"Gavs-ı Geylani (ks) birisinin ecel-i mübremi hususunda meşiet-i İlahiyeden (Allah’ın iradesinden) istimdat ve niyaz etmesiyle teehhürüne (ertelenmesine) vesile olduğunu ehl-i keşf haber vermişler..." Ecel-i mübrem değişmez ecel demek. Ama bu cümleye göre sanki değiştirilebiliyormuş gibi algılanıyor! Bu ifadeyi izah eder misiniz ve Gavs-ı Geylani'nin bu hadisesini de anlatır mısınız?
Ecel-i mübremi, Allah'ın ilmindeki ecel diye anlamak doğru değildir. Çünkü Allah'ın ilminin değişmesi imkansızdır. Bununla kasd edilen ise Levh-i Mahfuz'da yazılı olan eceldir.
Ecel ise iki türlüdür denilmiştir. Biri ecel-i muallak denen şartlara bağlı ecel; mesela sadaka verirse şu kadar, vermezse şu kadar yaşayacak gibi... Bu ecel şarta bağlı olarak yazılmıştır.
Diğeri, ecel-i mübrem denen ve şartlara göre değişmeyen insanın asıl ecel vaktidir. Ecel denilince asıl kasd edilen de budur.
Ancak Levh-i mahfuzda yazılı kesin ecel vaktinin Gavs-ı Geylani Hazretlerinin duası bereketiyle bir zat hakkında değiştiği de sağlam bir surette rivayet edilmektedir. Üstadın bahsettiği rivayet de hulasa olarak budur.
Bunun izahı ise; Allah, herkesin ecelini Levh-i Mahfuz'da kat'i olarak yazdığı halde bazıları için değişmek üzere yazmıştır ve vakti gelince de değişmiştir.
Bunun hikmeti ise, Allah'ın iradesinin Levh-i Mahfuzun da üzerinde olduğunu göstermektedir. Yani Allahu Teala Hazretleri, Levh-i Mahfuz'a bağlı olarak hareket etmediğini bu gibi şâz denen, ilâhî kanunları dışında istisna hadiselerle göstermektedir. Hem insanı her hal u kârda duaya sarılmaya teşvik edip ümitsizliğe düşmemesini temin etmektir.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri (kuddise sirruh), kendisinin duasıyla da olması muhakkak, yani mübrem bir belanın değiştiğini anlatır. Her iki ecelin farkını anlatttığı 217 numaralı mektubun ilgili kısmı şöyledir:
"Kazâ, ya’nî Allahü teâlânın yaratacağı şeyler, iki kısmdır: (Kazâ-i mu’allak), (Kazâ-i mübrem). Birincisi, şarta bağlı olarak, yaratılacak şeyler demekdir ki, bunların yaratılma şekli değişebilir veyâ hiç yaratılmaz.
İkincisi, şartsız, muhakkak yaratılacak demek olup, hiçbir sûretle değişmez, muhakkak yaratılır. Kaf sûresinin yirmidokuzuncu âyetinde meâlen, (Sözümüz değişdirilmez) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, kazâ-i mübremi bildirmekdedir.
Kazâ-i mu’allak için de, Ra’d sûresinde, (Allahü teâlâ, dilediğini siler, dilediğini yazar) meâlindeki, yirmidokuzuncu âyet-i kerîme vardır.
Hocam, Muhammed Bâkî-billah “kuddise sirruh” buyurdu ki, seyyid Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruh”, ba’zı kitâblarında buyurmuş ki, (Kazâ-i mübremi kimse değişdiremez. Fekat ben, istersem, onu da değişdirebilirim). Bu söze şaşar ve olacak şey değildir derdi. Hocamın bu sözü, uzun zemândan beri, zihnimi kurcalamışdı.
Nihâyet, Allahü teâlâ, bu fakîri de, bu ni’meti ihsân etmekle şereflendirdi. Bir gün, sevdiklerimden birine, bir belâ geleceği, ilhâm olundu. Bu belânın geri döndürülmesi için, cenâb-ı Hakka çok yalvardım. Bütün varlığım ile, Ona sığındım. Korkarak, sızlıyarak, çok uğraşdım. Bu belânın, Levh-i mahfûzda kazâ-i mu’allak olmadığını, bir şarta bağlı olmadığını gösterdiler. Çok üzüldüm, ümmîdim kırıldı.
Abdülkâdir-i Geylânînin “kuddise sirruh” sözü hâtırıma geldi. İkinci def’a olarak, tekrâr sığındım, çok yalvardım. Aczimi, zevallılığımı göstererek niyâz etdim. Lutf ve ihsân ederek kazâ-i mu’allakın iki dürlü olduğunu bildirdiler: Birisinin, şarta bağlı olduğu, levh-i mahfûzda gösterilmiş, meleklere bildirilmişdir. İkincisinin şarta bağlı olduğunu, yalnız Allahü teâlâ bilir. Levh-i mahfûzda, kazâ-i mübrem gibi görülmekdedir ki, bu da, birincisi gibi değişdirilebilir.
Bunu anlayınca, Abdülkâdir-i Geylânînin “kuddise sirruh” sözündeki, kazâ-i mübremin, bu ikinci kısm kazâ-i mu’allak olduğunu ve kazâ-i mübrem şeklinde görüldüğünü, yoksa, hakîkî kazâ-i mübremi değişdiririm demediğini anladım. Böyle kazâ-i mu’allakı, pekaz kimseye tanıtmışlardır. Yâ, bunu değişdirebilecek kim bulunabilir?
O sevdiğim kimseye, gelmekde olan belânın, bu son kısm kazâdan olduğunu anladım ve Hak “sübhânehu ve teâlâ”nın bu belâyı geri çevirdiği ma’lûm oldu. Allahü teâlâya, bunun için çok şükr olsun! Ona sevdiği ve beğendiği gibi şükrler olsun
Ayrıca şu cevabımıza da bakınız: