Soru

İslâm Medeniyetinde Kadınların Eğitimi ve Yeri

İslâm medeniyetinde kadınların eğitim yeri neresidir? Sahabe efendilerimiz zamanında ilim ve zekavet sahibi hanım sahabeler olduğu bilinmektedir.  Lakin 4 büyük halife döneminden sonraki İslâm devletlerinde kadınların fenni ve sanatsal alanlarda eğitildiğine ve bu alanlarda eser vermiş hanım âlimelere pek rastlanmamaktadır. Bunun sebebi ne olabilir?

İslâm’ın ilim öğrenmeye verdiği önem göz önünde bulundurulduğunda, bu devletler acaba kadınlara bu alanlarda eğitim imkânı tanımadılar mı, bu konuda bir hata mı yaptılar?

Tarih: 29.07.2024 16:49:07
Okunma: 134

Cevap

Tarihte İslam medeniyetinin kadına verdiği önem kadar hiçbir inanç ve toplum önem vermemiştir. İslâm’da kadına verilen kıymet ve ehemmiyet daha önce yazdığımız yazıdan istifade edebilirisiniz… https://risale.online/soru-cevap/cennet-nimetleri

İslâm’da Kadın

İslâm toplumlarında kadının gerek aile hayatında gerekse siyasî, hukukî, sosyal ve ekonomik alanlardaki konumunu bir taraftan dinî kurallar, diğer taraftan sosyal ve siyasî çevre, etnik yapı ve İslâm öncesinden gelen kültür mirası belirlemiştir. Bu sebeple İslâm dünyasında kadının her yerde ve her dönemde aynı konumda olduğunu söylemek mümkün değildir. Hatta aynı bölgede ve aynı zaman dilimi içinde yaşayan kadınlar arasında bile şehirde veya kırsal kesimde bulunmalarına göre farklılıklar olmuştur. Ancak bu, İslâm toplumlarındaki kadınların bütünüyle farklı kimlikleri temsil ettiği anlamına da gelmez; onlar sosyal, hukukî ve ekonomik konum bakımından her dönemde belirli ortak çizgilere sahip olmuşlardır.

Klasik İslâmî Dönem

Genel Anlayış. İslâm dini, gerek İslâm öncesi Arap toplumundaki dinî anlayış gerekse yerleşmiş örf ve âdetlere nisbetle kadının sosyal, ekonomik ve hukukî konumunda önemli değişiklikler yapmıştır. Kur’ân, insan olması bakımından kadını erkekle eşit bir varlık olarak kabul eder. Allah insanları daha huzurlu ve mutlu bir hayat sürmeleri için çift yaratmıştır (en-Nisâ 4/1; er-Rûm 30/21). İslâm’da ilk kadın tarafından işlenen ve erkeğin de işlemesine sebep olunan aslî günah anlayışı yoktur. Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Âdem’le Havvâ’nın şeytan tarafından müştereken kandırıldığından bahseder (el-Bakara 2/35-36; krş. Tâhâ 20/120-121). İslâm’da Hıristiyanlık’ta olduğu gibi ilk günah anlayışına dayanan kadın karşıtı bir söylem yoktur. Erkek olsun kadın olsun her doğan kişi günahsız doğar, sonradan işlediği fiiller sebebiyle sorumlu olur.

Her kamu görevi gibi devlet başkanlığı için de en önemli şartın liyakat olduğunu göz önünde bulunduran çağdaş araştırmacılar kadınların devlet başkanlığı dahil her türlü görevi üstlenebileceklerini, imamlığın veya ordu kumandanlığının bizzat devlet başkanı tarafından yapılmasının gerekmediğini ileri sürerler. Bunlara göre Hz. Peygamber’in kadının devlet başkanı olamayacağı yolundaki sözleri, bütün asırları bağlayıcı bir hüküm olmaktan ziyade kendi dönemiyle ilgili bir tesbittir. Resûl-i Ekrem bu sözleriyle, o dönemde bir kadının yönetiminde bulunan Sâsânî Devleti’nin uzun süreli olmayacağını haber vermektedir, nitekim de öyle olmuştur. Esasen İslâm tarihinde kadınların devlet başkanlığı yaptığı bilinmektedir. Yemen’de hüküm süren Suleyhîler’de Hürre es-Suleyhıyye önce kocasının sağlığında Yemen’i idare etmiş, onun ölümü üzerine de tek başına hükümran olmuştur. Delhi’de Sultan Şemseddin İltutmuş’un 1236’da ölümünden sonra devleti dört yıl kızı Radıyye Begüm yönetmiştir. Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb Haçlılar’la savaşırken vefat edince savaşın sonuna kadar ölümü gizli tutulmuş ve ardından yerine Turan Şah geçmiştir. Fakat kumandanların Turan Şah’ı kabul etmemesi üzerine Necmeddin Eyyûb’un eşi Şecerüddür hükümdar olmuş; adına hutbe okunmuş ve sikke bastırılmıştır. Ayrıca İran’da hüküm süren Türk Atabeyi Boz-aba’nın eşi Zâhide Hatun ve Salgurlular’ın son hükümdarı Âbiş Hatun da örnek olarak zikredilebilir.

Sosyal Konumu

Kadının sosyal konumu, İslâm tarihi ve coğrafyası içinde hukukî konumundan daha büyük bir çeşitlilik arzeder. Bunda toplumların İslâm öncesinden getirdikleri örf ve âdetlerin, dinî alışkanlıkların, etnik ve kültürel farklılıkların önemli rolü vardır. Burada belirtilmeye çalışılan sosyal konumun özellikle incelenen bölge ve dönemlere ait bir tablo ortaya koyduğu unutulmamalıdır.

İslâmiyet’in Arap kadınının sosyal statüsünde köklü değişiklikler meydana getirdiği şüphesizdir. Hz. Ömer’in, “Doğrusu biz Câhiliye devrinde kadınlara önem vermezdik, nihayet Allah İslâm’ın gelişiyle kadınlar hakkında âyetler indirmiş ve birçok hak tanımıştır” sözü, İslâm öncesi dönemin genel kadın anlayışını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. İslâm’dan sonraki dönemde kadın-erkek ilişkilerine, kadınların kıyafetine yönelik birtakım sınırlamalar getirilmiştir. Ancak bunlar aile birliğini ve değerlerini koruma hedefine yöneliktir. Zira İslâm hem ailenin hem aileyi ve toplumu ayakta tutan değerlerin korunmasına büyük önem vermiştir. Medine döneminde inen âyetler (en-Nûr 24/31, 60; el-Ahzâb 33/59) kadınlara örtünme mecburiyeti getirmişse de (bk. TESETTÜR) bu mecburiyet kadının sosyal etkinliğini kısıtlama amacı taşımamaktadır. Nitekim Asr-ı saâdet’te kadınlar sonraki devirlerde rastlanmayacak şekilde sosyal hayata iştirak etmişlerdir. Mescid-i Nebevî’deki ibadet hayatına katılmaları, bayram, düğün vb. eğlencelere iştirakleri bunun göstergesidir. Hz. Âişe, Medine’de bir bayram günü Sudanlılar tarafından yapılan gösteriyi Resûl-i Ekrem’in yanında izlediğini nakletmektedir. Bu dönemde kadınlar İslâmiyet’i öğrenme hususunda da istekli görünmektedir. Hz. Peygamber’in kadınların sorularına cevap vermek ve onlara dini öğretmek için özel bir gün ayırdığı bilinmektedir. Bu sayede sahâbîler arasında dini iyi bilen kadınlar yetişmiştir (Hamîdullah, II, 836). Hz. Âişe bunların en önde gelenlerindendir ve birçok dinî hükmün sonraki nesillere intikalinde önemli hizmetler ifa etmiştir.

Kadınların savaşlarda da aktif rol üstlendikleri, yaralıların tedavisi, su ve yiyecek verilmesi gibi hizmetlerde bulundukları görülmektedir. Uhud ve Huneyn savaşlarına katılan Ümmü Süleym ve Ümmü Harâm, Uhud’a katılan Ümmü Salît, Hayber Gazvesi’ne iştirak eden Ümmü Sinân el-Eslemiyye ve birçok gazveye katılan Rubeyyi‘ bint Muavviz bunlardandır. Bu dönemde kadınlar gerektiğinde haklarını aramaktan da geri durmamışlardır. Hz. Peygamber’in hanımı Ümmü Seleme’nin Kur’ân âyetlerinde sadece erkeklere hitap ediliyormuş gibi bir izlenim elde edilmesinin sebebini sorması ve bundan dolayı Müslüman erkeklerin ve kadınların sorumluluklarına ayrı ayrı işaret eden Ahzâb sûresinin 35. âyetinin nâzil olması, kocası tarafından evlilik ilişkisine fiilen son verilen Havle bint Sa‘lebe’nin, durumu Resûl-i Ekrem’e kadar götürüp düzeltilmesi konusunda ısrar etmesi ve bunun üzerine, “Allah kocası hususunda seninle tartışan ve halinden Allah’a şikâyet eden kadının sözünü işitti” sözleriyle başlayan âyetlerin inmesi (el-Mücâdile 58/1-4), Hz. Ömer’in kadınlara ödenen mehre bir üst sınır getirme teşebbüsünden bir kadının, “Allah kadınlara verilen mehrin yüklerle olsa bile geri alınmayacağını beyan ederken (en-Nisâ 4/20) siz nasıl buna sınır getirirsiniz” diye itiraz etmesi üzerine vazgeçmesi sadece birkaç örnektir.

Emevîler’den itibaren şehirleşme oranı arttıkça kadınların ve özellikle üst tabakada yer alan hanımların kendilerine has bir sosyal hayat tarzı kurdukları ve erkek ağırlıklı sosyal yapıdan çekildikleri görülmektedir. Esasen bir kabile içinde ve küçük yerleşim birimlerinde sürdürülen birbirini tanımaya dayalı sosyal ilişkilerin şehirleşme ile birlikte aynı şekilde devam etmesi mümkün olmamıştır. Bu değişimde ataerkil aile anlayışının da etkili olduğu muhakkaktır. Kadınların camilerden uzaklaşmaya başlaması bu dönemde daha belirgin hale gelmiştir. Ancak onların bütünüyle kendi içlerine kapandıklarını söylemek de mümkün değildir. Nitekim kadınlar da ilim ve kültür hayatında oldukça önemli bir yer işgal etmişlerdir. İslâm dünyasında eğitimin gayri resmî bir yapı içinde sürdürülmesi ve okula değil hocaya bağlanmanın esas olması, kadınların yakın çevrelerindeki ilim adamlarından eğitim almalarını kolaylaştırmıştır. İlim sahibi kadınların önemli bir kısmının ulemâ aileleri içinde yetişmesi bunun göstergesidir. Bu arada kadınların özellikle hadis ilmine yöneldiği görülmektedir. Tâceddin es-Sübkî’nin hadis dinleyip öğrendiği üstatlar arasında on dokuz kadının adı geçmektedir. Süyûtî otuz üç, İbn Hacer el-Askalânî elli üç, İbn Asâkir seksen kadından hadis öğrenmişti.

İslâm dünyasında çok erken dönemlerden itibaren şair, mutasavvıf ve âlim kadınların yetiştiği bilinmektedir. İbn Sa‘d’ın sahâbenin hayatına dair eṭ-Ṭabaḳātü’l-kübrâ’sı ile İbn Hacer el-Askalânî’nin aynı mahiyetteki el-İṣâbe’sinin son cildi, İbn Abdülber en-Nemerî’nin el-İstîʿâb fî maʿrifeti’l-aṣḥâb adlı dört bölümden ibaret eserinin son iki bölümü kadın sahâbîlere ayrılmıştır. İbn Sa‘d’ın biyografisini verdiği hanım sayısı 700’ün, İbn Hacer’in ise 1500’ün üstündedir. İbnü’l-Esîr’in Üsdü’l-ġābe fî maʿrifeti’ṣ-ṣaḥâbe’si aynı şekilde kadın sahâbîleri de içerir. Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin Ḥilyetü’l-evliyâʾ adlı eserinde kadın mutasavvıflara da yer verilir. Zehebî’nin Siyeru aʿlâmi’n-nübelâʾ isimli biyografik eseri ileri gelen kadın şahsiyetlerden de bahseder. Abdülkādir el-Kureşî’nin Hanefî hukukçularına dair el-Cevâhirü’l-muḍıyye’sinde kadın fakihlere de bir bölüm ayrılmıştır. İbn Hacer el-Askalânî’nin Tehẕîbü’t-Tehẕîb ve ed-Dürerü’l-kâmine adlı eserlerinde hadis râvisi ve ilim adamları arasında kadınlar da incelenir. Sehâvî’nin IX. (XV.) yüzyıl ulemâsına dair eḍ-Ḍavʾü’l-lâmiʿinin son cildi bu asırdaki ileri gelen kadınları ihtiva eder. İbnü’l-İmâd olaylara, ilim ve devlet adamlarının biyografilerine yer verdiği Şeẕerâtü’ẕ-ẕeheb’ine kadın âlimleri de almıştır. Bu eserler, kadınların İslâm kültür tarihinde küçümsenmeyecek bir yere sahip olduklarını göstermektedir.

II. (VIII.) yüzyıldan itibaren kadınların kendi aralarında yürüttükleri sosyal etkinliklerin başında düğün, doğum, sünnet, ölüm münasebetiyle yapılan törenler, mezarlıkların, türbe ve yatırların ziyareti ve dinî ihtifaller gelir. Hz. Peygamber’in doğum günü münasebetiyle yapılan mevlid kutlamaları sonraki asırlarda özel bir önem kazanmıştır. Şiî muhitlerde Kerbelâ Vak‘ası’nın ve âşûrâ gününün özel anma şekilleri vardır. Hıdrellez kutlamaları, Türk ve Fars muhitlerinde daha çok kadın ve çocukların katıldığı bir sosyal etkinliktir. Yine özellikle Türk kültür muhitlerinde kadınların gruplar halinde hamama gitmeleri temizlenme amacının yanı sıra eğlenme amacının da gözetildiği önemli bir sosyal etkinliktir. İstanbul’da Lâle Devri’nden itibaren Kâğıthane, Boğaziçi, Çamlıca ve Kahire’de Nil kıyıları kadınların iltifat ettiği eğlence merkezleridir. Ancak zaman zaman buralardaki eğlenceler bir sınırlamaya tâbi tutulmuştur. Kadınların kendileriyle ilgili alışverişleri bizzat yaptıkları, bunun için özel pazarların ve günlerin tahsis edildiği görülmektedir. Kadın seyyar satıcıların mahalleler arasında dolaşarak evlere girip mallarını bizzat kadın müşterilerin ayağına götürmesi oldukça yaygın bir usuldür. Osmanlı saray hanımlarının alışverişlerine aracılık eden “kira kadınları” dikkate değer bir örnektir.

Öte yandan İslâm tarihinin hemen her döneminde kadınların siyasî hayatta etkin rol aldıklarının örnekleri de vardır. Bilhassa Türk hânedanları arasında hükümdar eşlerinin veya annelerinin etkin biçimde devlet işlerine karıştığı bilinmektedir. Tuğrul Bey önemli işlerini hanımı Altuncan Hatun’a danışırdı. Melikşah’ın iki eşi Terken Hatun ve Zübeyde Hatun’un hakan üzerinde önemli etkileri vardı. Abbâsîler’de Halife Mehdî-Billâh’ın hanımı ve Mûsâ el-Hâdî ile Hârûnürreşîd’in annesi Hayzürân, Osmanlı Devleti’nde Kösem Vâlide Sultan, Hârizmşahlar’da Alâeddin Tekiş Han’ın eşi Terken Hatun, Karahıtay hânedanına mensup Kutluğhanlılar’da Kirman hâkimi Kutbüddin Muhammed Han’ın eşi Kutluğ Terken Hatun, Safevîler’de Şah Tahmasb’ın kızı Zeyneb Begüm ve Perihan Hanım ayrıca örnek gösterilebilir.

Modernleşme Dönemi

Kadının klasik dönemdeki sosyal, ekonomik ve hukukî konumu XIX. yüzyıla gelinceye kadar köklü değişikliklere uğramamıştır. Bu hususta ilk değişme modernleşme sürecinde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Batı’da kadının sosyal ve hukukî konumundaki gelişmeler önemli ölçüde İslâm dünyasına tesir etmiştir. 1850’li yıllardan itibaren gerek Osmanlı Devleti’nde ve ona bağlı bir eyalet statüsündeki Mısır’da gerekse İran’da bir taraftan kız liseleriyle öğretmen okullarının açılması, kızların üniversiteye kabul edilmesi, diğer taraftan basında kadın hakları konusundaki yazıların gittikçe artan bir oranda yer alması, kadınlara yönelik gazete ve dergilerin yayımlanması kadın hareketine yeni bir ivme kazandırmıştır. Bunun sonucunda İslâm hukukunda ve müslüman toplumların kültüründe yer alan kadın anlayışına yönelik ciddi eleştiriler görülmeye başlanmıştır.

Osmanlı Devleti’nde kadınların eğitimi alanında ilk gelişmeler 1858’de kız rüşdiyelerinin açılmasıyla ortaya çıkar. Bunu 1870’te açılan kız öğretmen okulları takip eder. II. Meşrutiyet döneminde üniversitede kızlar için ayrı bir bölüm açılmıştır. Eğitim öğretimin kadınlar üzerinde yaptığı etkilerin yanı sıra XIX. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti’nin Rusya ve ardından Yunanistan’la, XX. yüzyılın başlarında Balkan devletleri ve İtilâf devletleriyle peş peşe savaşlara girmesi kadının sosyal ve ekonomik hayatındaki gelişmeleri hızlandırmış, bunu da hukukî hayattaki değişmeler izlemiştir. Sözü edilen savaşlar kadınların sosyal etkinliklerin içine önceki dönemlerde hiç rastlanmayan biçimde girmesini sağlamış; bu arada Mâlûl ve Hasta Askerlere Yardım Cem‘iyyet-i Osmâniyyesi, Cem‘iyyet-i İmdâdiyye, Hilâliahmer Kadınlar Cemiyeti, Donanma Cemiyeti Hanımlar Şubesi, Osmanlı Müdâfaa-i Hukūk-i Nisvân Cemiyeti gibi cemiyetler kadınlar tarafından kurulmuş veya desteklenmiştir. Öte yandan savaşa giden erkeklerin fabrika ve imalâthanelerde boş bıraktığı yerler kadınlar tarafından doldurulmuştur. Bütün bunlar kadınların sosyal ve ekonomik hayata etkin biçimde katılmaları sonucunu doğurmuştur.

Bu gelişmelere paralel olarak kadının sosyal, ekonomik ve hukukî hayattaki konumu Osmanlı aydınları arasında yoğun şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Bu dönemde kendilerine has bakışları ve çözüm önerileri bulunan Batıcılar, İslâmcılar ve Türkçüler’in kadının evlenme ve boşanma ehliyeti, çok evlilik, örtünme, sosyal hayattaki rolü, çalışan kadının problemleri gibi hususlar üzerinde durdukları görülmektedir. Tartışmalar, bir taraftan Osmanlı Aile Kanunu’nun muhtevasına tesir ederken diğer taraftan Cumhuriyet sonrası Türk kadınının alacağı sosyal ve hukukî konumu etkilemiştir.

Mısır’da kadınların eğitimi yolundaki ilk adım 1837’de kurulan kız ilkokulu ile başlamış, bu alanda ilk ciddi teşebbüsler Hidiv İsmâil Paşa zamanında gerçekleşmiştir. Mısır’da 1874’te bir kız ortaokulu açılmış, 1875’te ortaokula giden 5362 öğrenciden 890’ını kız öğrenciler teşkil etmiştir. Mısır’da kızların eğitiminde özel kurumların da önemli rolü olmuş, başta Muhammed Abduh olmak üzere şahısların öncülüğündeki kurumlar eğitime devletten daha fazla katkıda bulunmuştur. 1897’de devlet okullarında 863 kız öğrenci okurken bu kurumların açtığı mekteplere 1164 öğrenci devam etmekteydi. Bu arada yabancılara ait okullarda da çok sayıda kız öğrenci mevcuttu. XX. yüzyılda Mısır’daki gelişmeler hızlanarak devam etmiş, 1920’de ilk defa üniversiteye kız öğrenci kabul edilmiştir.

Bu gelişmelerin yanı sıra Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi Mısır’da da aydınlar arasında kadın meselesi tartışılmaya başlandı. Bir taraftan Cemâleddîn-i Efgānî, Muhammed Abduh ve M. Reşîd Rızâ gibi modernist İslâmcılar kadının konumunu İslâm hukuku ve kültürü içinde iyileştirme amacıyla köklü reformlar teklif ederken diğer taraftan Batı’ya daha çok bağlı olan Kāsım Emîn gibi reformistler kadının hukukî ve sosyal konumunda reform yapılmasını istemişlerdir. Kāsım Emîn’in Taḥrîrü’l-merʾe adlı kitabı bu alanda önemli bir eser olup etkileri Mısır’ın dışına taşmıştır. Bu kitabında zaman zaman İslâm’a göndermeler yapan Kāsım Emîn, daha sonra kaleme aldığı el-Merʾetü’l-cedîde’de bütünüyle Batı düşünce ve uygulamasını esas almıştır.[1]

Hulasa:

Görüldüğü gibi tarih boyunca İslâm devletleri ya da yöneticileri kadınların bulunduğu konumları farklı farklı değerlendirmelerde bulunmuşlar ancak bu bazen müsbet bazen menfi neticeler vermiştir. Ancak menfi neticeleri hiçbir zaman İslam dinin kendilerine biçtiği bir durumdan kaynaklanmamıştır. Bu durumu yukarıda verdiğimiz linkte bulunan yazımızda izah etmiştik.


[1]Kadın başlığı altında yazılan yazının bir bölümüdür. Tamamı için linke tıklayınız https://islamansiklopedisi.org.tr/kadin

 

 


Yorum Yap

Yorumlar