Kur’ân-ı Kerîm

31.10.2024

1460

Rum Suresi'ndeki Muhteşem Mucizeler

Rum sûresi mucizesi hakkında bilgi verir misiniz?

Ayrıca Rum sûresinde Allah'ın Rumların galip geleceğini haber vermesi ile Hz. Ebûbekir'in (ra) bu konuda müşrik olan Übey bin Halef ile bahse girmesi ve bu olaya Peygamber Efendimizin (sav) onay vermesi nasıl oluyor? Bahse girmek kumardır, helâl değildir diye biliyoruz. Bu hadisenin iç yüzü nedir?

04.11.2024 tarihinde cevaplandı.

Cevap

Rumların Sâsânîleri yeneceğini Kur'ân şu âyetle haber vermektedir:

Rum'lar (Arapların bulunduğu bölgeye) pek yakın bir yerde, yer yüzünün en aşağısında (müşrik olan İranlılara) mağlup oldu; fakat onlar bu mağlûbiyetlerinden sonra, birkaç sene içinde (üç ile dokuz yıl arasında, İranlılara) galip geleceklerdir. Önünde de sonunda da emir Allah'ındır; o gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevinecektir.1

O dönemde pek mümkün görünmeyen Rumların Sâsânîleri yenme olayını Kur'ân açık bir şekilde bildirmiş ve kısa bir tarih içerisinde bu galibiyetin gerçekleşeceğini de haber vermiştir. Bu durumu tarihsel olarak inceleyecek olursak;

7. Yüzyıl Başlarında Bizans ve Sâsânî Mücadelesi

7. yüzyılın başlarında dünya siyasetinde belirleyici konumda olan iki büyük güç Bizans ve Sâsânî imparatorluklarıydı. Bu iki devlet uzun süredir aralıklarla savaşmakta ve bu savaşların büyük çoğunluğu Sâsânîlerin kesin üstünlüğüyle sonuçlanmaktaydı. Özellikle 6. yüzyılın sonlarından itibaren Bizans askeri ve siyasi açıdan zayıflamış, buna karşılık Sâsânîler bölgedeki hâkimiyetlerini giderek artırmışlardı.
Bu sürecin başlangıcında Bizans İmparatoru Mauricius’un, Sâsânî hükümdarı II. Hüsrev’in tahta çıkmasına verdiği destek önemli bir rol oynamıştı. Bu destek iki hükümdar arasında ciddi bir siyasi yakınlık oluşturmuştu. Ancak Bizans’ta gerçekleşen bir darbe sonucu Mauricius ve ailesinin öldürülmesi, bu dengeyi tamamen değiştirdi. II. Hüsrev, kendisini iktidara taşıyan imparatorun öldürülmesini gerekçe göstererek Bizans’a karşı büyük bir savaş başlattı ve bu savaş 603 yılında fiilen başladı.

Savaşın ilerleyen yıllarında Bizans art arda ağır yenilgiler aldı. 613 yılında Antakya ve Şam Sâsânîlerin eline geçti. 614 yılında Kudüs fethedildi ve bu sırada on binlerce Hristiyan hayatını kaybetti. Bu olay Bizans dünyasında büyük bir travma oluşturdu. 615 yılına gelindiğinde Bizans, Ürdün, Suriye ve Filistin’i tamamen kaybetmişti.2
Bu dönemde Sâsânî orduları Kadıköy’e kadar ilerleyerek İstanbul’u doğrudan tehdit etmeye başladı. Aynı zaman diliminde Avarlar ve Slavlar da İstanbul’u kuşattı. Böylece Bizans başkenti tarihte nadir görülen şekilde iki cepheden kuşatma altına girdi. Mağlup olan Bizans savaş sonunda yapılan antlaşma neticesinde; bin yük altın, bin yük gümüş, bin yük ipek, bin at, bin kadın teslim edecektir. Rum imparatorluğu, bütün bu aşağılayıcı şartları mecbur kabul etmek zorunda kalmıştı. Rumların kısa sürede galip geleceğini haber veren âyet tam olarak bu siyasi ve askerî felaket ortamında inmiştir.3

Herakleios’un Tahta Çıkışı ve Umutsuzluk Hâli

Bizans’ın bu ağır yenilgileri sırasında imparatorluk içinde bir darbe daha yaşandı ve Herakleios tahta geçti. Yeni imparator, devletin içinde bulunduğu umutsuz tablo karşısında savaşı durdurmak amacıyla Sâsânî hükümdarına barış mektupları gönderdi. Ancak bu girişimler karşılık bulmadı. Sâsânîler artık mutlak zaferin yakın olduğunu düşünüyordu.
Herakleios, savaşın kaybedileceğine kanaat getirmişti. Bu nedenle İstanbul’daki hazineleri alarak Kartaca’ya çekilmeyi planladı. Fakat dönemin İstanbul başpiskoposu buna engel oldu ve imparatoru devleti savunmaya yemin ettirdi. Bu olay Bizans yönetiminin ne denli umutsuz bir ruh hâli içinde olduğunu açıkça göstermektedir.4

Mekke Toplumunun Tepkisi ve Psikolojik Baskı

Bu gelişmeler yaşanırken Mekke’deki müşrikler Sâsânî zaferlerinden büyük bir sevinç duyuyordu. Bunun temel sebebi Sâsânîlerin putperest olması, Bizans’ın ise İlâhî bir dine mensup bulunmasıydı. Mekkeli müşrikler bu durumu Müslümanlara karşı psikolojik bir silah olarak kullanıyorlardı.
Müslümanlara hitaben putperestlerin, Peygambere inananları yok ettiğini söylüyorlar ve aynı sonun Müslümanlar için de kaçınılmaz olduğunu iddia ediyorlardı. Bu söylem, özellikle Mekke’de baskı altında yaşayan Müslümanlar için ciddi bir imtihan anlamına geliyordu.

İşte bu şartlar altında Rum Sûresi’nin ilk âyetleri nazil oldu. Âyetlerde Bizans’ın yenildiği açıkça ifade ediliyor hatta kısa bir süre (3 ile 9 yıl) içinde tekrar galip geleceği kesin bir dille haber veriliyordu. Bu haber, hem müşriklerin beklentilerine tamamen ters düşüyor hem de mevcut siyasi şartlar göz önüne alındığında son derece iddialı bir öngörü anlamı taşıyordu.
Çünkü Bizans on yılı aşkın süredir sürekli yenilgi almış, ekonomik ve askerî açıdan tükenmişti. İnsan aklıyla bakıldığında Bizans’ın yeniden toparlanması neredeyse imkânsız görünüyordu. Kur’an bu noktada büyük bir risk alıyor gibi görünmekteydi.5

Herakleios’taki Değişim ve Askerî Şartların Olağanüstülüğü

Rum Sûresi’nin inmesinden sonra Herakleios’ta dikkat çekici bir değişim meydana geldi. Batılı tarihçi Edward Gibbon, 32 yıllık saltanat hayatı olan Herakleius’un 26 yılı, batıl inançlar, uyuşukluk ve korkaklık içinde geçtiğini fakat son 6 yılında farklı bir karaktere büründüğünü dile getiriyor. Romalı tarihçilere göre, bu karakter değişiminin nedeni bilinmiyor.
618 yılında Bizans sefer hazırlıklarına başladı. 623 ve 624 yıllarında Bizans ordusu karşı saldırıya geçti. Nihayet Ninova Savaşı’nda Sâsânî ordusu ağır bir yenilgiye uğratıldı. Bu yenilgi, savaşın seyrini tamamen değiştirdi.

Bu başarıyı olağanüstü kılan en önemli husus Bizans ordusunun durumu idi. Ordu büyük ölçüde eğitimsiz, tecrübesiz ve donanımsızdı. Bazı kaynaklara göre askerler uzun süre tahta kılıçlarla talim yapmak zorunda kalmıştı. Buna karşılık Sâsânî ordusu yıllardır savaşan, tecrübeli ve disiplinli bir güçtü.
Bu şartlar altında Bizans’ın galip gelmesini beklemek, dönemin şartlarına göre uygun bir öngörü değildi. Nitekim Edward Gibbon, savaş Muhammet tarafından tahmin edildiğinde, bu tahmin edilebilir, ön görülebilir bir şey değildi! diyerek, tahminin imkânsız olduğunu açıkça söylemektedir.6

Mekke’de Bahis Olayı ve Sürenin Hikmeti
Rum Sûresi indikten sonra müşriklerden Übeyy bin Halef, ayetin yalanlanacağını düşünerek Hz. Ebubekir (ra) ile iddiaya girdi. İlk anlaşma üç yıl ve on deve üzerineydi. Hz. Ebubekir (ra) durumu Hz. Peygamber’e (sav) ilettiğinde, âyette geçen süre dikkate alınarak iddianın süresi dokuz yıla çıkarıldı ve deve sayısı yüz olarak belirlendi.
Bu süre dikkat çekicidir. Çünkü üç yıl içinde Bizans henüz sefer hazırlıklarına bile başlamamıştı. Bu durum, Hz. Peygamberin (sav) bir mucizesidir. Eğer 3 yıl üzerine iddia kalsaydı, daha Herakleius seferini başlatmamış olacaktı, haliyle galip gelemeyeceklerdi. Dokuz yıllık süre ise ayetin gerçekleşmesini mümkün kılan zaman dilimi olmuştur.

Peki nasıl oluyor da iddiaya girilebiliyor, haram değil mi?

Bu olay kumarın ha­ram kılınmasından önce gerçekleşmiştir. Çünkü bu sûre Mekke de indirilmiştir. İçki ve kumar ise Medine'de haram kılınmıştır. Yani bu olay kumar âyetlerinin ve yasağının inmesinden önce vuku bulmuştur.7

Olay kısaca şöyle geçmektedir:

Hz. Ebu Bekir Kureyş müşriklerinin yanına varıp: 

“Sizler putperest Farslılar’ın, kitap ehli Rumlar’a galip gelmesine seviniyor musunuz? Hiç de sevinmeyin! Allah sizin gözlerinizi aydın etmeyecektir! Vallahi, Rumlar muhakkak Farslılara galip geleceklerdir! Bunu bize Peygamberimiz (sav) haber verdi!” deyince, Übeyy b. Halef kalkıp Hz. Ebu Bekir’e doğru vardı ve:

“Sen yalan söyledin!” dedi.

Hz. Ebu Bekir: “Ey Allah düşmanı! Sensin yalancı olan! Eğer üç yıla kadar, Rumlar Farslılara galip gelirse, bana on deve vermeyi borçlan! Fakat, Farslılar Rumlara galip gelirse, ben sana on deve vermeyi borçlanayım!” diyerek bahse giriştiler.

Bundan sonra, Hz. Ebu Bekir (ra) Peygamberimizin (sav) yanına gelip, Übeyy b. Halef ile aralarında geçeni haber verince, Peygamberimiz (sav);

“Ben böyle mi andım?! Âyetteki ‘bid’i’ sözü ancak üç ile dokuz arasındaki müddeti ifade eder. Sen hemen gidip devenin sayısını da müddeti de (ona göre) uzat!” buyurdu.

Hz. Ebu Bekir gitti. Übeyy b. Halef’le karşılaştı.

Übeyy b. Halef: “Sen galiba (bahse giriştiğine) pişman oldun?!” dedi.

Hz. Ebu Bekir: “Hayır! Pişman olmadım! İstersen, aramızdaki bahiste alınacak verilecek develerin sayısını arttıralım, müddeti de uzatalım. Bahiste kazanacak olan, yüz deve alsın! Kaybeden de yüz deve versin! Müddet de dokuz yıla kadar uzatılsın!” dedi.

Übeyy b. Halef: “Öyle yaptım!” dedi.

Hz. Ebu Bekir’in Peygamberimiz (sav) ile gizlice Mekke’den ayrılıp Medine’ye hicret edeceği sıralarda idi ki, Übeyy b. Halef Hz. Ebu Bekir’e: “Bahiste yenilecek olursan bana ödeyeceğin develer hakkında bir kefil ver” dedi.

Hz. Ebu Bekir de oğlu Abdurrahman’ı kefil verdi.

Übeyy b. Halef de Uhud savaşına gitmek istediği zaman, Abdurrahman ondan bir kefil istedi, o da verdi.

Übeyy b. Halef Uhud’da Peygamberimizi (sav) öldürmek isterken, Peygamberimizin (sav) mızrağından aldığı yaradan kurtulamayarak, Mekke yakanındaki Serif’te öldü.

Rumlar belirlenen müddet içinde birdenbire kalkınarak İranlıları ağır bir hezimete uğrattığı zaman; Hz. Ebu Bekir (ra) Übeyy b. Halef’in mirasçılarından yüz deveyi alıp, Peygamberimize (sav) getirdi.

Peygamberimiz (sav) de Hz. Ebu Bekir’e: “Bunları fakirlere dağıt!” buyurdu. O da fakirlere dağıttı.8

Neyar b. Mükerrem el-Eslemî diyor ki: İşte Rumların Farslara galip geldikleri sırada birçok insan Müslüman oldu.9

İtirazlara Cevap ve Rum Sûresi’ndeki Diğer Mucize

Bazı kimseler Rum Sûresi’nde yer alan bu haberle ilgili iki temel itiraz ileri sürmektedir. Bunlardan ilki âyetin sonradan yazıldığı iddiasıdır. Eğer bu âyet sonradan yazılmış olsaydı, mucizenin daha açık görünmesi için kesin bir tarih verilmesi beklenirdi. Oysa ayette üç ile dokuz yıl arasında bir zaman aralığı zikredilmektedir. Bu durum metnin sonradan kurgulanmadığını göstermektedir. Çünkü geçmişte yaşanmış bir olayı anlatan biri, sonucu kesinleştirmek ister ve net olmayan bir zaman aralığı kullanmaz. Buna karşılık Kur’ân, sonucu kesin olarak bildirirken zaman aralığını doğal ve gerçekçi bir şekilde ifade etmektedir.
İkinci itiraz ise iki devletin savaşa tutuştuğu bir ortamda bir tarafın galip geleceğini söylemenin yüzde ellilik bir tahminden ibaret olduğu iddiasıdır. Ancak bu yaklaşım tarihsel şartları tamamen göz ardı etmektedir. Çünkü savaşın başlamasının üzerinden yaklaşık on iki yıl geçmişti ve Bizans bu süre boyunca sürekli kan kaybetmişti. En ağır yenilgi ise 614 yılında Kudüs’ün düşmesiyle yaşanmıştı. Böyle bir ortamda Kur’ân, dokuz yıl gibi sınırlı bir süre içinde Bizans’ın yeniden galip geleceğini kesin bir dille haber vermekteydi.
Üstelik bu haber verildikten sonra Bizans’ın durumu düzelmek bir yana daha da kötüleşmişti. 618 yılında Bizans Mısır’ı da kaybetmiş ve neredeyse tamamen iflas etmiş bir imparatorluk hâline gelmişti. Böyle bir tabloda Kur’ân’ın bu haberini sıradan bir tahmin veya kumar olarak değerlendirmek, tarihsel gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Bu durumum tahminden ne kadar uzak olduğunu anlamadık için şöyle bir örnek verilebilir, bir futbol maçında dakika 80 de Barcelona, Sivasspor'a karşı 10-0 önde iken geride olan takımın kalan 10 dakika içinde 11 gol atıp maçı çevireceğini iddia etmeye benzer. Moral ve fiziksel olarak tükenmiş bir takımın son dakikalarda galip gelmesini önceden kesin bir dille haber vermek, basit bir yüzde elli hesabıyla açıklanamaz.

Bu noktada şu soru önemlidir. Kur’ân neden yenilmiş ve dağılma sürecine girmiş bir ordunun tarafını tutarak, yanlışlanması neredeyse kesin görünen bir iddiada bulunsun? İnsan aklıyla bakıldığında bu, metnin güvenilirliğini riske atan bir durumdur. Buna rağmen haberin aynen gerçekleşmesi, bu beyanın sıradan bir öngörü olmadığını göstermektedir.

Rum Sûresi’nde bildirilen mucize yalnızca Bizans’ın galibiyetiyle sınırlı değildir. Âyetlerde yer alan bir diğer dikkat çekici husus, savaşın gerçekleştiği coğrafyaya yapılan dolaylı işarettir. Âyette geçen “Adna’l arz” ifadesi en alçak yer anlamına gelmektedir. Tarihsel olarak ana çatışmaların yaşandığı Şam, Kudüs ve çevresi, jeolojik açıdan Büyük Rift Vadisi (Lut Gölü) olarak bilinen alçak bir kuşak içinde yer almaktadır.
Jeoloji biliminin modern verilerine göre, Büyük Rift Vadisi üzerinde bulunan Ölü Deniz havzası yeryüzünün en alçak kara bölgesidir. Filistin, Ürdün ve Suriye sınırları içerisinde kalan bu bölge deniz seviyesinin yaklaşık 430-440 metre altındadır.10 Bu bilgi, ancak modern ölçüm teknikleriyle kesinlik kazanmıştır. 7. yüzyılda yaşayan toplumların bu gerçeği tespit edebilmesi mümkün değildi.

"O gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevinecektir."

Âyetin diğer bir mucize yönü ise "O gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevinecektir." kısmıdır. Çünkü Rumların galip gelmeye başladığı tarih Müslümanlarında Bedir savaşında (624) galip geldiği döneme denk gelmektedir.

Süfyan es-Sevrî, Rumların Farslara galip gelmelerini, Bedir savaşının yapıldığı gün gerçekleştiğini söylemiştir.11

Sonuç

Rum Sûresi’nde bildirilen Bizans galibiyeti, indirildiği tarih ve mevcut tarihsel şartlar dikkate alındığında sıradan bir tahminle açıklanamayacak kadar dikkat çekici bir hadisedir. Bizans’ın askerî, siyasî ve ekonomik bakımdan neredeyse çökmüş olduğu bir dönemde, Kur’ân’ın kısa bir zaman aralığı vererek kesin bir galibiyet haberinde bulunması büyük bir risk içermektedir. Buna rağmen haberin aynen gerçekleşmesi, bu beyanın gaybî yönünü ortaya koymaktadır. Bununla birlikte savaşın yeryüzünün en alçak bölgesinde gerçekleştiğine işaret edilmesi, Kur’ân’ın coğrafi bir hakikate de temas ettiğini göstermektedir. Ayrıca Bizans’ın galibiyet sürecinin Müslümanların Bedir’de kazandığı zaferle aynı döneme denk gelmesi, âyette bildirilen "O gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevinecektir" ifadesini tarihsel olarak doğrulamaktadır. Bütün bu unsurlar birlikte değerlendirildiğinde, Rum Sûresi hem tarihsel hem coğrafi hem de psikolojik boyutlarıyla Kur’ân’ın dikkat çekici mucizevi haberlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kaynakçalar
  1. Rûm, 30 / 1-5.

  2. Altay Cem Meriç, Peygamberliğin İspatı Haber Delili, İnsan Yayınları, 2022, s. 491-492.

  3. Işın Demirkent, "Herakleios" TDV İslâm Ansiklopedisi, 1998, c. 17, s. 210-211. / Abdulkadir Ertaş, "Peygamberliğin İspatı", Süeda Yayınları, Isparta 2025, s. 91 / M. Kamil Yaşaroğlu, "Rûm Sûresi" TDV İslâm Ansiklopedisi, 2008, c. 35, s. 230-231.

  4. Demirkent, a.g.m., s. 210-211. / Meriç, a.g.e., s. 496-497.

  5. Yaşaroğlu, a.g.m., s. 230-231.

  6. Ertaş, a.g.e., s. 90-92. / Meriç, a.g.e., s. 502.

  7. Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi, c.6, s. 395-398.; Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları, c. 1, s. 49-51.

  8. Asım Köksal, İslam Tarihi Peygamberler Peygamberi Hz. Muhammed Aleyhisselam ve İslamiyet, Köksal Yayıncılık, İstanbul 2004, c.1, s 441

  9. Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi, 2021, c. 6, s. 458.

  10. Mustafa L. Bilge, "Lut Gölü", TDV İslâm Ansiklopedisi, 2003, c. 27, s. 230. / https://geographypin.com/dead-sea/ / https://science.nasa.gov/photojournal/the-dead-sea/

  11. Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi, 2021, c. 6, s. 456.


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Hesaplarımıza abone olun sorularımızdan ilk siz haberdar olun

Yorumlar (1)

Teşekkür ederiz cevap için. Çok güzel açıklanmış.

05.11.2024

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız