RİSALE-İ NUR

18.11.2025

3

“Tasarruf-u Kudretin Vüs‘ati, Vesâit ve Muînleri Reddeder”

Bu cümleyi nasıl anlamalıyız? Kudret bir taraftan vasıtaları ve yardımcıları reddederken diğer taraftan âyette vesile arayınız buyurmaktadır. Bu ikisi arasındaki bağlamı nasıl kurmamız gerekmektedir?

19.11.2025 tarihinde soruldu.

Cevap

İlgili metin Risale-i Nur’da şu şekilde geçmektedir:

“Tasarruf-u kudretin vüs‘ati, vesâit ve muînleri reddeder”

O Kadîr-i Zülcelâl, tasarruf-u kudreti, tevessü‘-ü te’sîri noktasında oluyor şemsimiz zerre-misâl. Nev‘-i vâhidde olan tasarruf-u azîmi, mesâfesi vâsi‘dir. İki zerre beyninde câzibeyi ele al, git de tâ şemsü’ş-şümûs ve kehkeşân beynindeki câzibenin yanında koy. Yükü bir kar tanesi bir melek, şemsi ele almış bir şems-misâl meleğin yanına getir. İğne kadar bir balığı, balina balığı da yanyana bırak. O Kadîr-i Ezelîy-yi Zülcelâ ltecellî-i vâsii, asgardan tâ ekbere itkān-ı mükemmeli birden tasavvura al. Câzibe ve nevâmîs, vesâil-i pür-seyyâl gibi örfî emirler, tecellî-i kudrete, tasarruf-u hikmete birer isim olması, odur yalnız meâl, başka meâli olmaz. Beraber de bir düşün. Bileceksin bizzarûre ki esbâb-ı hakîkî, vesâit-i zîmisâl, muînler, hem şerîkler birer emr-i bâtıldır, birer hayâl-i muhâl, o kudret nazarında. Hayat vücûda kemâl, makamı büyük, mühimdir. Buna binâen derim: “Küremiz, âlemimiz neden mutî‘, musahhar olmasın hayvan-misâl? O Sultân-ı Ezel’in bu tarz hayvan tuyûru kesretle münteşirdir şu meydân-ı fezâda, muhteşem ve pür-cemâl. Bostân-ı hilkatinde salmış da döndürüyor. Onlardaki nagamât, bunlardaki harekât, tesbîhâttır o akvâl, ibâdettir o ahvâl, Kadîm-i Lemyezel’e, Hakîm-i Lâyezâl’e. Küremiz hayvana pek benziyor. Âsâr-ı hayat gösteriyor. Eğer yumurta kadar küçülse bilfarzı’l-muhâl mini mini bir hayvan olması pek muhtemel. Yuvarlak bir huveyne küre kadar büyüse, o da böyle olması pek karîb bir ihtimâl. Âlemimiz insan kadar küçülse, yıldızları zerreler sûretine dönerse, bir zîşuûr hayvana dönmesi câiz olur. Akıl da bulur mecâl.” Demek âlem, erkânlarıyla birer âbid-i müsebbih, birer mutî‘-i musahhar, Hâlik-ı Lemyezel’e, Kadîr-i Lâyezâl’e.1 

Tasarruf-u Kudretin Vüs'ati ve Vesile Arayışı Arasındaki Bağlam

"Tasarruf-u kudretin vüs'ati, vesâit ve muînleri reddeder" vecizesi, Allâhü Ekber hakikatinin derin bir vechesini ortaya koyar ve Yüce Yaratıcının (Kadîr-i Zülcelâl) mutlak, sınırsız ve müstağni (kimseye muhtaç olmayan) kudretini ifade eder. Bu ifadenin temel anlamı, Allah'ın icraatlarında ve kâinat üzerindeki tasarrufunda hiçbir aracıya, yardımcıya veya sebebe hakiki, zorunlu ve bağımsız bir etki alanı tanımadığıdır.

1. Tasarruf-u Kudretin Mutlak Vüs'ati (Genişliği)

Risale-i Nur metninde, Allâhü Ekber'in anlamı açıklanırken, Allah'ın kudretinin ve ilminin her şeyin üstünde olduğu vurgulanır. Bu kudretin büyüklüğü, haşri (yeniden dirilişi) getirmekten, bizi yokluktan kurtarmaktan ve ebedî saadeti vermekten daha büyüktür. Âyet-i kerimenin de sarahatiyle2, bütün insanlığın yeniden diriltilmesi, tek bir nefsin yaratılması kadar kolaydır.

Bu mutlak kudret, kâinattaki tasarrufunu öyle bir genişlikte (vüs'at) gösterir ki, en küçük zerreden (câzibe kuvveti, kar tanesi) en büyük kümelere (güneş sistemi, kehkeşân, küremiz, âlemimiz) kadar tüm varlıklar mükemmel bir itkanla (sağlamlık ve kusursuzlukla) ve aynı anda O'nun emrine boyun eğerler.

İşte bu noktada:

"Vesâit ve muînleri reddeder" ifadesi, hakiki tesir ve yaratma açısından sebeplere ve aracılara bağımsız bir rol vermeyi reddeder. Kâinatta gördüğümüz câzibe ve nevâmîs-i tabîiye (tabiat kanunları) gibi unsurlar, birer hakiki etken, yardımcı veya ortak değil; sadece O'nun kudretinin tecellisine ve hikmetinin tasarrufuna isim olan örfî emirlerdir, yani zahiri perdelerdir.

Yaratma eylemi, O Kadîr-i Ezelî'nin "Ol" emriyle gerçekleşir. Bu muazzam kudretin yanında, sebepler ve yardımcılar birer bâtıl emir, birer hayâl-i muhâl (imkânsız bir hayal) hükmündedir.

2. Âyetteki Vesile Arama Emri ve Bağlamı

Ey îmân edenler! Allah'dan sakının! O'na (yaklaşmaya) vesîle arayın ve (O'nun) yolunda cihâd edin ki kurtuluşa eresiniz"

Mâide Suresi, 35. Ayetteki bu emri, "Tasarruf-u kudretin vüs'ati..." prensibiyle çelişmez; tam aksine, inananların sınırlı irade ve acziyet dairesindeki sorumluluklarını ve kulluk vazifelerini belirler.

Bu iki durum arasındaki bağlam şöyledir:

Vesile aramak emri, yaratma ve icad meselesi değil, kulun Allah'a yakınlaşması (kurbiyet) ve kurtuluşu meselesidir. Allah, mutlak kudretiyle vesileye ihtiyacı olmadığı halde, kulunu hikmeti gereği bu zahiri sebeplere, yani ibadet, takva ve cihada yönlendirmiştir.

  • Kul, takvayı ve ibadeti vesile edinerek (Mâide Suresindeki emir), emre itaat sorumluluğunu yerine getirir. Bu vesileler, kurtuluşa ermenin ve O'nun rızasına ulaşmanın tek yoludur.

  • Aynı zamanda, o kulun bu vesileleri yerine getirmesi anında bile, o vesilenin hakiki tesiri yaratması yine yalnızca Allah'ın kudretinin bir tecellisi ile mümkündür.

Sonuç

"Tasarruf-u kudretin vüs'ati, vesâit ve muînleri reddeder" hakikati, tevhidin en keskin ifadesidir; hiçbir sebebin ve yardımcının Allah'a şirk koşamayacak derecede mutlak ve bağımsız bir gücü olmadığını ilan eder.

"Vesile arayın" emri ise kulluğun gereğidir; kul, âciz ve fakir olarak, Allah'ın koyduğu imtihan ve hikmet gereği bu zahirî sebeplere yapışmakla mükelleftir.

Bu iki ifade, birbiriyle çelişmez; kudretin mutlak tevhidi ile kulluğun irade-i cüz'iyyesi arasındaki dengeyi kurar. Biz, neticeyi vesilelerden değil, o vesileleri yaratan ve neticeyi var eden Kadîr-i Zülcelâl'den bekleyerek, hem emre itaat ederiz, hem de tevhide zerre kadar leke getirmemiş oluruz.

  1. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2018, s. 351.

  2. Lokman, 31/28.


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Hesaplarımıza abone olun sorularımızdan ilk siz haberdar olun

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız