İşârâtü'l-İcâz'da (s. 259) ifade edilen, Meleklerin İblis'in enaniyet ve kibrine kanmasından kaynaklanan istifsârı nasıl anlamalıyız? Bu ifade, daha önceki tefsir veya kelam kaynaklarında mevcut mudur? Meleklerin, insanların kan döküp fesat çıkaracaklarını bilmeleri için zikredilen üç ihtimale (meleklerin insana yüklenen istidattan çıkarım yaparak ilmiyle bilmesi, levhi mahfuza bakması, cinlerin azgınlığını daha önce müşahede etmesi) ek olarak buradaki "İblîsin enâniyet ve kibrine kanarak yapılan istifsâr"ı dördüncü olarak düşünebilir miyiz? Bu kısmı detaylı bie şekilde izah eder misiniz?
İstifsar; bir şey hakkında ayrıntılı bilgi öğrenmek isteme, açıklama isteme, sorma, araştırma anlamındadır. Meleklerin istifsarı ile alakalı tefsirlerde muhtelif izahlar görmekteyiz.
1- İnsanın Yaratılmasındaki Hikmetin Anlaşılması
“Meleklerin bu sözü Allah'a itiraz sadedinde yani Ademoğlunu kıskanma şeklinde değildir. Bazı tefsirciler bunu böyle zannetmişlerdir. Buradaki sual, hikmetin açıklanıp belirtilmesi sadedindedir.”[1]
“İşte bütün melaike arzda hilafete müteallik böyle bir takdir-i ezelinin kendilerine tebliği üzerine hitab-ı ilahi karşısında maruzatta bulundular. Cevaben Rabbin “Her halde ben sizin bilemeyeceklerinizi bilirim” buyurdu. Şüphe yok ki mutlak düşünüldüğü zaman bunun böyle olduğunu ve ilm-i ilahinin kendilerinden çok ziyade ve yüksek bulunduğunu melaike bilirlerdi. Öyle iken inkâr makamında tekit ifade eden إنِّي ile takviye ederek Cenab-ı Allah’ın bunu tekrar ihbar etmesi gösterir ki murad-ı ilahi bu umum içinde bir hususu, yani istihlâf (halife olma) meselesini hedef almaktadır ki melaikeye gizli kalan ve şer ihtimali karşısında şaşkınlıkla uzak görme ve özelliklerini ifadeyle söz söylemelerine sebep olan da buydu. Binaenaleyh mananın sevki, “Hilafetin hikmet ve sebepleri ve ona liyakat meselesi hakkında bilmediğiniz cihetler var. Ben sizin bilmediğiniz birçok şeyleri bildiğim gibi bunu da bilirim” demek olur. Ve bununla cevap suale her yönden uygun olmak için bu babda yalnız meleklerin hasletlerinin yetersizliğine ve talebin caiz olmadığına da -dolayısıyla- işaret buyurulmuştur.”[2]
“İbn Cüreyc der ki: Melekler Allah'ın kendilerine öğrettiklerini ve Adem'in yaratılışında bir tabiata sahip varlığın yapacağı hususları söylemişlerdir: Yeryüzünde fesad çıkarıp kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın? İbn Cerir der ki, bazıları da şöyle demişler: Melekler "Yeryüzünde fesad çıkarıp kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın?” demişlerdir. Zira Allah hem bu gibi hallerin Ademoğlunun yapısına sahip her yaratıktan zuhur edebileceğini kendilerine haber vermiş, hem de bu konuda sual sorma müsaadesi vermişti. Bunun üzerine melekler bu suali sormuşlardı. İbn Cerir dedi ki; bazıları da şöyle demişlerdi: Bu soru meleklerin bilmedikleri konuda aydınlanma istedikleri şeklindedir. Sanki onlar şöyle demişlerdi: "Ey Rabbimiz, bizi öğrenmek istediğimiz bir konudan haberdar et.” Yoksa inkâr etmek için söylememişlerdir. İbn Cerir de bu görüşü benimsemiştir.”[3]
“Bir görüşe göre bu, hikmete dair bir sorudur. Yani, fesat çıkarıp kan dökecek olanın yaratılmasındaki hikmet nedir? Bir görüşe göre bu ifade soru değil, olumlama anlamındadır.”[4]
“Ancak yüce Rabbimizin, meleklerin kendisine sordukları gibi bir soru sormaları ve verdikleri cevap türünden bir cevap alması için onlara bunu haber vermiştir. Böylece onlar henüz yaratılmazdan önce Allah’ın onları halife kılmasındaki hikmeti bilsinler, tanısınlar istemiştir. Yahut da, kullarının önüne herhangi bir konuya ilişkin olarak bir mesele gelmezden önce o konuda tartışıp birbirleriyle istişarede bulunmalarını öğretmek istemesindendir. Gerçi yüce Allah üstün ilim ve hikmetiyle böylesi bir istişareden müstağni (danışma ihtiyacı olmayan) ise de böyle bir şeye muhtaç değilse de amaç; kullarını öğretip eğitmektir.”[5]
“Hafız İbn Kesir şöyle der: "Meleklerin, "yeryüzünde fesat çıkaracak insanı mı yaratıyorsun!” şeklindeki sözleri Allah'a karşı bir itiraz ve Ademoğullarına karşı bir kıskançlık için değildir. Sadece bu husustaki hikmetin açıklanmasını istemek ve öğrenmek için bir sorudur. Şunu demek istiyorlar: "Onların içinde yeryüzünde fesat çıkaracak kimseler bulunduğu halde, yaratılmalarındaki hikmet nedir?”[6]
2- Meleklerin Kendilerini Daha Layık Görmeleri
“Yad et o zamanı ki, Rabbin meleklere "Muhakkak ben yeryüzünde orada hükümlerimi uygulayarak bana halifelik edecek bir halife -ki o da Adem'dir- kılacağım" diye buyurmuştu. Melekler de "Yeryüzünde masiyet işlemek suretiyle fesat çıkaracak, cinlerin yaptığı gibi öldürmek suretiyle kanlar dökecek, akıtacak kimseyi mi yaratacaksam? Bundan önce yeryüzünde cinler vardı. Yeryüzünde fesat çıkardıklarında Allah Teala üzerlerine Melekleri gönderdi. Melekler de onları adalara ve dağlara sürmüşlerdi. Halbuki bizler ise seni hamd ile tesbih eder, Sübhanallahi ve bi hamdihi deriz, seni takdis eyleriz, sana yakışmayan şeylerden seni tenzih ederiz. Dolayısıyla bizler halife tayin edilmeye daha layıkız demişlerdi. Allah Teala buyurdu ki: "Süphe yok ki Ademin halife tayin edilişinde var olan sizin bilmeyeceğiniz şeyleri, maslahatı Ben bilirim," Adem ise, zürriyetindeki itaatkârlar ve isyankârlar arasında adaleti sağlar. Ayrıca Melekler şöyle demişlerdi; "Biz melekler daha eski olduğumuzdan ve de onun görmediği şeyler gördüğümüzden dolayı kendisine bizden daha kıymetli olan bizden daha bilgili birini yaratmayacaktır." Bunun üzerine Allah (cc) Ademi, tüm renklerinden bir avuç almak ve çeşitli sularla yoğurduktan sonra ruh üflemek suretiyle yerin yüzeyinden yarattı. 0 da sonunda, cansız iken hissedebilen bir canlı oluverdi.”[7]
“Melekler bir kez tâatlarının çokluğuna ve günahlardan mâsûm oluşlarına, Âdem (as)’da bulunan nefsânî sıfatların netîcelerine bakarak kendilerini büyük, Âdem (as)’i ve zürriyetini küçük görüp Allah’a: “Orada bozgunculuk edip kan dökecek kimseleri mi halîfe yapacaksın? Halbuki biz seni överek tesbîh ve takdîs ediyoruz.” dediler. Böylece kendilerinin bu güzel vasıflarla hilâfete daha lâyık olduklarını kasdetmek istemişlerdir. Melekler, tâatlarının çokluğu sebebiyle Âdem (as)’a karşı tefâhura kalkışınca Allah Teâlâ, Âdem (as)’a esmâyı öğretti. Böylece her ne kadar melekler tâat ve hizmet ehli olsalar bile, Âdem (as)’ın kendilerinden daha akıllı ve Allah’ın özel lütfuna nâil bir varlık olduğunu bilsinler. Melekler Âdem (as)’e karşı olan tefâhürleri yüzünden Âdem (as)’a secde ile emrolundular. Bunun hikmeti de Cenâb-ı Hakk’ın meleklerin tâat ve ibâdetlerinden müstağnî olduğunun; her türlü fazl ve ihsânın Allah’ın elinde olup onu dilediğine verdiğinin bilinmesidir. Allah’ın Âdem (as)’a eşyânın isimlerini öğreterek meleklere arzetmesinin hikmeti, onu taltîf etmek, bilmediği sırları ve gizli ilimleri öğretmektir. Meleklerin ve diğer varlıkların, ilimleriyle Âdem (as)’e kafa tutmalarını önlemek için onu öğreterek mükerrem kılan Allah Teâlâ Hazretleridir. “Eğer sözünüzde doğru iseniz, bunların isimlerini bana söyleyin” diye Allah’ın meleklere hıtâb etmesi, onları azarlamak ve acziyetlerini göstermek içindir. “Meleklerin sözün”den murâd, onların halîfe olma husûsunda kendilerinin daha üstün olduğunu iddiâ etmeleridir.”[8]
3- Hayrete Düşmeleri
“Bu ifade taaccüp/hayret ifade eder ki bu, iki şekilde anlaşılabilir. İlki Allah’ın, Ademoğullarının hallerini bilmesine rağmen onları halife kılmasına şaşkınlık, ikincisi ise Allah’ın onlara yönelik nimetlerinin çokluğuna rağmen Ademoğullarının fesat çıkarıp kan dökmelerine şaşkınlık şeklindedir.”[9]
“Bu bir hayret ifadesidir, zira onlar, Allah Teala sadece hayrı yapan ve sadece hayrı murad eden hikmet sahibi bir yaratıcı olduğu halde neden itaatli kullar yerine masiyet (günah) ehli kulları halife kılıyor diye hayrete düşmüşlerdir.”[10]
4- Meleklerden İblisin Tefrik Edilmesi
“İblis meleklere Adem'in kendilerine üstün kılınması ve ona itaatte bulunmakla emredilmeleri halinde ne yapacaklarını sormuş, bunun üzerine aziz ve celil olan Allah, İblis'in gizlemekte olduğu isyan ile meleklerin izhar ettikleri taati bildiğini beyan etmiştir. Bu, mahiyeti bilinemeyecek bir şeydir.”[11]
5- Meleklerin Bir Yanılgısı Olması
“Bazı alimler bunun meleklerin bir sürçmesi (zelle) olduğunu ileri sürmüştür. Çünkü onların yeryüzünde ona sahip ve varis olacak birini (halife) yaratacağım şeklindeki İlahî beyana bu ifadeleri ile karşılık vermeleri münasip değildi; bu üslup sorgulama konumunda olup Allah'ın fiilini yadırgayan bir eda ile "Biz şöyle şöyle yapmaya hazırken sen bu işi nasıl yaparsın?" manasına gelir.”[12]
https://risale.online/soru-cevap/melekler-nereden-biliyorlardi
Bediüzzaman Hazretleri ise; diğer müfessirlerin izahlarını kuşatıcı bir şekilde konuyu izahla şöyle beyan etmiştir:
Birinci âyette kelâmın sevkiyatı iktizâsınca şöyle bir takdîr olacaktır: “Âdem’i halketti, tesviye etti. Cesedine nefh-i rûh etti (ruhu üfledi). Terbiye etti. Sonra esmâyı ta‘lîm etti (isimleri öğretti). Ve hilâfete nâmzed kıldı (arzı halifesi yaptı). Sonra Âdem’i melâikeye tercîh etmekle rüchan meselesinde ve hilâfet istihkakında (halifeliğe hak kazanmakla) ilm-i esmâ (isimleri bilmekle) ile mümtâz (seçkin) kıldı. Makamın iktizası üzerine eşyayı melâikeye arz ve onlardan muarazayı taleb etti. Sonra melâike aczlerini (yetersizliklerini) hissetmekle Cenâb-ı Hakk’ın hikmetini ikrâr ettiler (kabul ettiler).”
Kur’ân-ı Kerîm buna işareten,
ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُ۫ن۪ي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
“Sonra onları meleklere arzederek: “Eğer(iddiânızda) doğru kimseler iseniz, haydi şunların isimlerini bana bildirin!” buyurdu.”[13] dedikten sonra, قَالُوا evvelce İblîsin enâniyet ve kibrine kanarak yaptıkları istifsardan pişman olarak
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
“Seni (her türlü noksanlıktan) tenzîh ederiz; senin bize öğrettiklerinden başka bizim için bir ilim yoktur. Şübhe yok ki Alîm (herşeyi bilen), Hakîm(her işi hikmetli olan) ancak sensin!”[14] dediler. Sonra istidatlarının adem-i câmiiyetinden (kabiliyetlerinin kuşatıcı olmamasından) dolayı melâikenin aczi zahir oldu. Makamın iktizası üzerine, Âdem’in iktidarının beyanı (kabiiyetlerinin kuşatıcı olduğunun açıklanması) icap etti ki, muaraza tamam olsun. Bunun için
قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ
“(Allah:) “Ey Âdem! Onların isimlerini kendilerine (meleklere) bildir!” buyurdu.”[15] Hitâbıyla Âdem’e ferman etti. Sonra vaktâ ki mesele tebeyyün etti. Ve hikmetin sırrı zâhir oldu. Geçen cevâb-ı icmalinin (kısa cevabının) bu tafsilata netice kılınması, makamın iktizasından olduğuna binâen
قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ
“(Allah): “Size demedim mi? Göklerin ve yerin gaybını (size gizli olan sırlarını) şübhesiz ben bilirim! Ve (siz) neyi açıklarsanız ve (içinizde) neyi gizlerseniz, (ben) bilirim!” buyurdu.”[16] Yani “Sizin ketmettiğiniz (gizlediğiniz) şeyi bilirim.” Şu mukāvele ve mükâlemeden (konuşmadan) anlaşılıyor ki, İblîsin enâniyeti, kibri, melâikeye de sirâyet etmiştir. Ve yaptıkları istifsara bir taifenin i‘tirâzı da karışmıştır.
Özetle;
Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân der ki: “Melâike, ibâd-ı mükerremdir. Emre muhâlefet etmezler. Ne emrolunsa onu yaparlar.”[17] “(O melekler) söz ile O’nun önüne geçmezler (kendiliklerinden söylemezler) ve onlar ancak O’nun emriyle iş yaparlar.”[18] Melekler Allah’ın emrine daima itaat eden mükerrem, şerefli kullardır.
“Muhakkak ki Rabbinin katındakiler (melekler), O’na ibâdet etmekten kibirlenmezler. O’nu tesbîh ederler ve yalnız O’na secde ederler!”[19]
“Hâlbuki göklerde olan ve yerde bulunan hareket eden bütün canlılar ve melekler, büyüklük taslamadan sâdece Allah’a secde eder.”[20]
Ayetlerde de göreceğimiz üzere meleklerde kibirlenme ve büyüklük taslama asla yoktur.
Şu halde; melekler Allah’ın emriyle bu istifsarı yapmışlar ve istifsarın kusur olduğunu Allah onlara bildirdiğinde ise hemen Allah’ı tesbih, tenzih ve takdis edip istiğfar etmişlerdir. Böylelikle murad-ı ilahiye hizmet etmişlerdir.
[1] Tefsir-i İbn Kesir, Çağrı Yayınları, İstanbul 2009, c. 2, s. 256.
[2] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Zehraveyn Yayınları, İstanbul 1992, c. 1, s. 265.
[3] Tefsir-i İbn Kesir, Çağrı Yayınları, İstanbul 2009, c. 2, s. 259.
[4] Et-Teysir Fi’t-Tefsir, Ömer Nesefi Tefsiri, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul 2019, c. 1, s. 720.
[5] Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları, İstanbul 2003, c.1, s.261.
[6] Muhammed Ali es-Sabuni, Safvetü’t-tefasir, İz Yayıncılık, İstanbul 2003, c.1, s. 77.
[7] Celâleyn Tercümesi, Yasin Yayınları, İstanbul 2012, s. 33.
[8] İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân Tefsiri, Erkam Yayınları, İstanbul 2010, c. 1, s. 232-235.
[9] Et-Teysir Fi’t-Tefsir, Ömer Nesefi Tefsiri, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul 2019, c. 1, s. 722.
[10] Keşşâf Tefsiri, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul 2016, c. 1, s. 344.
[11] Tevilatü’l Kur’an Tercümesi, Ensar Neşriyat, İstanbul 2015, s. 108.
[12] Tevilatü’l Kur’an Tercümesi, Ensar Neşriyat, İstanbul 2015, s. 102-103.
[13] Bakara, 2/31’den.
[14] Bakara, 2/32.
[15] Bakara, 2/33’den.
[16] Bakara, 2/33’den.
[17] Sözler, Hayrat Neşriyat, İstanbul 2105, s. 188.
[18] Enbiya, 21/27.
[19] A’raf, 7/206.
[20] Nahl, 16/49.