâtı ayrı oldukları halde ve o hâcâtlarını tedârik edecek iktidarları ve o metâlibi isteyecek dilleri olmadığı halde, dâire-i hikmet ve adl içinde mîzân ve intizâm ile Hakk ve Rahmân ve Rezzâk ve Rahîm ve Kerîm ünvanlarını seyret, gör. Nasıl hiçbirini şaşırmayarak, unutmayarak, iltibâs etmeyerek, terbiye ve tedbîr ve idare eder.”[5]
İsm-i A’zâm ise, sözlükte “en büyük isim” anlamına gelmektedir. Terim olarak Allah’ın en güzel isimleri içerisinde yer alan bazı isimler için kullanılmıştır. İslam âlimlerinin bir kısmı, Allah’ın isimlerinin tamamının, fazilet ve üstünlük bakımından eşit derecede olduğunu kabul etmiş, diğer bir kısmı ise, hadisleri göz önünde bulundurarak, bazı isimlerin diğerlerinden daha büyük ve faziletli olduğu görüşünü benimsemişlerdir.
Bir âyette Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor: “İster Allah diye duâ edin, ister Rahmân diye duâ edin! Hangisiyle duâ etseniz, işte en güzel isimler O’nundur.”[6]
Peygamberimiz (sav) bir gün bir adamın Cenâb-ı Hakk’a O’nu güzel bir şekilde medh ü sena ettikten sonra duâ ettiğini işitti. Adama; “Sen Allah’ı İsm-i Âzamıyla (en büyük ismiyle) çağırdın. İsm-i âzam öyle bir isimdir ki onunla Allah’tan ne istenirse Allah verir. Allah’a ne duâ edilirse Allah kabul buyurur.”[7] dedi. İsm-i Âzam, en büyük isim demek olup, Cenâb-ı Hakk’ın bütün isimlerinin içinde gizlendiği ve bazı sevgili kullarına bildirdiği isimdir.
Kâinata bakıldığında tam bir dengenin olduğu, her şeyin yerli yerince var edildiği görülmektedir. Zerrelerden yıldızlara, sistemlere hatta galaksilere bakıldığında her şeyin tam olması gereken miktarda ve ölçüde yaratıldığı müşahede edilmektedir. Bu durum bütün yaratılmışlarda tam bir adaletin gözetildiğini bildirmektedir. Bu da mükemmel bir adaleti göstermektedir.
30. Lemanın başında Üstadımız, "Eskişehir medrese-i Yûsufiyesinin gāyet kuvvetli bir ders-i a‘zamı da, ism-i a‘zamı taşıyan altı ismin altı nüktesini beyân eden bu Otuzuncu Lem‘a’dır." demiştir. Buna göre "Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs" altı isim birlikte ism-i azam manası taşıyor. Bu altı isimden birisi de Adl ismi olduğu için İsm-i azamın bir cüzü oluyor.
Ayrıca aşağıdaki linkleri inceleyebilirsiniz:
https://risale.online/soru-cevap/ismi-azam-1
https://risale.online/soru-cevap/esma-yi-sittenin-sirasi
https://risale.online/soru-cevap/gunes-ve-sekiz-esma
[1] Sözler, 121.
[2] Barla Lâhikâsı, 339.
[3] Lem’alar, 399-400.
[4] Muhlis Körpe, “Adl”, Risale-i Nur Istılahları, 1. Baskı, (Isparta: Süeda yayınları, 2018), 18.
[5] Sözler, 311.
[6] İsrâ, 17/110.
[7] Tirmizî, “Da’avât”, 65., Ebû Dâvud, “Salât”, 368