İlgili metin Risale-i Nur'da şöyle geçmektedir:
Sâni‘-i Zülcelâl, yedi kat semâvâtı halketmiştir. Hareket eden yıldızlar ise, balıklar gibi semâ içinde gezerler, tesbîh ederler.” Hadîste اَلسَّمَٓاءُ مَوْجٌ مَكْفُوفٌ denilmiş. Yani, “Semâ, emvâcı karardâde olmuş bir denizdir.”1 İşte bu hakîkat-i Kur’âniyeyi yedi kaide ve yedi vecih ma‘nâ ile gāyet muhtasar bir sûrette isbat edeceğiz.2
“Semâ, emvâcı karardâde olmuş bir denizdir” yani, gökyüzü (evren), bir zamanlar hareketli ve dalgalı olan fakat sonra bu dalgaları sakinleşip düzen kazanmış büyük bir deniz gibidir.
“Semâ, Emvâcı Karardâde Olmuş Bir Denizdir” İfadesinin Mânâsı
İlk bakışta mecazlı bir anlatım gibi görünse de, derinlemesine düşünüldüğünde hem imanî hem de bilimsel hakikatlere işaret eden son derece kuşatıcı bir ifadedir. Bu cümle, gökyüzünün veya evrenin boş, başıboş ve hareketsiz bir alan olmadığını, bilakis bir zamanlar dalgalı, hareketli ve canlı bir yapı iken, İlâhî bir ölçüyle sakinleşmiş, düzen kazanmış bir bütün olduğunu ifade eder. Nasıl ki bir deniz, yüzeyinde dalgalar taşıdığı hâlde kendi içinde bir denge ve ahenk barındırırsa, semâ (gökyüzü) da yıldızlar, gezegenler ve galaksilerle dolu olmakla beraber ilâhî ölçülerle tanzim edilmiş bir düzen içindedir.
Risale-i Nur’da geçen “Sâni‘-i Zülcelâl, yedi kat semâvâtı halketmiştir” ifadesi, semânın tek tabakadan ibaret olmadığını, aksine katmanlı ve dereceli bir yapıya sahip olduğunu bildirir. Bu katmanlı yapı, Kur’ân’ın beyanıyla sabit olduğu anlaşılmaktadır. Hareket eden yıldızların “balıklar gibi semâ içinde gezmeleri” benzetmesi ise, yıldızların içinde bulundukları ortamla uyumlu bir şekilde hareket ettiklerini, bu hareketin gelişigüzel değil, bir kanuna bağlı olduğunu gösterir. Balık, deniz dışında yaşayamadığı gibi, yıldızlar da semânın kendilerine mahsus yapısı içinde varlıklarını sürdürmektedir. Bediüzzaman Hazretleri bu hadis-i şerifi açıklarken şöyle demektedir:
Birinci Kaide: Fennen ve hikmeten sâbittir ki, bu haddi yok fezâ-yı âlem, nihâyetsiz bir boşluk değildir, belki “esîr” dedikleri bir madde ile doludur.3
Yani evrenin mutlak bir boşluk olmadığı gerçeğidir. Fen ilimleri, uzayın tamamıyla boş bir alan olmadığını, aksine çeşitli alanlar ve enerji dokularıyla dolu olduğunu ortaya koymuştur. Risale-i Nur’da “esîr” olarak isimlendirilen bu madde, bugün farklı kavramlarla ifade edilse de, evrenin içinde etkilerin taşındığı bir ortam bulunduğu inkâr edilemez bir hakikattir. Bu yönüyle semâ, suyla dolu bir denize benzer, zira deniz nasıl yalnızca boş bir çukur değilse, semâ da yalnızca bir hiçlik değildir.
İkincisi: Fennen ve aklen, belki müşâhedeten sâbittir ki, ecrâm-ı ulviyenin câzibe ve dâfia gibi kanunlarının râbıtası; ve ziyâ ve harâret ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin nâşiri ve nâkili, o fezâyı dolduran bir madde mevcûddur.4
Yani, kâinatta görülen kuvvetlerin bir taşıyıcıya ihtiyaç duyduğunu vurgular. Işık, ısı, elektrik ve cazibe gibi etkiler, ortada hiçbir şey yokmuş gibi açıklanamaz. Bu kuvvetlerin yayılması ve tesir etmesi, semâyı dolduran bir ortamın varlığını zorunlu kılar. İşte bu durum, semânın “dalgaları olan bir deniz” olarak açıklanmasını anlamlı hâle getirir. Dalgalar, denizin varlığını nasıl ele veriyorsa, bu kuvvetler de semânın dolu ve düzenli bir yapı olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak, “Semâ, duran dalgalardan oluşmuş bir denizdir” sözü, evrenin boş olmadığını ve içinde bir düzen bulunduğunu ifade eder. Gökyüzü, esir maddesi denilen ve her yere yayılmış bir yapı ile doludur. Yıldızlar ve gezegenler bu ortam içinde, denizde yüzen canlılar gibi hareket eder. Bu hareketler rastgele değil, belli kanunlara bağlıdır. Evrenin bu şekilde düzenli olması, onun bilinçsizce oluşmadığını gösterir. Bilim bu düzeni inceleyerek açıklar, din ise bu düzenin arkasındaki anlamı hatırlatır. Böylece insan, evrene bakarken hem aklını hem de inancını birlikte kullanır.
Ahmed b. Hanbel, 2/370; Tirmizî, Tefsir, 58.
Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 68.
Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 68.
Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 68.

