Helal gıda noktasında dikkat etmeye çalışıyorum ve etrafımdaki akrabalara, sevdiklere de anlatmaya çalışıyorum. Fakat yer yerde her şeyi yemediğimi bildikleri halde bazen aşırı derecede ısrarla karşılaşıyorum. Böyle bir ortamda ve ilk girdiğimiz ortamlarda nasıl bir davranış sergilemeliyiz?
Öncelikle helâl gıda noktasındaki hassasiyetinizden dolayı sizi tebrik ederiz. İçinde yaşadığımız asırda ciddi bir gıda terörüyle karşı karşıyayız. Maalesef ehl-i iman çok kardeşlerimizin bu noktada tam bir hassasiyetlerinin olmadığını da görüp üzülüyoruz.
Sizin sualinize geçmeden önce birkaç hususu ifade etmek isteriz. Şöyleki;
Dinimiz İslâm’a göre “Helâl” ve “Haram” kavramları sadece ve sadece Rabbimize ait olup; hiçbir beşerin yorumuna ihtiyaç bırakmayan ve apaçık bir şekilde kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de beyan edilmiş kavramlardır.
Yüce Hâlıkımız Kur’ân-ı Kerim’in 5 âyetinde(1) gıdaların sadece “Helâl” olanlarını değil aynı zamanda “Tayyib” olanlarını yememizi emrediyor. Bu âyetlerden Bakara sûresi 168. âyette Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanlardan Helâl ve Tayyib olanlarını yiyin ve şeytanın adımlarına tabi olmayın! Çünki o, size apaçık bir düşmandır.” Peki neden Allah sadece Helâl kelimesi ile iktifa etmemiş de “Tayyib” kelimesini de 5 ayette ısrarla eklemiştir? Fıkıhçılara sorduğumuzda şöyle diyorlar; Helâl haram kelimeleri gıdaların manevi durumlarından bahseder. Tayyib kelimesi ise maddi durumlardan bahseder. Yani Tayyib, gıdaların temiz, sağlıklı ve güvenilir olup, pis ve sağlıksız olmaması anlamındadır. Dolayısıyla helâl bir üretim pis ortamda veya sağlıksız katkılar ile yapılıyorsa buna haram denilmese de tayyib değildir denilir. Ve yine âyetlere zıt olmuş olur. Tayyib olmayan bir gıda da hem tüketilemez hem de helâl sertifikası verilemez. (bak, www.gimdes.com)
Diğer bir husus ise, Türkiye’ye yurt dışından binlerce katkı maddesi gelmekte ve bunların hepsi endüstriyel üretimlerde kullanılmaktadır. Bu katkı üreticilerine baktığımızda ise büyük çoğunluğu Müslüman olmayıp İslâmi bir hassasiyet üzere üretim yapması beklenmeyecek kişiler ve kurumlardır. Tüm bu katkı maddeleri Türkiye’ye İslâmi cihetten denetlenmeden, yalnızca Türk Gıda Kodeksi’ne göre uygunluğa bakılıp alınmaktadır. Çünkü Tarım Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı gümrükte numune alıp onay için bekletirken yaptığı analizlerle kodeksimize olan uygunluğa bakıyor. Kodeksimizde de “Helâl-Haram” kavramları ve tanımlamaları olmadığı için bunların tümü şüphelidir. Fakat yanlış anlaşılmasın, haramdır demiyoruz, şüphelidir diyoruz. Öyleyse “Bu katkı maddelerinin kullanıldığı veya kullanılma ihtimalinin de olduğu tüm üretimler (gıda, kozmetik, ilaç vs.) de şüphelidir” neticesine ulaşmak zor olmasa gerek.
Bu ehemmiyetli konunun detaylarını aşağıda linklerini verdiğimiz diğer yazılarımıza havale ederek sualinize cevap mahiyetinde şunları söylemek isteriz;
Emr-i bil maruf nehy-i anil münker hepimizin farz bir vazifesidir. Zira dinimizin emir ve yasaklarını öncelikle kendimiz tatbik etmekle beraber başkalarına da anlatma mecburiyetimiz vardır. Kur’an-ı Kerimde yüce Rabbimiz; “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. (Âl-i İmrân, 3/104) buyurmaktadır. Yine bu meyanda “İnanan erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velisidirler. İyiliği emreder, kötülükten menederler.” (Tevbe, 9/71) âyetiyle inanan mü’minlerin bir vazifesi de iyiliği emretmek, kötülükten men etmek olduğu çok net anlaşılmaktadır. Başka âyet-i kerimelerde ve pek çok hadis-i şeriflerde de bu önemli husus bizlere bildirilmiştir.
Bu noktada akraba ve dostlarımıza helâl gıdanın ehemmiyetini ve şüphelilerden sakınmanın gerekliliğini samimiyetle anlatmalıyız. Bizim vazifemiz güzel bir tebliğdir. Bu tebliğ vazifesini yaparken nazik, mülayim, yumuşak, tatlı, tenkitten ve tahkirden uzak yapıcı bir dil kullanmamız ise son derece önemlidir. Kabul etmemeleri veya bizi tenkit etmeleri durumlarında ise Rabbimizin rızasını önceleyerek şüpheli gördüğümüz ikramlardan uzak durarak sağlam bir duruş göstermeliyiz.
Aksi halde kardeşim darılacak, teyzem gücenecek, amcam küsecek diyerek bile bile şüpheli veya helâl olmayan gıdaları ‘’ayıp olmasın’’ düşüncesiyle yersek Rabbimizin emrine karşı gelmiş oluruz. Bu da nimetlerin hakiki sahibi olan Rabbimize karşı itaatsizlik olup rızasına aykırı yanlış bir hareket olur. Tam da bu noktada İhlas Risalesi’nde Bediüzzaman Hazretleri akıl defterimizin ilk satırına silinmez kalemle yazmamız gereken temel bir düsturu şöyle ifade etmektedir; ‘’Birinci Düstûrunuz: Amelinizde rızâ-yı İlâhî olmalı. Eğer o râzı olsa, bütün dünya küsse, ehemmiyeti yok. Eğer o kabûl etse, bütün halk reddetse, te’sîri yok. O râzı olduktan ve kabûl ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktizâ ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabûl ettirir, onları da râzı eder…’’ (Lemalar, 167)
Risale- i Nur’dan bir altın düstur daha söyleyerek bitirelim. ‘"Evet, hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir.’’ (Münazarat)
Rabbimiz, bu nurani esaslara göre hareket edebilmeyi bizlere nasip eylesin.
Ayrıca bakınız,
https://risale.online/soru-cevap/yiyecek-ve-iceceklere-dikkat-etmek
https://risale.online/soru-cevap/haram-ve-supheliler