Genel anlamda Bediüzzaman Hazretlerinin yazmış olduğu Risale-i Nur Külliyatından istifade eden ve ders alan herkes onun bir nevi talebesi sayılır. Bu daire gayet geniştir. Fakat Bediüzzaman Hazretlerinin bu zamanın bir cemaat zamanı olduğunu tespit ederek dinsizliğe karşı mücadelesini Nur Risaleleri etrafında oluşturduğu bir cemaatle sürdürmüştür. İşte özel manada bu cemaatin fertlerine Risale-i Nur Talebesi unvanını vermiştir. Bu anlamda Risale-i Nur talebeliğinin şartları olarak Bediüzzaman Hazretlerinin bazı mektup ve risalelerinde şu maddeler sıralanabilir:
1. Risale-i Nur’u Neşretmeyi En Büyük Vazifesi Bilmek
Bediüzzaman Hazretleri bu şartı şöyle açıklar:
“Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki: Sözler'i (Risaleleri) kendi malı ve te'lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.”[1]
Risale-i Nur talebesi, hayatını bu kudsî iman Kur’ân hizmetine adayan kişidir. Bu uğurda gereken hiçbir fedakârlıktan çekinmez. Risale-i Nur’un neşri için üzerine düşen vazife ne ise yapar. Neşir için Üstad’ı ne emrediyorsa, Risale-i Nur’da nasıl beyan edilmişse o şekilde yerine getirmeye çalışır. Şahsi hayatında, içine girdiği her ortamda Risalelerden elde ettiği iman hakikatlerini insanlarla paylaşır. Bunun için önüne çıkan her fırsatı değerlendirerek insanların bu kuvvetli iman dersleri ile tanışması için elinden gelen her şeyi usulüne uygun bir şekilde yapmaya çalışır.
Nur Talebesi’nin evi bir Nur Medresesi gibi çalışır. Çoluk çocuğuyla Risale-i Nur okuyup yazarak çalıştığı gibi, alakadar komşularını da ara sıra davet ederek Risale-i Nur’dan istifade etmelerine çalışır. Okulunda, işyerinde hep bu şuurla yaşar, bu şuurla hareket eder. Bunun için Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:
“Her şakirdin (talebenin) vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil; belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddî devam ile olur.”[2]
2. Risaleleri Yazarak Neşretmek
Bediüzzaman Hazretleri Kur’ân harflerinin yasaklandığı bir asırda Kur’ân’a hizmet ettiğinin bir neticesi olarak her bir talebenin risaleleri Kur’ân harfleriyle bizzat yazarak neşretmesini de bir talebelik şartı olarak koşmuştur. Şöyle ki;
“Risale-i Nur'a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak veya yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, Risale-i Nur talebesi ünvanını alır. Ve o ünvan altında, her yirmi dört saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve manevî kazançlarımda hissedar olmakla beraber; benim gibi dua eden kıymetdar binler kardeşlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur.”[3]
Görüldüğü gibi Bediüzzaman Hazretleri, talebelerinden risaleleri yazmalarını, Risale-i Nur’a intisab edip bağlanmanın şartı olarak koşuyor. Eğer yazmaları mümkün olamıyorsa kendine bedel başkalarının yazmalarını şart koşuyor ve ancak bu takdirde “Nur Talebesi” ünvanını alacaklarını beyan ediyordu. Bu şekilde bir yandan Risaleler neşr olurken, bir yandan Kur’ân harflerinin toplumca tamamen terk edilmesinin önüne geçiliyordu. Herkesin, “artık eski harfler terk edildi kimse kullanmıyor, bilmiyor” zannettiği bir dönemde memleketin dört bir yanında Nur Talebeleri manevî bir cihad ruhuyla Kur’ân yazısıyla meşgul oluyor, öğreniyor, öğretiyordu. Bu şekilde memleketimizde Kur’ân yazısı incelse de kopmamış, gittikçe kuvvetlenerek günümüze kadar ulaşmıştır. Bediüzzaman Hazretleri Risale yazmayı talebelik şartı olarak gördüğünü gösteren diğer bazı beyanları şöyledir:
“Yazdığın Kader Sözü beni çok memnun etti. Dua ile kardeşlik hakkını eda ettiğin gibi, bunun yazmasıyla talebelik hukukunu dahi kaza ettin.”[4]
“Saatçi Lütfü Efendi'ye pek çok selâm ve dua ederim. Cenab-ı Hak ona, o bana yazdığı Pencere Risalesi'nin harfleri adedince ruhuna rahmet, kalbine nur, aklına hakikat, malına bereket ihsan eylesin. Âmîn, âmîn, âmîn. Maksadım, ona o risaleyi yazdırmak, onu has talebeler dairesine dahil etmekti. Yoksa ona o zahmeti vermezdim.”[5]
“Kalben, kalemen, bilfiil alâkadar olmak (kalemle yazmak) şartıyla, yirmidört saatte yüz defa, tasavvurca beşyüz defa, manevî kazanç ve duamda hissedar olmaya müstehak olmanızı arzu ettiğim bir vakitte bu sualleriniz, beni sizin hesabınıza çok mesrur etti ve bir beşaret oldu.”[6]
3. Sadakat ve Sebat
Talebeliğin diğer büyük bir şartı sadakat ve sebattır. Yani kalben sadık olmakla beraber sadakatinde yılmayıp devamlı olarak bu sadakat üzere kalmaktır. Bediüzzaman Hazretleri şöyle demektedir:
“Risalet-ün-Nur, kendi sâdık ve sebatkâr şâkirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil, fiyat olarak o şâkirdlerden tam ve hâlis bir sadâkat ve dâimî sarsılmaz bir sebat ister.”[7]
Yani Nur Talebesi olmak ve onun getireceği büyük sevaplardan hissedar olmak ancak ömür boyu süren bir sadakatle ve sebatla mümkün olur.
Burada saydığımız üç şartı Bediüzzaman Hazretleri iç içe olarak ele almış birbirinden ayırmamıştır. Yani Nur Talebesi evvela kalben sadık olacaktır. Bununla birlikte hayatının ana gayesi olarak Risale-i Nur’un ve ondaki Kur’ân hakikatlerinin insanlığa ulaşmasını görecektir. Bu hakikatleri ulaştırırken, Kur’ân harfleri ile bizzat veya başkası vasıtasıyla yazıp yazdırarak neşirle birlikte bir yandan da Kur’ân harflerinin muhafazasına hizmet edecektir.
Bu şekilde sadakatle ve Nurları yazarak Risale-i Nur’a talebe olan kimselerin çok büyük manevî kazançlar elde edeceğini müjdeleyen Bediüzzaman Hazretleri bu kârları şöyle sıralar:
Kalemle nûrlara hizmet ve sadâkatla talebesi olmanın iki mühim netîcesi var:
1- Âyât-ı Kur’âniye işâretiyle, îmânla kabre girmektir.
2- Bütün şâkirdlerin ma‘nevî kazançlarına, nûr dâiresindeki şirket-i ma‘neviye sırrıyla, umûm onların hasenâtlarına hissedâr olmaktır.
Hem bu talebesizlik zamanında, melâikelerin hürmetine mazhar olan talebe-i ulûm-u dînîye sınıfına dâhil olup âlem-i berzahta tâlii varsa, tam muvaffak olmuşsa, Hâfız Alî ve Meyvede bahsi geçen meşhûr talebe gibi, şühedâ hayatına mazhar olmaktır.[8]
Bu metinlerden de anladığımız üzere kalemle nûrlara hizmet ve sadâkatla talebesi olmanın meyveleri şunlardır:
1- İmanla kabre girmek.
2- Bütün diğer talebelerin sevaplarına ortak olmak.
3- İlim talebelerinden sayılıp şehadet mertebesini kazanmak.[9]
Yine Hz. Üstadın beyanlarına istinaden, Nur Talebeleri’nin, Risale-i Nurlarla Kur’ân’a ve milletin imanına hizmet eden, sünnet-i seniyye ve takva dairesinde yaşayan, İslam dışı bid’alara kalben tarafdar olmayan ve Risale-i Nur’da tarif edilen hakikatleri yaşayarak diğer Müslümanlara örnek olması gereken bir cemaat olduğunu söyleyebiliriz.
[1] Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 169
[2] Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 258
[3] Said Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 25
[4] Said Nursi, Barla Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 316
[5] Said Nursi, Barla Lahikası, s. 66
[6] Said Nursi, Barla Lahikası, s. 334
[7] Said Nursi, Kastamonu Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 155
[8] Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, c.2, s. 357

