Soru

18. Lema'nın Şerh ve İzahı- 8

18. Lema’daki 4. Emare’yi cümle cümle izah eder misiniz?

Tarih: 13.05.2025 23:34:39

Cevap

Dördüncü Emâre: Hazret-i Gavs-ı Geylânî fitne-i âhir zamanda sünnet-i seniyeyi ve esrâr-ı Kur’âniyeyi muhâfazaya ve neşre çalışan bir mürîdine on beş emâre ile iltifât eder ve onunla konuşursa,

Dördüncü Emâre (işaret): Abdulkadir Geylani Hazretleri, Sekizinci Lem’a’da, gayba dair harika bir kerameti olarak bu asra bakarak Peygamber Efendimizin sünnetini ve Kur’ân’ın sırlarını ve hakikatlerini korumaya ve yaymaya çalışan bir müridine (Bediüzzaman Hazretlerine) 15 kadar kuvvetli delille iltifat etmekte ve O’nunla şefkat ve merhamet diliyle konuşmaktadır.[1]

elbette İslâmiyet’in te’sîsinde ‘Esedullâh’ ünvanını alan  

Elbette İslâmiyet’in kuruluşunda ve doğru usullerle sağlam bir şekilde bina edilmesinde ortaya koyduğu benzersiz gayret ve çabalarıyla “Allah’ın aslanı” ünvanını alan (Hz. Ali Efendimiz),

ve ulûm-u esrâriyede اَنَا مَد۪ينَةُ الْعِلْمِ وَعَلِيٌّ بَابُهَا hadîsine mazhar bulunan;

Gizli ve sırlı ilimlerde “Ben ilmin şehriyim, Ali ise onun kapısıdır.”[2] Hadis-i şerifine nâil olan (Hz. Ali Efendimiz),

Nitekim Hz. Ali (ra), ilim noktasında ne kadar seçkin bir mertebede olduğunu Ercûze Kasidesi’nde anlam bakımından şöyle söylemektedir: Dünyanın başlangıcından kıyamete kadarki mühim sırlı ilimler bize apaçık görür derecesinde açıldı, göründü. Kim ne isterse sorsun. Söylediklerimizden şüphe edenler alçak, aşağı ve zavallı olur.”[3]

ve kerâmât-ı hârika ile iştihâr eden;

Hz. Ali Efendimizin gerek Hayber’in fethinde göstermiş olduğu gerekse kendisinden asırlar sonra meydana gelecek olayları tam tarihleriyle ve uygulanış tarzlarıyla detaylı olarak haber vermiş olması ve haber verdiği tarda aynen meydana gelmiş olması, şüphesiz O’nun çok harika kerametler sahibi olduğunu göstermektedir. Bunlar gibi daha pek çok harika ve olağanüstü kerametleriyle Müslümanlar arasında meşhur olup tanınmaktadır.

ve Vehhâbîlerin ecdadı olan Hâricîleri kılıçtan geçiren;

Vahhâbilerin ecdadı, ataları olan Haricîleri[4] Nehrevân'da[5] bozguna uğratıp kılıçtan geçiren (Hazret-i Ali Efendimiz),

ve Gavs-ı A‘zam’ın ceddi ve üstâdı olan Hazret-i İmâm-ı Alî radıyallâhü anh,

Abdulkadir Geylani Hazretlerinin dedesi aynı zamanda üstadı ve hocası olan (Hazret-i Ali Efendimiz),

Hem seyyid hem şerif olan Gavsu’l Azam Hazretlerinin nesebi; babası yoluyla Hazreti Hasan’a, annesi yoluyla da Hazreti Hüseyin’e dayanmaktadır.

elbette Âl-i Beyt’e bir cihette düşman olan Vehhâbîlerin Haremeyn-i Şerîfeyn’i istîlâsı hengâmında; ve Hâricîlerden daha berbad bir tarzda sünnet-i seniyeye muhâlefet eden bir kısım ulemâü’s-sû’ ve zalemelerin istîlâsı zamanında Risâle-i Nûr vâsıtasıyla Risâle-i Nûr şâkirdleri bütün kuvvetleriyle sünnet-i seniyenin muhâfazasına ve Âl-i Beyt’in hürmetine ve meveddetine çalıştıkları ve o müdhiş mehâlike karşı sarsılmadıkları halde imdâd-ı rûhânîye ve kuvve-i ma‘neviyenin takviyesine pek çok muhtaç oldukları bir zamanda;

Sevgili Peygamberimizin (sav) tertemiz sülalesine ve O’nun sünnet-i seniyyesini layıkıyla koruyup devam ettiren mübarek nesline bir bakıma düşman olan Vehhâbîler’in[6] Mekke ve Medine’yi (Kâbe ve Mescid-i Nebevî’yi) ele geçirip Bâkî Mezarlığı’nın mezar taşlarını ve pek çok türbeyi tahrip edip yıkmaları zamanında;

Hem Hâricîlerden daha kötü bir şekilde Hz. Peygamberin (sav) sünnetine karşı çıkıp tam zıddına hareket eden bir kısım kötü âlimlerin ve zalimlerin toplumda kontrolü ele geçirip her tarafa yayıldıkları bir zamanda, Risale-i Nur vasıtasıyla Risale-i Nur Talebeleri bütün kuvvetleriyle Sevgili Peygamberimizin (sav) sünnetinin korunup muhafazasına ve Âl-i Beyt’in hürmetine, muhabbet ve sevgisine çalışmaktadırlar. Bu uğurda insafsız düşmanların şiddetli baskı ve zulümlerine maruz kalan Nur Talebeleri, hiçbir şekilde sarsılmadan ve yılmadan vazifelerine devam etmektedirler.

Elbette böylesine sıkıntılı bir dönemde Nur Talebeleri ruhanî yardım ve teselliye ve manevi kuvvetlerinin takviye ve desteklenmesine de çok ihtiyaçları vardır.

o ulûm-u evvelîn ve âhirîni bildiğini müftehirâne iddiâ eden Hazret-i Alî radıyallâhü anh, hiç mümkün müdür ki, evlâdından olan Gavs-ı Geylânî’den geri kalsın? Şecâat-i Haydarânesiyle Risâle-i Nûr şâkirdlerinin imdâdına yetişmesin? Elbette bu sûretle yetişir ve yetişti.

Allah’ın izniyle dünyanın başlangıcından kıyamete kadarki mühim sırlı ilimleri apaçık görüp bildiğini övünerek ve Allah’a hamd ederek iddia eden Hazret-i Ali Efendimiz, hiç mümkün müdür ki Nur Talebelerinden haber veren evladı olan Gavs-ı Geylânî’den (ks) bu hususta geri kalsın? Yiğitliğiyle ve cesaretiyle ün salmış kahramanlar kahramanı olan Hz. Ali Efendimiz, hiç mümkün müdür ki bu zamanda manevi yardım ve desteğe çok muhtaç olan Risale-i Nur Talebelerinin yardımlarına yetişmesin? Elbette yetişir ve yetişmiştir.  

Ma‘lûmdur ki, meselâ umum bir cemâat içinde biri hareket etse, biri de dese: “Ey insan! Bana bak.” O ‘insan’ lafz-ı umûmîsinde karîne-i hâl ile, o hareket eden adama hitâbdır.

Bilindiği üzere, kalabalık bir ilim meclisinde herkes oturmuş ibadet ve zikirle meşgul iken, topluluktan birisi ayağa kalkıp bir tarafa doğru hareket etse ve bu esnada başka birisi ‘Ey insan! Bana bak.’ Dese elbette orada bulunanların hepsi de ‘insan’ lafzına muhataptır. Ve tüm insanlar kastedilmiş olabilir. Ancak o anki durumda bu sesleniş ve hitap, hareket eden şahsa yöneliktir. Zira bir kişi hareket etmekte diğerleri yerinde oturmaktadır. Bu seslenişten sonra da dönüp bakacak olan kişi yine hareketli olan kişidir. 

Madem muktezâ-yı hâl ve karîne-i hâl ile Hazret-i İmâm-ı Alî radıyallâhü anhın umum muhâtabları içinde en ziyâde muhtaç ve en ziyâde Hazret-i Alî radıyallâhü anhın maksadı lehinde hareket eden Risâle-i Nûr şâkirdleridir.

Madem içinde yaşadığımız fitne ve şer asrında Hazret-i Ali Efendimizin hitap edip seslendiği, manen teselli verip destek olduğu pek çok sâlih ve fedakâr şahıslar vardır. Elbette bütün muhatapları içinde kendisinin manevi destek ve tesellisine en çok muhtaç olanlar ise hiç şüphesiz Risale-i Nur Talebeleridir. Zira Nur Talebeleri, Hazret-i Ali Efendimizin maksat ve beklentisi doğrultusunda hareket ederek Sevgili Peygamberimizin (sav) sünnet-i seniyesini özellikle İslâmiyet alâmeti olan kısmını bütün kuvvetleriyle muhafaza ve müdafaa ederek savunmuşlardır. Hem de Âl-i Beyt’in sevgisini, hürmet ve muhabbetini insanlara aşılamak adına gayret etmişlerdir.

Elbette o zât istikbâle bakıp يَٓا اَيُّهَا الْاِخْوَانُ ta‘bîriyle konuştuğu cemâat içinde en ziyâde müteharrik ve en ziyâde kuvve-i ma‘neviyenin takviyesine muhtaç olanlara hususiyetle bakar.[7]

Elbette İmam Ali Efendimizin Allah’ın izniyle gelecek asırlara bakıp “Ey kardeşler!” diyerek iltifat edip manen konuştuğu pek çok şahıs vardır. Hitap edip seslendiği bu büyük topluluk içinde, özellikle bu dehşetli asırda, Kur’ân ve sünnetin esaslarını koruma ve yayma hususunda en fazla gayret sarf eden ve bu uğurda her türlü zulüm ve baskılara maruz kalarak manevi kuvvetlerinin desteklenmesine çok muhtaç olan Risale-i Nur Talebeleriyle özel olarak alakadar olup onlarla konuşmaktadır.

Önceki kısmın şerh ve izahı için lütfen bakınız;

https://risale.online/soru-cevap/18-lema-8


[1] Bkz. Sekizinci Lem’a şerhi.

[2] Kenzü’l-Ummâl, cild. 11, s. 600.

[3] Ercûze Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 593.

[4] Hâricîler, Hz. Ali ile Şam valisi Hz. Muâviye arasında yapılan Sıffin savaşında, sorunun çözümü için tarafların birer hakem atamaları üzerine ortaya çıktılar. Onlara göre Allah'tan başka kimsenin herhangi bir konuda hüküm verme yetkisi yoktur. (lâ hukme illâ lillâh). Böyle bir yetkiyi kabul edenler kâfir olurlar. Sorunu hakemler aracılığı ile çözmeyi kabul ettiği için Hz. Ali de kâfir olmuştur. Kâfir olduğuna inandıkları Hz. Ali'den ayrılmanın farz olduğu düşüncesiyle Hâricîler, gizlice ordudan ayrılarak Harûra'da toplandılar. Bu huruc (çıkış) hareketi ile İslâm tarihindeki ilk siyasî parçalanma gerçekleşti. Harûra'dan sonra Nehrevân'da üslenen bu grup, İslâm tarihinin en katı, en savaşçıl partisini oluşturdu (Ahmet Emin, Duha'l-İslâm, III, 5).

Konuyla alakalı detaylı malumat için lütfen bakınız; https://risale.online/soru-cevap/hariciler

[5] Hz. Ali'nin ordusuyla Abdullah b. Vehb er-Râsibî liderliğindeki Hâricîler arasında Nehrevân'da meydana gelen savaş (38/658), Hâricîler için tam bir felâketle sonuçlanmıştır. Bazı rivâyetler bu savaştan ancak sekiz-on Hâricînin kurtulabildiğini belirtir. Bu büyük hezimetten sonra hayatta kalabilen Hâricîlerin her birinin başka bir yere kaçtıkları ve çok sayıda hâricî kollar oluşturdukları söylenir.

[6] VEHHÂBÎLİK: Ortaya çıktığı 18. asrın başlarından günümüze kadar İslâm dünyasında çok yönlü ve geniş bir etkiye sahip dinî ve siyasî bir harekettir. Adını hareketin dinî yönünün temellerini atan Muhammed b. Abdülvehhâb’a nisbetle almış, bu adlandırma akımın dışındaki dinî çevrelerde, ilmî ve siyasî sahalarda geniş kullanım alanı bulmuştur. Mensupları ise akımı Ehl-i sünnet dairesinde kalan bir ıslah ve dinin aslına dönüşmesini hedefleyen bir ihya hareketi olarak gördüğünden Muvahhidûn (ehl-i tevhîd) veya izledikleri geleneksel dinî usule göre Ehl-i hadîs ya da Selefiyye diye anılmayı tercih etmiştir. Bu ekolün mensupları başlangıçta Hanbelî Mezhebinin daha muhafazakâr bir görüntüsüyle ortaya çıkmışlardır. Kısa sürede Suudî hânedânının desteğini alarak hızla gelişmiş ve bir müddet sonra Suudî Arabistan'ın resmî mezhebi haline gelmiştir. (TDV)

Detaylı malumat için bkz: https://risale.online/soru-cevap/vehhabilik

[7] Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.138


Yorum Yap

Yorumlar