Bizim bildiğimiz “madde” hep sert, katı veya akışkan şeylerdir. Fakat “seyyalât-ı latîfe” denilen, gözle görülmeyecek kadar ince, akışkan, enerjivârî varlık alanları da vardır: Nur, hava, kelime, mânâ, hatta zulmet (yani karanlık gibi). Ruhânî mahlûkatın bu maddelerden yaratılması, onların özlerinin maddî değil, latîf (manevîye yakın) olduğunu ifade eder. Yani Allah, “katı topraktan” insanı yarattığı gibi, “nurdan” meleği, “dumansız ateşten” cini, başka latîf varlıklardan da ruhânî balıkları yaratabilir ve yaratmaktadır.
Meleklerin ve ruhların zulmetten/karanlıktan yaratılması demek; Karanlık, bizim için yokluk gibi görünür ama aslında bir hakikat taşıyabilir. Cinlerin “dumansız ateşten” yaratılması, bu mânânın bir örneği gibidir. Yani insana göre yok gibi olan bir unsur, Allah’ın kudretiyle canlı bir mahiyete kavuşur.
Mânâdan yaratılması demek; bizim zihnimizde soyut gibi duran mânâlar, Allah’ın ilminde sabit hakikatlerdir. Allah isterse o “mânâ”lara bir varlık libası giydirir, şuur ve hayat verir. Tıpkı Kur’ân’ın bir kelimesinden meleklerin yaratıldığına dair rivayetler gibi.
Meleklerin ve Ruhani varlıkların Kelimelerden yaratılması demek ise şöyle anlaşılabilir: Söz, aslında titreşimdir, enerji gibidir. Bizim sözümüz bile tesir eder (meselâ birini teselli eder ya da yaralar). O hâlde Cenâb-ı Hakk dilerse mübarek kelimelerden melekleri ve Ruhani varlıkları kolaylıkla ve çoklukla yaratır.
Bilgisine mazhar olduğumuz misaller şunlardır:
Hz. Âişe validemizin rivayet ettiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: “Melekler nurdan, cinler alevli ateşten, Âdem ise size (Kur"an"da) tarif edildiği üzere (balçıktan) yaratılmıştır.”1
Hadisi meşhurdur. Meleklerin nurdan yaratılmasına çok açık ve kesin bir delildir. Nur, gözle tutulmaz ama Allah onu şuur ve irade sahibi varlıklara kaynak yapmıştır.
Yine Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde Cinlerin, dumansız ateşten yaratıldıkları bildirilir. Ateşin bir kısmı görünür, bir kısmı görünmez (enerji gibi). Geçmiş örneklerde görüldüğü üzere insan, topraktan yaratılmıştır ama ruhu Allah’ın “emrinden”dir. Yani insan hem maddî hem latîf bir birleşimin örneğidir.
Kelime ve mânâdan yaratılış örneği de rivayetlerde; Kur’ân’daki her harfin, her ayetin bir meleği olduğu zikredilir.2 Bu, “mânânın ve kelimenin bir ruhânî varlığa kaynak olabileceğini” gösterir.
Bizim açımızdan anlaşılabilir misalle durumu özetlemek gerekirse; bir bakıma “elektrik” veya “ışık” gibi şeyleri düşünün. Gözle tutulmaz, fakat hareket eder, iş yapar, etki eder. İnsan bu kadar zayıf kudretiyle böyle varlıkları tesirli (etki edebilecek) hâle getiriyorsa, Allah’ın mutlak kudreti elbette “kelime, mânâ, nur, zulmet” gibi soyut görünen şeylere hayat ve şuur giydirebilir.
Netice itibariyle; bu mesele, bizim laboratuvarımızla ölçüp tartacağımız bir konu değildir; fakat Kur’ân, hadis ve kâinattaki yaratılış örnekleri bize yol göstermektedir. “Zulmetten, nurdan, mânâdan, kelimelerden ruhânî mahlûklar yaratmak” Allah’ın kudretine göre çok kolaydır. Bizim için hayal ve soyut olan şeyler, O’nun katında yaratılışa elverişli “madde” hükmündedir.
Kur’an harflerinin maddi sırları için ayrıca bakınız:
https://risale.online/soru-cevap/kuran-harflerinin-maddi-sirlari
Müslim, Zühd, 60