Allah (C.C.)

07.07.2025

34

Allah'ın Sonsuz Adaleti Nasıl Tecelli Eder?

Diyelim ki 2 adam var. Bunlardan ilki Türkiye gibi çoğunluğu Müslüman bir ülkede doğdu, diğeri de Hıristiyan bir ülkede. Bu iki adamın hayatı da az çok aynı geçti, biri sırf Müslüman bir coğrafyada doğduğu için Müslüman öldü, diğeri ise aynı sebepten ötürü Hıristiyan öldü. İlk adam eninde sonunda cennete gidecek, ikinci adam da ebedi cehenneme gidecek. Ahirette ikinci adamın Allah'a "beni de Müslüman bir ailede dünyaya getirseydin ben de Müslüman olacaktım" deme hakkı yok mu? Bu adaletsizlik değil midir?

* *

**** ****

27.07.2025 tarihinde sordu.

Cevap

Bu gibi sorularda öncelikle dikkat etmemiz gereken husus sorunun içinde yer alan ya da kabul edilerek söylenen hüküm cümleleridir.

“Bu iki adamın da hayatı az çok aynı geçti.” cümlesinde yer “aynı geçmek” ifadesinden maksat “iman etmeksizin ya da ederek insanî erdemler olarak aynı geçmek” anlaşılıyor ki bu durumda bu iki kişi aynı olmamaktadır. Mesela cömert bir Müslüman ile cömert bir Hristiyan Allah katında aynı değildir.

“Biri sırf Müslüman bir coğrafyada doğduğu için Müslüman öldü diğeri ise aynı sebepten ötürü Hıristiyan öldü.” cümlesinde ise Müslüman bir ülkede doğmanın imanla kabre girmek için ya da Hristiyan bir ailede doğmanın imansız kabre girmek için bağlayıcı bir sebep olarak ifade edilmektedir. Bu hususta hiçbir bağlayıcılık olmadığına dair gerek geçmişte gerekse de günümüzde birçok örnek gösterilebilir.

“İlk adam eninde sonunda cennete gidecek, ikinci adam da ebedi cehenneme gidecek.” cümlesinde yer alan kesinlik ifadesi doğru değildir. Kaldı ki peygamberler hariç tüm insanların imansız gitme ihtimali vardır. Kimin cennete kimin cehenneme gideceğini biz bilemeyiz.

“Ahirette ikinci adamın Allah'a "beni de Müslüman bir ailede dünyaya getirseydin ben de Müslüman olacaktım." deme hakkı yok mu?” cümlesinde ise “bir kulun Rabbine karşı hak dava edebilme hakkı varmış” kabulü esas alınmıştır. Ancak bu kabul yanlıştır.

“Bu adaletsizlik değil midir?” sorusunda ise adalet ve eşitlik durumu karıştırılmasından adalet sorgulanmış.

Bu itibarla soruda yer alan bu kabul ve hükümlerin tashih edilmesi ile sorunun cevabı anlaşılabilir. Zira eğri cetvelle düz bir çizgi çizilemez.

Eşit Şartlarda mı Yaratılıyoruz?

Bediüzzaman Hazrerleri;

“Nev‘-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsâvât-ı mutlaka kanununa zıddır.”[1]

diyerek insanların yaratılışın hikmeti gereği mutlak bir eşitlik içinde yaratılmadığını ifade eder. Zira Allah, Ehad yani “bir ve eşi olmayan tek” olmasından perdesiz ve özel bir teveccühle varlıklar üzerinde hususen insanda ehadiyyeti tecelli etmektedir. Her bir insan hususi bir tecelli başkalarından farklı olarak yaratılmaktadır. Mesela bir kadın ile erkek olarak farklı cinslerde, farklı milletlerde, farklı memleketlerde yaratılmaktadır.

Hatta Hazret-i Üstad,

“İnsanın hem şahsı, hem âlemi her zaman teceddüd ettikleri için.”[2]

derken bu durumun insanın hayatında bile aynı kalmadığını daima yenilendiğini hatırlatmaktadır. Yine,

“İnsanlar maîşet cihetinde muhtelif bir sûrette halk edilmişler.”[3]

ifadesiyle de rızık ve geçim yönüyle de farklı yaratılışa dikkat çekmiştir.

“Müsâvât ise fazîlet ve şerefte değildir, hukuktadır. Hukukta ise, şâh ve gedâ birdir.”[4]

Eşitlik meselesi hukuk cihetiyledir. Hukuk önünde padişah ile köle bir konumdadır. Doğu veya batı memleketi, Müslüman veya Hristiyan fark etmez.

Adalet Mutlak Mıdır?

“Âlemde çok görüyoruz ki, zâlim, fâcir, gaddar insanlar, gayet refah ve rahatla, mazlum ve mütedeyyin adamlar, gayet zahmet ve zillet ile ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini müsâvî (eşit) kılar. Eğer şu müsâvât (eşitlik) nihâyetsiz (devamlı) ise, bir nihâyeti (sonu) yoksa, zulüm görünür.[5] 

ifadeleriyle Bediüzzaman Hazretleri, zâlimlerin ve mazlumların eşit olarak bu dünyadan göçmesinin kâinatı kuşatmış adâlete uygun düşmeyeceğinden bu adaletin gereği olarak başka bir hayatta (ahirette), büyük bir mahkemede bu adâletin yerine geleceği hakikatini beyan ve ispat eder. Aksi halde gözümüzle gördüğümüz ve asla şüphe duymadığımız adaletin varlığını reddetmek gerekir ki bu mümkün değildir.

 [وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ] "Rabbin ise kullar(ın)a aslâ zulmedici değildir!"[6] gibi âyetlerin işaret ettiği adâlet bu hakikati ifade etmektedir.

Elbette ki bu hesap ve mahkeme insana verilen nimetlere göre olacaktır. Ne kadar nimet ve ihsan verilmişse o nispette hesap sorulacaktır. Yani ilkokul talebesine üniversite soruları sorulmayacaktır. Herkes kendisine verilen imkanlar kadar sorumlu tutulacaktır.

Kişi Hak Dava Edemez Mi?

Bediüzzaman Hazretleri bu mühim soruya 1930-32 yıllarında Barla’da te’lif ettiği ve 1947 yılında derlediği Tılsımlar eserine dahil ettiği bir risalesinde özetle şöyle cevap verir:

Varlıkların hiçbir cihette Allah’a karşı hakları yoktur ve hak dava edemezler. Hakları daima şükür ve hamd ile, Allah’ın onlara verdiği var olmanın hakkını eda etmektir. Çünkü verilen bütün nimetler vakidir, yaratılmıştır, bir sebep ile yaratılmıştır. Fakat verilmeyen nimetler ise mümkündür. Bunlar ise yaratılmamıştır, yoktur ve sadece olasılıktan ibarettir. Bu olasılıklar sayısızdır. Olmayan bir şeyin sebebi de olamaz.

Örneğin dağlar ve taşlar “Neden bitki olmadık?”, bitkiler “Neden hayvan olmadık?”, hayvanlar “Neden insan olmadık?” diye şikâyet edemezler. Hakları sadece verilen nimete karşı sadece şükür içinde olmaktır.

Mesela; bir padişah bir adamı minare başına çıkmış gibi yüksek bir mertebeye çıkarsın, büyük bir makam versin, sonra her basamakta ona büyük bir nimet versin. O adam başka yüksek minarelere bakarak “Niçin bu minareden daha yükseğe çıkamadım?” diye padişaha hak dava edebilir mi? Ağlayıp sızlayabilir mi? Ne kadar haksız bir dava olduğu açıktır. Çünkü verilen bütün nimetlerin sebebi padişahın iradesidir. Hiçten vermiştir. Hiç vermeyebilirdi. O adama düşen verilene minnet duymaktır.[7]

Hem Hristiyan veya farklı bir coğrafyada dünyaya gelip İslamiyet'ten haberi olmayanlar, fetret ehli kabul edilmektedirler.

Fetret ehli için lütfen bakınız;

https://risale.online/soru-cevap/ehli-fetret-hakkinda

https://risale.online/soru-cevap/adalet-2


[1] Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 178.

[2] Mektûbât, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c. 1, 158.

[3] Mektûbât, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c. 2, s. 283.

[4] Mektûbât, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c. 2, s. 394.

[5] Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 368.

[6] Fussilet, 41/47’den. 

[7] Tılsımlar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 66-67.


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız