Yoğun bir şekilde Kur'ân-ı Kerim ve Risale-i Nur ile meşgul olanlarda bazen iç sıkıntısı ve daralması oluşmakta. Ve vazifeler ağır gelmeye başlamakta. Bu durumun sebebi nedir? Nasıl hareket etmek gerekir?
KABZ VE BAST HALİ
Kabz lügâtte, tutmak, sıkmak; bast ise açma, genişleme manalarına gelmektedir. Istılahî olarak ise kabz; Cenâb-ı Hakk’ın kuluna lütfunu esirgemesinden ileri gelen gönül daralmasından dolayı hissedilen sıkıntı ve darlıktır. Karşıt manası olan bast ise; kişinin Allah’ın lütfunu gönlünde hissetmekten duyduğu ferahlıktır.
Cürcanî’ye göre ise kabz ve bast hali kulun havf (korku) ve reca (ümit) hâletinden yükselmesinden sonraki iki hâlettir.[1] Yani kul ümit ve korku arasındaki muvâzenesini kaybettiği (emniyet hâli veren ümide veya ümitsizliğe düşüren korkuya meylettiğinde) veya daha hassas bir muvâzene ile ileri bir mertebeye yükseleceği zaman, kabz veya bast hâlleri meydana gelir.
CELÂLÎ - CEMÂLÎ İSİMLER VE TEKÂMÜL KANUNU
Cenâb-ı Hakk kâinatı, güzel isimlerine bir âyîne olarak yaratmıştır. Kâinatta her hâdisenin arkasında esmâ-i hüsna gizlidir. Hâlikımızın esmâ-i hüsnası hem cemâlî, hem de celâlî olmak üzere iki surette kâinat âyinesinden tecelli eder.
Celâlî ve cemâlî isimler, hükümlerini kâinatta birbirine zıd olarak ayrı ayrı cilvelerle gösterir. Meselâ, Cebbâr ismi kış mevsimini isterken, Rezzâk ismi ise baharı iktizâ eder. Tsunami, deprem, sel ve kasırgalarda Kahhâr ismini; sema yüzünde, zemin sofrasında ve yeraltı madenlerinde Rahmân ismini okuruz.
Bu sebeple zıtlar karşı karşıya gelmekle, birbirinin sınırına geçmek veya geçememekle mübâreze/çarpışma halindedirler. Hikmet dolu olan bu mübâreze ile daim ihtilâflar/ayrılıklar meydana gelir. Birbirini izleyen bu değişimler Allah'ın bir sünneti olan tekâmül/mükemmelleşme kanununu bize gösterir.[2]
İNSANDA CELÂLÎ VE CEMÂLÎ İSİMLERE MAZHARİYET
Kâinatta olduğu gibi celâlî ve cemâlî isimler; kâinatın küçültülmüş bir numunesi insanda ve insanın samediyetin aynası[3] olan kalbinde de tecelli eder. Kalbimizde ise bazen celâlî, bazen de cemâlî esmânın/isimlerin tesirini daha fazla hissederiz.
Celâlî ve cemâlî isimlerin gerektirdiği hâl birbirine zıt olduğundan, insan hâlden hâle tavırdan tavıra girmekten kurtulamaz. Bu ahvâl, insanı daima cihâd ve cidâl meydanına sürüklemekle, onun olgunlaşmasına zemin hazırlar. Tâ insan ölünceye kadar bu durum devam eder.
Celâlî ve cemâlî isimlerin birer uçları olan Kâbiz (ruhları kabzeden, sıkan, daraltan) ve Bâsit (ruhları bedenlere yerleştiren, açan, genişleten) isimleri de kâinatta birbiri ardınca tecelli eder. Geceyi zulmetle örten Rabbimiz, gündüzün ziyasıyla varlıkları memnun eder.
Kâinatta umumen gözüken şu hal insanda da tezahür eder. Ruhlar âleminde bast hâlindeki insan, rahm-i mâderde (ana karnında) kabz hâlini almıştır. Velâdet (doğum) ile tekrar bast hâline, mevt (ölüm) ile ise tekrar kabz hâline geçecektir. İnsan her zaman Rabbimizin Kâbiz ve Bâsit isimlerine mazhar olmaktadır.
İnsanın bu kabz ve bast hâletlerindeki en mühim devre dünya hayatıdır. Zira dünya hayatı bütün istidatların kemâle erebileceği ve bütün kabiliyetlerin gelişim gösterebileceği tek yerdir.
KABZ VE BAST HÂLİNDE NE YAPMALIYIZ?
Kulluğun en önemli iki esası hiç şüphesiz sabır ve şükürdür.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri; Kastamonu’da telif ettiği bir mektubunda kabz halinde sabra ve bast halinde ise şükre alıştırıldığımızı şöyle anlatır:
“Teellümât-ı ruhaniye (ruhî elemler), sabra, mücâhedeye alıştırmak için Rabbanî bir kamçıdır. Çünkü emn ve ye'sin (emniyet ve ümitsizliğin) vartasına düşmemek hikmetiyle, havf ve reca müvâzenesinde sabır ve şükürde bulunmak için kabz-bast hâletleri celâl ve cemâl tecellîsinden intibah ehline gelmesi, ehl-i hakîkatçe (hakikât ile meşgul olanlarca) medâr-ı terakkî (gelişmeye ve olgunlaşmaya sebep) bir düstur-ı meşhurdur. (herkesçe bilinen bir durumdur.)”[4]
İlave malumat için bakınız;
https://risale.online/soru-cevap/samed-aynasi-olan-kalb
[1] Seyyid Şerif Cürcanî, Kitabü’t-Tarifat, Bahar Yayınları, İstanbul 1997, s. 177.
[2] Lem’alar, Hayrât Neşriyât, Isparta 2015, s. 81-82.
[3] Sözler, Hayrât Neşriyât, Isparta 2015, s. 309.
[4] Kastamonu Lahikası, Hayrât Neşriyât, Isparta 2015, s. 6.