Soru

18. Lema'nın Şerh ve İzahı- 7

18. Lema’daki 3. Emare’yi cümle cümle izah eder misiniz?

Tarih: 13.05.2025 23:07:26

Cevap

Üçüncü Emâre: Ulemâ bahsinin evvelki satırında diyor: فَمَنْ اَرَادَ اللّٰهُ اَنْ يُع۪ينَهُ (Hâşiye-1) اَتْحَفَهُ بِهٰذِهِ السَّك۪ينَةِ (Hâşiye-2)

Üçüncü Emâre (işaret): Hazret-i Ali Efendimiz, Ercûze Kasidesi’nde kötü âlimlerden bahsettiği yerin hemen öncesinde şöyle diyor: “Allah kime yardım etmek isterse, bu sekineyi ona hediye eder.”[1] Yani kim Allah’ın yardımına nail olacaksa, Hazret-i Cebrail’in sekine olarak tabir ettiği ism-i azamı (Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs isimlerini) Cenâb-ı Hakk o kişiye hediye eder. Ve o sekine duası olan ism-i azamla o kişiyi yaşadığı zamanın tüm şer ve fitnelerinden korur ve kurtarır. Bu cümlenin ebced hesabına göre tahlili alttaki iki haşiyede yapılmaktadır.  

Hâşiye-1: Bu satırda Gavs’ın تَع۪يشُ سَع۪يدًا fıkrasındaki سَع۪يدًا lafzını, يُع۪ينَهُ dahi aynen, اَلسَّك۪ينَةِ yine aynen gösteriyorlar. Her birisi سَع۪يدًا oluyor. Demek Gavs gibi, bu fıkra Said ile konuşuyor (ه) harfi beştir, dördü (د) dır, biri (د) üstündeki tenvîn vakıfta elife mukābildir.

Bu cümlede Şeyh Abdulkadir Geylânî (ks), -Sekizinci Lem’a’da izah edilen- beş satırlık sırlarla dolu kasidesinin beşinci satırında تَع۪يشُ سَع۪يدًا “Taîşu Saîden”[2] diyerek, Bediüzzaman Hazretlerinin “Said” ismini açıkça haber vermektedir. Aynı zamanda Hz. Üstad’ın isminin “Said” olacağı gibi maişet ve geçim yönünden de “Saîd” olacağına yani mesut ve rahat bir hayat süreceğine işaret etmektedir.

İşte bu “Said” lafzını, يُع۪ينَهُ ve اَلسَّك۪ينَةِ kelimeleri de ebced ve cifir hesabıyla tam olarak göstermektedir. Demek “Sekine” duası ile bu asırda “kendisine yardım edilecek zât”, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleridir. Ve Hazret-i Ali Efendimiz “Allah kime yardım etmek isterse, bu sekineyi ona hediye eder.” cümlesiyle aynen Abdulkadir Geylani Hazretleri gibi Hz. Üstad’la (Said’le) konuşmaktadır.

Hâşiye-2: Cây-ı dikkattir ki, bu iki satır ma‘nâ i‘tibâriyle doğrudan doğruya Risâle-i Nûr nâşirine baktığı gibi, cifir ve ebced hesabıyla yine bakıyor.

Burada dikkat çekici şöyle bir durum var ki; “Allah kime yardım etmek isterse, bu sekineyi ona hediye eder.” ve “Kim saadete mazhar ise, o ism-i azam onun boynunda gerdanlık gibi olur.” Satırları, anlam itibariyle doğrudan doğruya Risale-i Nur’u neşredip yayan Bediüzzaman Hazretlerine baktığı gibi ebced ve cifir hesabıyla da yine Hz. Üstad’a bakmakta ve O’ndan haber vermektedir.

Çünki اَتْحَفَهُ بِهٰذِهِ السَّك۪ينَةِ cifir ve ebced hesabıyla bin üç yüz elli bir (m. 1935) tarihini gösteriyor ki, Risâle-i Nûr’un gālibâne intişâr ve tekemmül tarihidir.

Çünkü اَتْحَفَهُ بِهٰذِهِ السَّك۪ينَةِ “Bu sekineyi ona hediye eder.” Cümlesi ebced ve cifir hesabıyla Rumî 1351 (m. 1935) tarihini göstermektedir. Bu tarih, Risale-i Nur eserlerinin bütün olumsuz şartlara ve baskılara rağmen Allah’ın yardımıyla galip ve üstün gelip tüm Anadolu’ya yayıldığı ve büyük ölçüde telifinin tamamlandığı tarihtir. Zira yüz otuz parçayı bulan risalelerin büyük çoğunluğu, Sözler, Mektubat gibi temel mecmualar ile Lem’aların büyük kısmı bu tarihe kadar yazılmış ve insanlara ulaştırılmıştır.

İkinci satır فَكُلُّ مَنْ لَا حَتْ لَهُ السَّعَادَةُ ٭ كَانَ لَهُ فِي الْج۪يدِ كَا الْقِلَادَةِ yine cifir ve ebced hesabıyla bin üç yüz yirmi dokuz (m. 1914) ediyor ki, Risâle-i Nûr nâşirinin hakîkî mebde’-i mücâhedesi tarihidir. Yalnız bu اَلسَّعَادَةُ ve اَلْقِلَادَةُ deki iki (ت) vakfa rast geldikleri için kaideten (ه) sayılırlar.

İkinci satırdaki فَكُلُّ مَنْ لَا حَتْ لَهُ السَّعَادَةُ ٭ كَانَ لَهُ فِي الْج۪يدِ كَا الْقِلَادَةِ “Kim saadete mazhar ise, o ism-i azam onun boynunda gerdanlık gibi olur.” Cümlesi ebced ve cifir hesabıyla Rumî 1329 (m. 1914) tarihini göstermektedir. Bu tarih, Risale-i Nur’un müellifi ve insanlara ulaştırıcısı olan Bediüzzaman Hazretlerinin hakiki olarak manevi cihada ve mücadeleye başladığı tarihtir.

Evet, 1914 tarihi, Bediüzzaman Hazretlerinin dinsizlik akımlarına karşı manevi cihada başladığı tarih olarak kabul edilmektedir. Nitekim 1914-1916 seneleri arasında 1. Cihan Harbi’nde bir yandan cephede düşmanla maddi cihat ederken diğer yandan talebesi Molla Habib’e, küfür ve dinsizlik fikrini temelinden çökertecek olan Risale-i Nur Külliyatı’nın fâtihası hükmündeki İşaratü’l i’caz adlı eserini yazdırıp herkese ulaştırmasıyla manevi cihadına başlamıştır. Hem Hz. Üstad, 1914 senesinde Eski Said’den sıyrılıp Yeni Said olarak manevi mücadeleye niyet ettiğini de başka risalelerde ifade etmektedir.

Elhâsıl: Bu iki satır üç cihet ile Risâle-i Nûr nâşirine bakıyor.

Netice itibariyle bu iki satır üç tarzda Risale-i Nur’un müellifi olan Bediüzzaman Hazretlerine bakmakta ve O’ndan haber vermektedir.

Birincisi: İsm-i A‘zam'ı tazammun eden altı ismin ona hediye edildiği ve onunla muhâfaza edildiği, aynen vâki‘ olmuş ve olmaktadır.

Birincisi: İsm-i Âzamı içinde barındıran Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl ve Kuddüs” isimlerinin yani “Sekine” duasının Bediüzzaman Hazretlerine hediye edilmesi ve Sekine duasına Hz. Ali Efendimizin ders verdiği tarzda devem ederek yaşadığı asrın şer ve fitnelerinden harika bir tarzda korunduğu aynen meydana gelmiştir ve İlâhî koruma sürekli devam etmektedir. Gerçekten de Hazret-i Üstad’ın hayatına bakıldığında, yirmi sene zarfında çok büyük fitnelere, sıkıntılara ve su-i kastlara maruz kalmış, fakat hepsinden de Allah’ın yardımıyla harika bir tarzda kurtulmuştur.

İkincisi: يُع۪ينَهُ cifirce اَلسَّك۪ينَةُ؛ سَع۪يدُ cifirce yine سَع۪يدُ؛ اَلسَّعَادَةُ ma‘nâ ve lafızca yine سَع۪يدُ oluyor.

İkincisi:  يُع۪ينَهُ ve اَلسَّك۪ينَةِ kelimeleri ebced ve cifir hesabıyla tam olarak “Said” lafzına denk geldiği gibi اَلسَّعَادَة kelimesi de hem söyleyiş hem de anlam bakımından yine “Said” olmaktadır. Yani önceki cümlelerin izahında ifade edildiği üzere, Hz. Ali Efendimizin bu iki satırdaki muhatabı “Said” isminde bir zât olduğu açıkça görünmektedir.

Üçüncüsü: Evvelki satır Risâle-i Nûr’la mücâhedenin bugününü, ikinci satır mücâhedenin mebdeini tam tamına tarihiyle gösteriyor. İşte bu iki satır Risâle-i Nûr nâşirinin yirmi senelik mücâhedâtının biri mebdeini, diğeri müntehâsını göstermesi, elbette tesâdüfî olamaz. Belki mücâhedenin makbûliyetine bir işâret-i gaybiyedir. Ve Hazret-i İmâm-ı Alî’nin (ra) bir sikke-i tasdîkidir. Süleyman Rüşdü, Husrev

Üçüncüsü: Önceki satır 1935 senesine işaret ederek, küfür ve dinsizlik akımlarına karşı Risale-i Nur’la yapılan manevi mücadelenin bugününü, ikinci satır ise Bediüzzaman Hazretlerinin hakiki olarak manevi cihada ve mücadeleye başladığı tarihi göstermektedir. Bu iki satırın hem anlam bakımından hem de tarih itibariyle Bediüzzaman Hazretlerinin yirmi senelik (m. 1914-1935) manevi mücadelesinin başlangıç ve son zamanını tam olarak bildirmesi, elbette tesadüf eseri olamaz. Olsa olsa Bediüzzaman Hazretlerinin yapmış olduğu manevi mücadelenin Allah katında makbul olduğuna dair gayba dair bir işarettir. Hem de Hazret-i Ali Efendimiz gibi kahramanlar kahramanı bir zâtın, Hz. Üstad’ın başında olduğu Risale-i Nur davasının hak ve istikametli bir dava olduğuna dair manevi imzasını attığı bir tasdik ve doğrulama mührüdür. Süleyman Rüşdü, Husrev

İsm-i A‘zam bahsinde diyor فَكُلُّ مَنْ لَا حَتْ لَهُ السَّعَادَةُ ٭ كَانَ لَهُ فِي الْج۪يدِ كَا الْقِلَادَةِ Yani, “Kim inâyete ve saadete mazhar ise, o âhir zamanın fitnelerinden bu altı ismi verdiğim ders tarzında vird edenler mahfûz kalır.”

Hazret-i Ali Efendimiz Ercûze Kasidesi’nde ism-i azamın ehemmiyetinden bahsettiği yerde şöyle demektedir: “Kim saadete mazhar ise, o ism-i azam onun boynunda gerdanlık gibi olur.”[3] Evet, kim saadet ve mutluluğa nail olmuşsa yani “Said” olup bedbaht, bahtsız ve nasipsiz değilse, o ism-i azam onun boynunda mübarek bir gerdanlık hükmünde bir muska olur.

Hazret-i Ali Efendimiz bu cümlesinde “Said” isminde bir kişinin ism-i azamı, ders verdiği tarzda hayatı boyunca terk etmeden okuyacağını mecaz olarak ifade etmektedir. Hakikaten Bediüzzaman Hazretleri, hayatı boyunca bütün virtlerini değiştirdiği halde bu sekine tabir edilen altı isme Hazret-i Ali Efendimizin ders verdiği tarzda terk etmeden sürekli olarak devam etmiştir.

Hazret-i İmâm-ı Alî radıyallâhü anh, hurûf-u ecnebîyeyi İslâmlar içinde cebren kabûl ettirmek hâdisesi ile ulemâü’s-sû’un bid‘alara yardımlarından teessüfle bahsedip, o iki hâdise ortasında irşâdkârâne bazılarından bahsediyor ki, o Sekîne olan İsm-i A‘zam ile ecnebî hurûfuna karşı mukābele ediyor. Ve hem ulemâü’s-sû’a karşı muhâlefet ediyor.

Önceki sayfalarda izah edildiği üzere; Hazret-i Ali Efendimiz Ercûze Kasidesi’nde Kur’ân harflerinin yerine Latin harflerinin kabulünden tam tarihi ve uygulama tarzıyla haber vermektedir. Yine bid’a denilen ve Kur’ân ve imanın esaslarına tamamen zıt olan yeniliklerin halka kabul ettirilmesinde o günkü hükümete yardım eden kötü âlimlerden de üzüntüyle bahsetmektedir. Bu iki üzücü hadiseden haber verirken Bediüzzaman Hazretleri ile şefkat ve merhamet diliyle konuşmakta ve O’na fitne asrında nasıl hareket edeceği ile alakalı olarak rehberlik edip yol göstermektedir. “O zamana yetişen ve âlimlerden olan insan! Cenâb-ı Hak’tan o fitnenin şerrinden muhafaza için sana ders verdiğim ism-i azamla dua et!”[4] demektedir.

Hz. Üstad da Latin harflerinin zorla kabul edilişine karşılık İslâm harflerini ve Kur’ân yazısını muhafaza edip korumayı kendisine bir vazife bilmiş ve öylece mücadele etmiştir.  Risâle-i Nûr’un bir vazîfesi hurûf-u Kur’âniyeyi (Kur’ân harflerini) muhâfaza olduğundan, yeni hurûfa (Latin harflerine) zarûret (zorunluluk, mecburiyet) derecesinde inşâallâh müsâade olur.”[5] Diyerek Risale-i Nur’un bu zamanda iman hakikatlerinin izah ve ispatından sonraki en mühim vazifesinin, Kur’ân yazısını koruyup muhafaza etmek olduğunu açıkça ifade etmiştir. Kendisi ve bütün hakiki Nur Talebeleri de her daim bu mücadeleyi vermiş ve hâlâ vermektedirler.

Bununla beraber Hz. Üstad, insanları doğru yoldan saptıran, ilmini dünya kazancına, mala ve mevkiye kavuşmaya vesile yapan kötü âlimlerin manevi yıkımlarına karşılık, hayatı boyunca Kur’ân ve sünnetin esaslarını savunmuş ve onları yaymaya çalışmıştır.

Bu iki hadise karşısında manevi mücadelesini yaparken de sürekli olarak Hz. Ali Efendimizin ders verdiği tarzda Sekine duasına yani ism-i azama sığınmış, onunla o zamanın şer ve tehlikelerinden Allah’ın izni ve yardımıyla korunmuştur.

İşte bu zamanda o adamlar, Risâle-i Nûr şâkirdleri ve nâşirleri oldukları şübhesizdir. Çünki onlardır ki, hatt-ı Kur’ân’ı muhâfaza ediyorlar. Ve bid‘akâr bir kısım ulemâlara karşı mukāvemet ediyorlar.

İşte bu zamanda Hz. Ali Efendimizin muhabbet ve övgü ile bahsedip kendilerine rehberlik ettiği kişiler, hiç şüphesiz Risale-i Nur Talebeleridirler. Zira Hz. Ali Efendimizin 1400 sene öncesinden üzüntü ile detaylı olarak haber verdiği iki dehşetli fitneye karşılık, onlar mücadele etmektedirler. 

Latin harflerinin zorla kabul ettirilmesine karşılık Risale-i Nur Talebeleri bütün himmet ve gayretleriyle Kur’ân hattını (İslâm yazısını) korumayı ve insanlara öğretmeyi kendilerine vazife bilmişlerdir. Her türlü baskı ve zorluklara rağmen bu mücadelelerinden asla taviz vermemiş ve geri adım atmamışlardır.

Ve yine Risale-i Nur Talebeleri, Kur’ân ve sünnetin esaslarına karşılık inkılap ve yenilik adıyla zorla halka kabul ettirilmeye çalışılan bütün bid’alara ve bu bid’aların savunucusu ve insanlara telkin edicisi olan kötü âlimlere karşı mukavemet edip direnmişlerdir. Kur’ân yazısı, ezan, sarık ve tesettür başta olmak üzere İslâmiyet âlemeti olan esasları, o günkü hükümete ve hükümetin bir bakıma fetvamatikleri olan kötü âlimlere rağmen korumayı, yaşamayı ve yaşatmayı kendilerinin aslî hizmeti bilmişlerdir. Bu uğurda başta Hz. Üstad olmak üzere kahraman Nur Talebeleri her türlü eza ve cefayı göğüslemiş, şiddetli esen manevi fırtınalar, baskılar, zulümler, hapisler ve su-i kastlar karşısında kesinlikle sarsılmayıp manevi mücadelelerine ciddiyetle ve metanetle devam etmişlerdir.  Hazret-i Ali Efendimizin ilgi ve alakasına böylece nail olmuşlardır.

Evet, biz Hocamızdan anlamışız ki, on üç sene evvel Hazret-i Alî radıyallâhü anhın bu kasîdesinin sırrını bilmeden yedi sene evvel bu altı ismi İmâm-ı Gazâlî’den ders alarak kendine vird etmiş. Hem bütün evrâdları tebeddül ve tahavvül ettiği halde, bu Sekîne ta‘bîr edilen altı isme Hazret-i Alî radıyallâhü anhın verdiği ders tarzında mütemâdiyen terk etmeden devam etmiş. Bu tarzda devam edenleri işitmemişiz.

Nur Talebeleri kendi gözlemlerini şöyle ifade etmektedirler: Biz hocamızdan (Hz. Üstad) anlamışız ki, Hazret-i Ali Efendimizin Ercûze Kasidesi’nin sırlarını bilmeden yedi sene önce (m. 1927) Sekine tabir edilen ve içinde altı isim bulunan bu ism-i azamı (Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs isimlerini) manevi âlemde İmam Gazalî’den ders alarak kendisine vird edinmiş ve sürekli okumaya devam etmiştir.

Hem Bediüzzaman Hazretleri, hayatı boyunca bütün virtlerini değiştirdiği halde bu Sekine tabir edilen altı isme Hazret-i Ali Efendimizin ders verdiği tarzda terk etmeden sürekli olarak devam etmiştir. Bu tarzda Sekine’ye devam edenleri ise işitmemişiz.

Hem hilâf-ı âdet bir tarzda, yirmi sene zarfında yirmi fitne-i azîmeye düştüğü gibi, te’sîrli bir sûrette hayat-ı ictimaiye-i İslâmiyeye karıştığı halde hârika bir mahfûziyet altında olduğunu gözümüzle gördüğümüzden, Hazret-i Alî radıyallâhü anhın âhir zamandaki hitâb ettiği dostları içinde bilhassa ona rûy-u iltifâtı olduğunu hissediyoruz.

Hem Hazret-i Üstad’ın hayatına bakıldığında, yirmi sene zarfında çok büyük fitnelere, sıkıntılara ve su-i kastlara maruz kaldığı, bununla beraber İslâmiyet’in sosyal hayatına çok tesirli bir şekilde karıştığı halde Allah’ın yardımıyla harika bir tarzda korunmuş olduğu görülecektir. Bu durum net bir şekilde göstermektedir ki Hazret-i Ali Efendimiz, ahir zamanda hitap edip seslendiği dostları içinde özellikle Bediüzzaman Hazretlerine iltifat etmekte ve O’nunla özel olarak alakadar olup ilgilemektedir.

Hem لَا حَتْ لَهُ السَّعَادَةُ lafzıyla, yani Said olduğunu ve ulemâ bahsine muttasıl birisinin inâyete mazhar olduğunu ve يَا مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ fıkrası, hesâb-ı ebcedle on üçüncü asrı gösterip, o asırda dünyaya gelen ulemâdan Said (Hâşiye) isminde birisine latîfâne bir îmâ, bu emâreyi ziynetlendiriyor.[6]

Hem Hazret-i Ali Efendimiz “Saadete mazhar olan” sözüyle saadet ve mutluluğa nail olup bedbaht, bahtsız ve nasipsiz olmayan kişinin isminin “Said” olduğunu haber vermektedir.

Hem hırs sebebiyle karınlarını haramla doldurmak adına Kur’ân ve sünnete zıt yeni uygulamaları savunup halka yaymaya çalışan kötü âlimlerden bahsettiği yerde bu zamanın âlimlerinden olup kötü âlimlere karşı iman ve Kur’ân hakikatlerini savunup yaymaya çalışan Bediüzzaman Hazretlerine yol göstermekte ve bu zamanın şer ve fitnelerinden kendisini nasıl koruyacağını ders vermektedir.

Hem Hz. Ali Efendimiz, “Ey bu zamana yetişen kişi!” sözüyle ebced hesabına göre rûmî 1325 / miladi 1909 tarihini gösterip bu zamana bakmaktadır. Bu tarih, pek çok fitnenin başlangıç tarihi olmakla beraber Bediüzzaman Hazretlerinin manevi alanda ciddi bir mücadele ve çabanın içine girdiği zamanın başlangıç zamanına da işaret etmektedir. Aynı zamanda bu cümlesinde, ebced hesabıyla “Said” isminde birisine gayet hoş bir şekilde dolaylı olarak işaret etmektedir. Molla Said, el-Kürdî, Nursî ve Bediüzzaman isim ve lakaplarının da bu cümleden ebced hesabıyla çıkması, ayrıca güzel bir nüktedir. Tüm bu işaretler, bu Üçüncü Emare’yi daha da güzelleştirmektedir. 

Hâşiye: يَا سَع۪يدُ مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ tenvîn nûn sayılmamak şartıyla, bin üç yüz yirmi beş (m. 1909) tarihi olan hürriyetin ikinci ve üçüncü senelerinde hilâfet-i İslâmiyeyi kaldırmaya teşebbüsle o hilâfetin kırılmasından fitnelerin kapısı açıldığının zamanıdır. Hazret-i Alî radıyallâhü anh o zamana dehşetli bakıyor.

يَا سَع۪يدُ مُدْرِكًا لِذٰلِكَ الزَّمَانِ “Ey bu zamana yetişen Said!” ibâresinin -tenvîn nûn sayılmadığı takdirde- ebced değeri, Rumî 1325 (m. 1909) tarihini göstermektedir. Bu tarih 2. Meşrutiyet’in[1] ilanından sonra İslâm halifeliğinin kaldırılmasına teşebbüslerin başladığı ve pek çok fitne ve karışıklıkların ortaya çıktığı zamanı göstermektedir. Aynı zamanda bu tarih, Bediüzzaman Hazretlerinin manevi mücadeleye başladığı zamanı da göstermektedir. Hazret-i Ali Efendimiz, o zamana gayet dehşetli olarak bakmakta ve tarihiyle haber vermektedir.

Zira 2. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte toplumda kısa süre esen hürriyet havası, çok geçmeden yerini iktidardaki İttihad ve Terakki Partisi’nin baskıcı yönetimine bırakmıştır. Bu yeni iktidarın idaredeki büyük hatalarından istifade eden başta İngilizler olmak üzere dış güçler, çevirdikleri fitnelerle memleketin maddi ve manevi olarak hızla bir yıkıma doğru sürüklenmesine sebep olmuşlardır.


[1] 24 Temmuz 1908

Önceki kısmın şerh ve izahı için lütfen bakınız; 

https://risale.online/soru-cevap/18-lema-7


[1] Ercûze Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 595.

[2] Said (bahtiyar) olarak yaşarsın.

[3] Ercûze Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 590.

[4] Ercûze Kasîdesi, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Mecmuatu’l-Ahzab, (Şazeli cildi),s. 596.

[5] Kastamonu Lahikası, 268.

[6] Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.136-37


Yorum Yap

Yorumlar