İslâm dininin özü ve temeli, tevhid yani Allah’a iman ilkesidir. Bu ilkenin ifadesi ve Müslüman olmanın ilk şartı ise kelime-i şehâdeti inanarak söylemektir. Bu sözü söyleyen kimse, öncelikle Allah’tan başka dua edilip yardım istenilecek, sığınılacak, bela ve musibetler karşısında niyazda bulunulacak hiçbir kimsenin ve yüce kudretin bulunmadığını; rızkın yalnızca Allah’tan geldiğini ve yalnız O’ndan istenebileceğini; yalnızca Allah’a güvenileceğini, başka hiçbir varlığa bel bağlanmayacağını; yalnız O’na ibadet edilip yalnız O’ndan yardım istenileceğini; kulluğun yalnızca Allah’a olacağını gönülden kabul etmiştir.
Bir kimsenin mümin veya Müslüman sayılabilmesi için her şeyden önce kelime-i şehâdet veya kelime-i tevhidde ifade edilen, “Allah’tan başka ilâh olmadığını ve Muhammed’in (sav) Allah’ın Resûlü olduğunu” beyan yani ikrar etmesi gerekir. Zira Rabbimiz bir âyetinde imanın, sadece dil ile ikrara yani sözlü beyana değil, aynı zamanda kalbin tasdikine yani onayına bağlandığını belirtmiştir.
Bedevîler(den bir kısmı): “Îmân ettik!” dediler. De ki: “(Siz aslında gerçekten) îmân etmediniz; fakat ‘Teslîm olduk!’ deyin; çünki îman henüz kalblerinize girmemiştir. Eğer Allah’a ve Resûlüne itâat ederseniz, (Allah) amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Şübhesiz ki Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.” 1
Rabbimiz konuyla ilgili şöyle buyurur:
(Onlar senin peygamberliğine şâhidlik etmiyorlar) fakat Allah sana indirdiği (Kur’ân) ile şâhidlik ediyor, onu kendi ilmiyle indirdi.(3) Melekler de (sana) şâhidlik ediyorlar. Ve şâhid olarak Allah yeter! 2
(Ey ehl-i kitab!) Yüzlerinizi (ibâdet maksadıyla) doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik (için yeterli) değildir;(1) fakat iyilik o kimsenin (iyiliği)dir ki, (o kişi) Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitab(lar)a ve peygamberlere îmân eder; ona (o elindeki mala) olan sevgisine rağmen malı akrabâlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve köleler uğrunda verir; namazı hakkıyla edâ eder ve zekâtı verir. Çünki (onlar) söz verdikleri zaman sözlerini yerine getirenler ve sıkıntı (fakirlik), hastalık ve savaşın şiddetli ânında sabredenlerdir. İşte onlar, doğru olan kimselerdir. Takvâ sâhibi olanlar da işte ancak onlardır.3
Ey îmân edenler! Allah’a, Resûlüne ve peygamberine indirdiği Kitâb’a (Kur’ân’a) ve daha önce indirdiği kitab(lar)a îman(da sebât) edin! Kim de Allah’ı, meleklerini, kitablarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse, o takdirde doğrusu (haktan) uzak bir dalâlet ile sapmış olur. 4
Peygamber Efendimiz (sav) bir çok hadisinde bu konuya şöyle değinmiştir:
“Bir gün Resûlullah (sav) insanların arasında oturuyordu. Bir adam geldi ve “Ey Allah’ın Resûlü, iman nedir?” diye sordu. Resûlullah şöyle buyurdu: “Allah’a, meleklerine, kitabına, O’na kavuşmaya, peygamberlerine iman etmendir. (Aynı şekilde) öldükten sonra son dirilişe iman etmendir...” (Soran kişi yanından ayrıldıktan sonra) Resûlullah buyurdu ki, “Bu (gelen) Cibrîl’dir, insanlara dinlerini öğretmek için geldi.” 5
“İbn Ömer radıyallahu anhümâdan: Şöyle demiştir: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “İslâm beş şey üzerine bina olunmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek, ramazan orucunu tutmak.” 6
“Her kim, ‘Şehâdet ederim ki tek olan Allah’tan başka ilâh yoktur, (ortağı da yoktur); Muhammed O’nun kulu ve elçisidir; İsa da Allah’ın kulu ve Allah’ın kullarından bir kadının oğlu, Meryem’e ulaştırdığı (emriyle onda var ettiği) kelimesi ve Allah’tan (gelen) bir ruhtur. Cennet haktır, cehennem haktır.’ derse Allah onu, cennetin sekiz kapısından hangisini dilerse oradan cennetine koyar.” 7
Kim Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim onlara isyan ederse ancak kendisine zarar verir. Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez.” 8
“Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden, Allah’a isyan etmiştir...” 9
“Ümmetimin hepsi cennete girecektir, yüz çeviren müstesna!” Orada bulunanlar “Ey Allah’ın Resûlü, yüz çeviren kim?” diye sorunca, Hz. Peygamber, “Bana itaat eden cennete girer. Bana isyan eden yüz çevirmiş demektir.” şeklinde cevap vermiştir. 10
Ayet ve hadislerden de anlaşılacağı üzere sadece Allah'ın varlığı kabul edip Peygamber Efendimizi (sav) kabul etmeyen kişi iman etmiş sayılmaz. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri konuyla ilgili bir sualde şu açıklamaları yapar:
Beşinci Mes’ele: Sâniyen mektubunuzda “Mücerred لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ kâfî midir? Yani مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ demezse, ehl-i necât olabilir mi?” diye diğer bir maksadı soruyorsunuz. Bunun cevabı uzundur. Yalnız şimdi bu kadar deriz ki: Kelime-i şehâdetin iki kelâmı birbirinden ayrılmaz, birbirini isbat eder. Birbirini tazammun eder. Birbirisiz olmaz. Madem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyâ’dır. Bütün enbiyânın vârisidir. Elbette bütün vusûl yollarının başındadır. Onun cadde-i kübrâsından hâriç, hakîkat ve necât yolu olamaz.
Kelime-i şehâdet iki kanat gibidir; biri olmadan tam iman olmaz. Mesela, Padişah, uzak bir vilâyete “Emirlerimi bildir” diye mührüyle bir elçi yollar. O beldede biri “Burada yalnız padişah hükmeder” deyip elçiyi reddederse, gerçekte padişahı da inkâr etmiş olur; çünkü padişahın hâkimiyeti elçiyle görünür. Aynı şekilde, “Lâ ilâhe illâllah” diyen kimse de bu ulûhiyeti insanlara bildiren son elçi, son Peygamber olan Peygamberimiz Hz. Muhammed'i (sav) mutlaka kabul etmelidir.
Başka bir misal olarak, Bazı müşrikler Allah’ın varlığını bütünüyle inkâr etmiyordu; “Gökleri ve yeri kim yarattı?” sorusuna “Allah” diye cevap veriyorlardı.11 Fakat Peygamber Efendimizi (sav) kabul etmedikleri için iman etmiş sayılmadılar.
Bediüzzaman Hazretleri başka bir yerde imanın bir bütün olduğunu, birbirinden ayrılamayacağını, imanın bir rüknünün inkar edilmesi diğer rükünlerin de inkar edilmesine sebebiyet vereceğinden bahseder.
Îmân, altı rüknünden çıkan öyle bir vahdânî hakîkattir ki, tefrîk kabul etmez. Ve öyle bir küllîdir ki tecezzî kaldırmaz. Ve öyle bir küldür ki kābil-i inkısâm olmaz. Çünki her bir rükn-ü îmânî, kendini isbat eden huccetleriyle sâir erkân-ı îmâniyeyi isbat eder. Her biri, her birisine gayet kuvvetli bir huccet-i a‘zam olur. Öyle ise, bütün erkânı bütün delilleriyle sarsmayan bir fikr-i bâtıl, hakîkat nazarında bir tek rüknü, belki bir hakîkatini ibtâl edip inkâr edemez. 12
İmân, Allah’ın varlığı ve birliği, melekler, kitaplar, peygamberler, âhiret, kader ve kaza olmak üzere altı esaslı sütundan oluşan tek bir hakikattir. Bu altı rükün, birbirinden ayrılmaz yani, Allah’a inanıp âhireti reddetmek yahut Peygamberleri kabul edip Melekleri inkâr etmek mümkün değildir.
İman esasları birbirini isbat eder. Yani, Allah’ın rubûbiyeti, O’nun vahyini taşıyan meleklere kapı açar. Meleklerin varlığı, semâvî kitapların inişini; kitaplar da peygamberlerin gönderilişini zarurî kılar. Peygamberlerin tebliğ ettiği ilâhî mesajlar, adaletin tecellî edeceği âhireti ispata götürür. Âhiret ve kâinattaki kusursuz nizam ise kaderi, yani bütün varlık sahnesinin ezelî bir plânla idare edildiğini gösterir.
Dolayısıyla her bir rükne ait deliller, öteki beş rükne de kuvvetli hüccet olur; bu zincirin bir halkasını koparmak, hepsini çürütmeyi gerektirir. Oysa hiçbir bâtıl fikir bütün delilleri toptan sarsamaz. Bu sebeple hakîkat nazarında altı esasın birinden dahi vazgeçmek, tamamını reddetmekle aynı hükme düşer; “parça parça iman” geçerli olmaz. Kısacası iman, tecezzî ve inkısâm kabul etmeyen, yekpare bir hakikattir; inkâra kalkışan, hepsini birden çürütemedikçe tek rüknü bile hükümsüz kılamaz. Bununla beraber Bediüzzaman Hazretleri Peygamberi bilmeyen, tanımayan kişilerin ise ehli necat olabileceklerini bildirmiştir.
Ehl-i cezbe ve ehl-i uzlet veya işitmeyen veya bilmeyen adamlar Peygamber’i bilmiyorlar. Veya düşünmüyorlar ki kabul etsinler. O noktada câhil kalıyorlar. Ma‘rifet-i İlâhiyeye karşı yalnız لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ biliyorlar. Bunlar ehl-i necât olabilirler. 13
Hucurât, 49/14
Nisa, 4/166
Bakara, 2/177
Nisa, 4/136
Müslim, Îmân, 5
Buhârî, Îmân, 2
Müslim, Îmân, 46
Ebû Dâvûd, Salât, 221, 223
Müslim, İmâre, 33
Buhârî, İ’tisâm, 2
Lokmân, 31/25
Bediüzzaman Said Nursi, Asayı Musa, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.46
Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.161