Soru

İman Mertebeleri

"İman, yalnız icmâlî ve taklîdî bir tasdîke münhasır değildir. Bir çekirdekten tut, tâ büyük bir hurmâ ağacına kadar; ve eldeki aynada görünen misâlî güneşten tut, tâ deniz yüzündeki aksine kadar, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişâfları olduğu gibi;'' bu kısmı izah eder misiniz?

Tarih: 24.03.2012 02:00:46
Okunma: 33009

Cevap

İman yalnız tasdik etmekten ibaret değildir. İmanın yerden göğe kadar çok mertebeleri vardır. Taklidî iman denilen iman mertebesi basit bir mertebe olup şüphe ve vesveselere mağlup olabilir. Tahkikî iman denilen iman ise ilme'l-yakin, ayne'l-yakin ve hakka'l-yakin mertebeleri vardır. Bu mertebelerin de her birinin kendi içinde mertebeleri vardır. İman edilecek şeyler artmaz veya eksilmez. Fakat imanın kendisi artar veya eksilir. 

a. İmanın Artması ve Eksilmesi

İman salih amellerle, ilmi çalışmalarla ve tefekkürle artabilir veya günahlarla meşguliyet neticesinde azalabilir. Kur’ân’ın bazı ayetlerinde imanın artmasından bahsedilmiştir. Örneğin bir ayette şöyle buyrulur:

“Gerçek müminler öyle kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, Allah’ın âyetleri onlara okunduğunda bu onların imanlarını artırır.” Enfal, 2. [1]

Bazı hadislerde de Peygamberimiz imanın azalmasından ve çoğalmasından bahsetmiştir. Mesela, İbn Ömer, şöyle der: Biz “Ya Resulallah! İman artar ve eksilir mi?” diye sorduk, o da “Evet, artar, hatta sahibini cennete girdirinceye kadar. Noksanlaşır, hatta sahibini cehenneme sokuncaya kadar” buyurdu.[2]

Peygamberimiz (sav) bazı hadislerinde de zayıf ve kuvvetli imana dikkat çekmiştir. “Kalbinde zerre kadar imanı olan cehennemden çıkar”[3] hadisiyle zayıf olan imana, “Ebû Bekrin imanı dünyadaki insanların imanıyla tartılsaydı, onun imanı daha ağır basardı”[4] hadisiyle de kuvvetli imana işaret etmiştir. Sahabelerden Ebû Hureyre, İbn Abbas, Ebud Derda (r.a) da “İman artar ve eksilir” demişlerdir.[5]

Bu konuda Üstad Bediüzzaman, şöyle der:

İman, yalnız icmalî ve taklidî bir tasdike münhasır değil. Bir çekirdekten, tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki aynada görünen güneşten, tâ deniz yüzündeki aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi, imanın da o derece kesretli hakikatları vardır.[6].

Ayet ve hadislerde zikredilen “imanın artması”yla imanın yakin yönünden artması, imanın daha çok kuvvetlenmesi kastedilmiştir. Yoksa artma ve eksilme iman edilmesi gereken şeyler konusunda değildir. İmanın 6 esası vardır ve bu esaslar artmaz ve eksilmez. Bu konuda İmam-ı A’zam “Gök ve yer ehlinin îmanları, inanılması lazım gelen şeyler bakımından artmaz ve eksilmez. Fakat yakin ve tasdik (inanışın kuvvetli ve zayıf olması) yönünden artar ve eksilir.” der.[7] 

Genellikle iman artmaz veya eksilmez diyen âlimler de aynı şeyi kastetmişlerdir. Bir kimse iman esaslarının hepsini kabul edip de bir veya bir ka­çına inanmasa meselâ meleklere inanmasa veya namazın farz oluşunu yahut adam öldürmenin haram oluşunu inkâr etse iman etmiş sayılmaz. Bu durumda iman gerçekleşmediğinden artması ve eksilmesi söz konusu olamaz. Herkes aynı hususlara iman etmekle yükümlüdür. İnanılacak esaslar konusunda âlimle câhil, peygamber olan ve olmayan, kadınla erkek arasında hiçbir fark yoktur.[8]


b. Taklidî İman ve Tahkikî İman

İman zayıflık ve kuvvetliliğine göre taklidî ve tahkikî olmak üzere iki kısma ayrılır.

Taklidî İman: Kişinin anne ve babasının veya çevresinin telkinleri neticesinde, delilsiz olarak iman esaslarını benimsemesine taklidî iman denilmiştir.

Tahkikî İman: Kişinin araştırma neticesinde iman esaslarına güçlü, kuvvetli delillerle adeta görüyormuş gibi iman etmesine de tahkikî iman denilmiştir.[9]     

İslâm âlimleri taklidî imanın sahih olduğunu, geçerli olduğunu, fakat delillerle bu tür imanı tahkikî hale dönüştürmeyen kimselerin günahkâr olacağında, her müminin imanını tahkikî hale getirmesinin farz-ı ayn olduğunda ittifak etmişlerdir.[10]  Taklidî imana sahip olan insanların bazı sapık düşünceli insanların tesirinde kalarak veya bazı şüphe ve vesveselerle bu imanı kaybetme tehlikesinden de söz edilmiştir.     

Ömer Nasuhi Bilmen, şöyle der: “Her müminin, imanını ispatla kesin ve apaçık hale getirmesi, itikat konularını delilleriyle beraber öğrenmesi zorunludur. Bununla beraber bir kimse dini hükümleri, böyle araştırma ve ispat etme yoluyla değil de sadece taklit yoluyla -mesela babasından, öğretmeninden, sözüne güvendiği kimselerden işitmek suretiyle- bilip kesin olarak tasdik etse yine de imanı geçerlidir ve bununla sevap kazanır. Ancak şu da var ki araştırma ve ispat yoluyla iman (yani kâinata ibret nazarıyla bakıp onların sayesinde Allah’a imanını kuvvetlendirmek) farzdır. Herkes gücü miktarınca araştırma yaparak iman etmekle mükelleftir. Binaenaleyh nazar ve istidlali terk edenler günahkâr olurlar.[11]

İmam-ı Rabbanî, şöyle der: Bütün tarîkatların müntehası ve en büyük maksadları, hakaik-i imâniyenin inkişafıdır. Ve bir mes'ele-i imâniyenin kat'iyetle vuzuhu, binler kerametlerden ve keşfiyatlardan daha iyidir.[12]  

c. Tahkikî İmanın Mertebeleri

Zayıf olan taklidî imanın tahkikî hale gelmesi ya ibadetlerle, ya da delil ve isbata dayalı ilmî çalışmalarla olur. İslâm tarihinde mutasavvıflar ibadetlerle; Kelâm âlimleri de delil ve isbatla imanı tahkikî hale getirmeye çalışmışlardır. Tahkikî iman yakine dayalı iman demektir. Yakin ise içinde şüphe olmayan bilgi, gerçeğe uygun kesin bilgi, kalbin bir şeyin hakikatına dair mutmain oluşu diye tarif edilmiştir. Şüpheleri izale ederek araştırma neticesinde gaybı tasdiktir, şüphenin zıddıdır da denilmiştir.[13]

Bu tariflerin neticesinde yakine dayalı tahkikî iman; kişinin imanî konulara araştırma ve deliller neticesinde vukufiyet peyda etmesi, içinde şüphe olmayan, kalbini mutmain eden imanı elde etmesi diyebiliriz.

Yakinin üç mertebesi vardır: ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn.

1. İlme’l-Yakîn

“Aklî ve naklî delillerin neticesinde kalpte oluşan kesin bilgi” diye tanımlanır. Yakinin bu mertebesinin, delillerin azlığına veya çokluğuna, kuvvet ve zayıflığına göre dereceleri, mertebeleri vardır. Fahreddin Razi, şöyle der: “İlim ehlinin çoğunluğuna göre; Kimin imana dair delilleri çok ve kuvvetliyse onun imanı en fazla olan imandır. Çünkü delillerin çoğalması ve kuvvetlenmesi nisbetinde şüpheler zail olur ve kişinin yakini kuvvetlenir. Buna işareten Peygamberimiz “Ebû Bekrin imanı dünyadaki insanların imanıyla tartılsaydı onun imanı daha ağır basardı.” demiştir.”[14]

Üstad Bediüzzaman da şöyle der: “[Tahkikî imanın] ilmel-yakîn mertebesi, çok bürhanlarının, delillerinin kuvvetiyle binler şüphelere karşı dayanır. Hâlbuki taklidî iman bir şübheye karşı bazen mağlup olur.”

 2. Ayne’l-Yakîn

Müşahade (gözlem) yoluyla elde edilen ve doğruluğu apaçık olan bilgi diye tarif edilir. Seyyid Şerif Cürcânî ayne’l-yakîni, müşahade ve keşfin meydana getirdiği bilgi olarak tarif eder. Aynel yakin, ilmel yakinin teorikten pratiğe aktarılması da denilebilir. Kişinin deliller neticesinde elde ettiği bilgileri, dış âlemde müşahede etmesidir.

Üstad Bediüzzaman şöyle der: “İman-ı tahkikînin bir mertebesi de aynelyakîn derecesidir ki pek çok mertebeleri var. Belki esma-i İlahiye adedince tezahür dereceleri var. [Kişi bu imanla] bütün kâinatı, bir Kur'ân gibi okuyabilecek dereceye gelir.” Aynel yakin, ilmel yakinden üstündür.

Peygamberimiz (s.a.v) “Bir şeyden haberdar olmak, onu gözle görmek gibi değildir[15]” sözüyle buna işaret eder. Keza aşağıdaki âyette aynel yakinin üstünlüğüne delil olarak zikredilir:

“Bir zaman İbrahim: "Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!" demişti. Allah: "(Sen buna) iman etmemiş miydin?" buyurdu. İbrahim: "Bilakis (ben buna inanıyorum), fakat kalbim mutmain olsun (iyice yatışsın) diye (bunu görmek istiyorum)." dedi. (Bunun üzerine) Allah, şöyle buyurdu: "Öyle ise kuşlardan dört tane tut, onları kendine alıştır, sonra (onları kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da onları çağır, sana koşarak gelecekler ve bil ki Allah, gerçekten Aziz ve Hakim’dir (çok güçlüdür, ve hikmet sahibidir." (Bakara, 260)

3. Hakka’l-Yakîn

Âlimler, hakkal yakinin, yakinin en üst mertebesi, kesin bilginin varılabilecek son noktası olduğunu söylemişler, fakat tarifinde ihtilaf etmişlerdir. Elmalılı Hamdi Yazır, Seyyid Şerif Cürcani’ye istinaden hakka'l-yakîni, "ilim ve müşahededen geçerek fiili olarak tahakkuk edip yaşanılan hakikat" diye tarif etmiştir.[16] Bunu ilme'l yakin ve ayne'l yakin’in neticesinde, insanın kendi iç âleminde, vicdanında hissettiği hal, kesin bilgi olarak değerlendirmek mümkündür. "İç duyu veya iç tecrübe yoluyla ulaşılan ve kesinlik bakımından en son merhaleyi teşkil eden doğru bil­gi" diye de tanımlanmıştır.[17]

Üstad Bediüzzaman şöyle der: “[Hakka'l-yakînin de] çok mertebeleri var. Böyle imanlı zâtlara şüphe orduları hücum da etse bir halt edemez.”[18] 

d. İman Tahkiki Hale Nasıl Gelir?

Yukarıda zikrettiğimiz gibi İslâm tarihinde Kelâm âlimleri delil ve ispatlarla, mutasavvıflar ise ibadetler üzerinde yoğunlaşmakla imanı tahkiki hale getirmeye çalışmışlardır. Kelâm ilminde bir tecdid olan Risale-i Nur, tefekkür mesleğinde giderek imanı tahkiki hale getirmeye çalışır. Üstad Bediüzzaman, bu konuda şöyle der:

Kelâm ilmi âlimlerinin binler cilt kitapları, akla ve mantığa istinaden te'lif edilip yalnız o marifet-i imâniyenin bürhanlı ve aklî bir yolunu göstermişler. Ve ehl-i hakikatın yüzer kitabları keşfe, zevke istinaden o marifet-i imâniyeyi daha başka bir cihette izhar etmişler. Fakat Kur'ân’ın mu'cizekâr cadde-i kübrası, gösterdiği hakaik-i imâniye ve marifet-i kudsiye; o ulemâ ve evliyânın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir. İşte Risale-i Nur, bu câmi' ve küllî ve yüksek marifet caddesini tefsir edip, bin seneden beri Kur'ân aleyhine ve İslâmiyet ve insaniyet zararına ve adem [yokluk] âlemleri hesabına tahribatçı küllî cereyanlara karşı Kur'ân ve iman namına mukabele ediyor, müdafaa ediyor. Elbette hadsiz tahşidata ihtiyacı vardır ki, o hadsiz düşmanlara karşı dayanıp ehl-i imanın imanını muhafazasına Kur'ân nuruyla vesile olsun.           

Hadîs-i şerif'te vardır ki: “Bir âdemin seninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır.”  “Bazen bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur.”  Hattâ Nakşîlerin hafî zikre verdiği büyük ehemmiyet, bu nevi tefekküre yetişmek içindir.[19]

Üstad Bediüzzaman, Pencereler Risalesi için şöyle der: Şu otuz üç pencereli olan otuz üçüncü mektup, îmanı olmayanı inşâallah îmana getirir. Îmânı zayıf olanın îmanını kuvvetlentirir. Îmânı kavî ve taklidî olanın îmânını tahkikî yapar. Îmanı tahkikî olanın îmânını genişlendirir. Îmânı geniş olana bütün kemalât-ı hakîkiyyenin medarı ve esası olan mârifetullahta terakkiyat verir; daha nuranî, daha parlak manzaraları açar.[20]

Ayet’el Kübra Risalesi için de şöyle der: [Bu risale] sair erkân-ı îmaniyeyi dahi içinde kuvvetli ispat etmekle beraber ihtiva ettiği bütün hakikatların icma'ı ve ittifakı ile îmanımızı taklitten tahkike ve tahkikten ilme'l-yakîne ve ilme'l-yakînden ayne'l-yakîne ve ayne'l-yakînden hakka'l-yakîne çıkarıyor.[21]  

[1] Ayrıca bkz: Ali İmran, 173, Tevbe, 124, Ahzab, 22, Fetih, 4, Müddessir, 31.

[2] Beyzavi Tefsiri, Darul Kütübül İlmiyye, 1999, c, 1, s, 190. Taftazani, Şerh’ul Makasıd, Alem’ül Kütüb, 1998, c, 5, s, 213.

[3] Tirmizi, Kitabul Birr ves Sıla, Bab, 61, hn: 1999.

[4] Kenzul Ummal, hn: 35614.

[5] Bkz: İbn Mace, Mukaddime, İman, hn: 72.

[6]  Asay-ı‎ Musa, Alt‎ınbaş‏ak N, s, 243.

[7] Ebul Münteha, İmam-‎ı A’zam‎ın Hayat‎ ve Fı‎kh-ı‎ Ekber şerhi, Akçaًy, Ankara, 1998, s. 290.

[8] TDV İslam İlmihal, C, 1, S. 73

[9] Bkz: Tı‎lsı‎mlar, S, 46. (22. Sِz, ikinci Makam, Birinci Lem’a.)

[10] Bkz: Aliyyül Kari, F‎kh‎ Ekber şerhi, Çaًğrı‎ Yay‎ınları‎, s, 383; Ebû Yüsr Muhammed Pezdevî, Usûlü’d-dîn, trc. Prof. Dr. Şerafeddin GÖLCÜK, s. 219; Nûreddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fî usûli’d-dîn, s. 89

[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Muvazzah ilm-i Kelâm, Bilmen yy, 1972, İst, s, 105. İlimler Kur’ân’da kâinata nazar etmeyi emreden pek çok ayetten yola çı‎karak “ “Nazar” yani kâinata bakarak ar‏at‎rarak iman‎ kuvvetlendirmek farzd‎ır.” demiş‏lerdir

[12] Asa-yı‎ Musa, Altı‎nbaş‏ak N, s. 243.

[13] Seyyid Şerif Cürcani, Tarifat, Darül Kütübül Arabî, Beyrut, s. 332

[14] Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, Darul Fikr, Beyrut, 1995, c, 8, s. 122.

[15] Müsned-i Ahmed, c, 1, s, 215.

[16] Hak Dini Kuran Dili, Azim Daً‎t‎m, c. 7, s. 413.

[17] TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 15, S. 203.

[18] Asâ-yı Musa, Hayrat Neşriyat, s. 243.

[19] Asâ-yı Musa, Hayrat Neşriyat, s. 267.

[20] Si‎rac’i‎n-Nur, Altı‎nba‏şak Neş‏riyat, s. 166.

[21] Şua'lar, Altı‎nbaş‏ak Ne‏şriyat, s. 159.

Ayrıca lütfen bakınız;

/soru-cevap/taklidi-ve-tahkiki-iman

/soru-cevap/tahkiki-iman-nasil-kazanilir


Yorum Yap

Yorumlar

Teşekkür ediyoruz
Gönderen: M ALİ ASKERİ
Tarih: 13.05.2020 04:55:41