FELSEFE
Felsefe, Grekçe philosophia (bilgelik/hikmet sevgisi) kelimesinin Arapçalaşmış şekli olup bilgiyi istemek ve elde etmek anlamına gelmektedir. Buna göre felsefe; olanların kökenini bilmeyi istemek, varlık üzerine düşünme, onu bilme, tanıma, öğrenme, anlama, anlamlandırma ve açıklama fiilidir.1
Felsefe kelimesi ilk kullanıldığı zamanlarda dinî ve ahlakî bir mana ile kullanılmış, daha sonra zihnî bir disiplin haline gelmiştir. Ortaçağda daha çok din ağırlıklı olarak kullanılan felsefe, modern bilimlerin ortaya çıkmasıyla birlikte onların gölgesinde kalmıştır.2 Doğru bilginin sadece bilimsel bilgi olduğunu iddia eden pozitivizmin etkisiyle anlam sorununu bu çerçevede çözmeye çalışmıştır.3
Bediüzzaman Hazretleri, Eski Said döneminde aklî ilimlerde ve felsefede çok mütalaalar yapmış, ve hakikatlerin hakikatine ulaşmak için bir çaba içine girmiştir. Bu dönemde hikmet ve ilm-i hakîkatin çok derin mes’eleleriyle meşgul olmuş ve büyük âlimlerle derin mes’eleler üzerinde münâzara yapmıştır. Başta Mesnevi-i Nuriye ve Arapça telif ettiği eserler olmak üzere telif ettiği eserleri medresenin yüksek derslerini gören eski talebelerinin anlayışlarına göre yazmıştır.4 Bir tefsir usûlü olan Muhakemat adlı eseri de yüksek düzeyde bir aklın ve ilmî çabanın eseridir.
Bediüzzaman Hazretlerinin felsefe ile meşgul olmasının sebepleri için bakınız:
https://risale.online/soru-cevap/bediuzzamanin-felsefeyi-inceleme-sebebi
Bununla birlikte Yeni Said dönemi ile birlikte büyük ve derin bir değişim yaşayan Bediüzzaman Hazretleri, bu dönemle birlikte felsefeye karşı farklı bir bakış açısı ortaya koymuştur. Nitekim kendisine eski Said zamanındaki mücadele şeklini neden değiştirdiği ve Avrupa’ya karşı İslâmiyet’i müdâfaa eden mütefekkirler tarzında gitmediği sorulmuştur. O da bu tarzın, Avrupa menşeli felsefenin düstûrlarını kısmen kabul ettiğini, onların silâhlarıyla onlarla savaştığını, dolayısıyla bazı düstûrlarını sarsılmaz bir hakikat olarak gördüklerini söylemiştir. Bu nedenle bu yöntem, İslâmiyet’in hakîkî kıymetini gösterememiştir.5
Bununla birlikte Bediüzzaman Hazretlerine göre Risale-i Nur, mutlak olarak felsefeye karşı çıkmamaktadır. O, felsefeyi muzır ve hikmet olarak ikiye ayırarak zararlı olan kısmıyla mücadele etmiştir. Hikmet olarak da adlandırılan felsefenin faydalı kısmı, insanlığın gelişmesine ve fenlerin terakki etmesine hizmet etmiştir. Bu kısım, Kur’ân ile barışık olup Kur’ân’ın hikmetine hizmet eder. Zararlı olan felsefe ise dinsizlik, tabîatperestlik, sefâhet, gaflet ve dalâlete sapmaya yol açmaktadır. Bu felsefe, Kur’ân’ın hakîkatlerine karşı çıktığı için Risâle-i Nûr'un birçok yerinde kuvvetli delillerle çürütülmüştür.6
Bediüzzaman Hazretleri menfî felsefeye felsefe-i tabîiye7 ve felsefe-i maddiye adını da vermiştir.8
Bediüzzaman Hazretleri Hz. Âdemden günümüze kadar iki büyük fikrî akımın, insanlığın her tarafına yayıldığını belirtmiştir. Bu akımlar nübüvvet ve diyânet akımı ile felsefe ve hikmet akımıdır. Felsefe akımı, dine tabi olup ona hizmet ettiğinde, insanlık mutlu bir hayat yaşamıştır. Ayrıldıklarında ise iyilikler nübüvvet ve dinin etrafında; kötülükler ise felsefe silsilesinin etrafına toplanmıştır. Bediüzzaman Hazretleri, bu menfî felsefenin Nemrud, Firavun ve putları doğurduğunu ifade etmiştir.9
Menfi felsefe, olaylara ve varlıklara mana-yı ismi ile bakmış ve karanlığa sapmıştır.10 Hatta menfî felsefenin üstadları ve dahileri olan Eflâtun, Aristo, İbn Sînâ ve Fârâbî gibi kişiler, hakikat arayışında boğulmuşlardır.11
Buna binaen Risale-i Nur'un mücadele ettiği menfi/tabiatperest felsefe ile meşgul olmak, fayda getirmediği gibi yukarıda zikredilen birçok zarara neden olmaktadır.
Kur'ân'a hizmet eden ve hikmet olarak isimlendirilen felsefe ise hakikat arayışı anlamına gelmektedir. Bu felsefe ise Kur'ân'ın hakikatlerinin bir tefsiri olan Risale-i Nur'da bulunmaktadır. Mesela Risale-i Nur, dört esasından biri olan tefekkür ile Cenab-ı Hakk'ın Hakîm ismine ulaştırmaktadır.12 İnsan, tefekkür ile hikmet nimetini elde etmektedir. "O himeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilirse, artık ona şüphesiz pek çok hayır verilmiş demektir." Bakara suresi 269. âyetine göre bu, büyük bir hayırdır.
Menfî felsefe ile Kur'ân hikmetinin karşılaştırması için bakınız:
https://risale.online/soru-cevap/felsefe-ve-kuran-muvazenesi#_ftn1
Ayrıca Risale-i Nur, düşünme, akıl yürütme, delil getirme ve İslamî hakikatleri elde etme arayışında başka eserlere ihtiyaç bırakmamaktadır.13
KELAM
İmam Eş’arî ve İmam Matüridî’nin temellerini attığı ehl-i sünnet kelâmının mütekaddimîn dönemi, klasik mantık ve felsefeye girmeden Kur’ânî akılla iman esaslarını temellendirmiş, İslâmî mantık ve usul ilmini geliştirmiştir. Bu kelâm, felsefî bir metafizik olmaktan çok bir usûlü’d-dîn ilmidir. Bu yöntemi takip eden âlimler arasında Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Fahreddin er-Râzî, Kādî Beyzâvî, Adudüddin el-Îcî, Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Teftâzânî, Cürcânî, İbnü’l-Hümâm, Celâleddin ed-Devvânî gibi âlimler yer almaktadır.Bununla birlikte Fahreddin er-Râzî, Seyfeddin el-Âmidî ve Kādî Beyzâvî ile kelâm eserlerinin muhtevasında felsefî konular kelâmî konulardan fazla bir hacim işgal etmeye başlamıştır. Adudüddin el-Îcî’den itibaren şerh ve hâşiye geleneği başlayıp Teftâzânî, Cürcânî ve Devvânî ile zirveye ulaşmış, dolayısıyla kelâm farklı bir mecraya girmiştir.14
Bediüzzaman Hazretleri ise kelâm kitaplarını girmiş ancak önemini ve geçerliliğini kaybetmiş Ortaçağ tartışmalarını tekrar etmek yerine aslına irca etmiştir. Mesela müteahhirîn dönemi kelam ilmi ile tam bir marifet kazanılamadığını belirterek Kur’ân-ı Kerim tarzında bir marifet ve huzura ihtiyaç olduğunu söylemiştir. Bu hususta kelam ilmi ile Kur’ânî yöntemin farkını, uzak bir yerden su boruları ile su getirmek ile ihtiyaç duyulan yerde kuyu kazarak su bulma misalini vermektedir.15
Bediüzzaman Hazretleri, Risâle-i Nûr'un hakāik-i İslâmiyeye (İslâm hakikatlerine) dâir ihtiyaçlara kâfî geldiğini ve başka eserlere ihtiyaç bırakmadığını açıkça ifade etmiştir. Başta kendi tecrübeleri olmak üzere talebeleri ve Müslümanların, îmânlarını kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkîkî yapmanın en kısa ve en kolay yolunun Risâle-i Nûr’da olduğunu ortaya koymuştur. Risale-i Nur, eski zamanlarda ilim tahsiliyle on beş senede elde edilen tahkikî imana on beş haftada ulaşma imkanı vermektedir.16
Bediüzzaman Hazretleri, bu ifadeleri kullandığı zamandan yirmi sene önce bazen bir günde bir cild kitabı anlayarak mütâlaa eden bir âlim olarak yirmi seneye yakın bir süre boyunca Kur’ân ve Kur’ân’dan gelen Risâle-i Nûr'un kendisine kâfî geldiğini ifade etmiştir.17 Bu da genel olarak Müslümanların ihtiyaç duyabileceği hakikatleri ihtiva ettiğini ve bu eserlerin yeterli olacağını göstermektedir.
Bediüzzaman Hazretleri, eski eserlerin bu zamandaki problemlere tam olarak çözüm getiremediğini belirtmiştir. Çünkü bu eserlerin yazıldığı dönemde dehşetli zındıka hücumu, iman esaslarını sarsmamaktaydı. Ayrıca o muhakkik âlimlerin ve müctehid zâtların, kendi dönemlerinde kullandıkları araçlar, bu zamanda hem geç elde edilmekte, hem bu zaman düşmanlarına birden galip olamamaktadır. Risâle-i Nûr ise Kur’ân-ı Kerim'den hem çabuk, hem keskin, hem düşmanların fikirlerini çürütecek araçları bulmuştur. Hem Risâle-i Nûr, eski ulemânın eserlerinin kaynağı olan Kur'ân- Kerim'i kendisine üstad kabul ederek o mübârek zâtların eserlerine mürâcaat etmemiştir.18 Bununla birlikte eski eserlerin içeriğini, kelam ilminin tarihi sürecini öğrenmek ve o mübarek âlimlerimizi tanımak için o eserlere müracaat edilebilir.
Unutulmaması gereken nokta şudur: Eski eserler vasıtasıyla hakikat ilmine ulaşmak uzun vakit almaktadır. İmana yapılan saldırıların ve dinsizlik fikrinin çok yaygın olduğu bir ortam ve zamanda hakikate en kısa zamanda ulaşmak ve imanı tahkikî hale getirmek, her Müslümanın vazifesidir.
Hüseyin Gazi Topdemir, Felsefe Nedir?, Türk Kütüphaneciliği Dergisi 23. sayı 1 (2009), s. 120.
https://ansiklopedi.tubitak.gov.tr/ansiklopedi/pozitivizm_felsefe
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevi-i Nuriye, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2018, s. 3-4.
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2018, s. 327.
Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lahikası 2, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2019, s. 278.
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2018, s. 228.
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2018, s. 46.
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2018, s. 222.
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2018, s. 223.
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2018, s. 228.
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2018, s. 86.
Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2018, s. 93.
Yusuf şevki Yavuz, “Kelam”, TDV İslam Ansiklopedisi.
Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 157.
Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2018, s. 93.
Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2018, s. 93.
Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2018, s. 231-232.