Bizler insan ve başta mâhluk olduğumuz için her şeyde mutlaka bir başlangıç noktası arıyoruz. Ancak biliyoruz ki Rabbimizin varlığı başlangıçsızdır. Bunu nasıl açıklayabiliriz?
Kendimiz zamanla bağlı olduğumuz için herşeyi zamanla alakalı düşünüyoruz. Zamanın dışına çıkamadığımız için Cenabı Hakk'ın ezeliyetini de illa zaman algısı içinde düşünme ve değerlendirme eğilimi oluyor.
"İdrak-i maali bu küçük akla gerekmez.
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez." Sırrıyla
Nasıl ki 60 tonluk bir kantara 100 ton koysanız çekmez. Bunun gibi bizlerin de belli sınırları vardır. Gözlerimiz bazı şeyleri görebiliyor. Kulaklarımız belli frekansları işitiyor. Aklımız da kapasitesine göre anlayabileceği şeyleri anlıyor. Bundan dolayı Allah'ın isim ve sıfatlarını ve zatını tam olarak idrak edip mahiyetini kavrayamayız. Ancak Cenabı Hakk'ın kendisini tanıttığı ve bildirdiği kadarını bilebiliriz ve anlayabiliriz.
Lakin ezeliyetinin lüzumunu anlatabiliriz. Tüm mahlukatın bir başlangıcının olması ezeli bir zatın varlığını gerektirir. Zira sonradan var olan, mahluk olan, halık olamaz. Cenab-ı Hakkın ezeliyetini kısaca şu misalle anlatabiliriz. Güneş ormanlık bir alanda bir yere vurduğunu düşünelim. O kısma gelen su zerrecikleri güneşi aks ettirir sonra kaybolur. O su damlacıklarının güneşi yansıtıp parlamaları ve kaybolmaları gökte daimi ve hiç sönmeyen bir güneşin varlığını gösterir, ispat eder.
Allah-u Teala varlığı kendinden olduğu için zamana ve mekana bağlı değildir. Çünki zamanı ve mekanı yaratan O'dur. Bizim varlığımız ise başkasına bağlıdır. Ve sonradan yaratılmışız. Zamanla ve mekanla kayıtlı ve sınırlıyız. Sınırlı olan sonsuzu tam olarak kavrayamaz. Fakat varlıklar birbirini yaratamayacaklarına göre mahlukat cinsinden olmayan yani mümkinattan olmayan vücudu vacib bir yaratıcıya ihtiyaç vardır.
Cenabı Hakk'ın varlığı zati olduğu için bizler gibi hadis değildir. Ezeli ve ebedidir. Fakat ezeliyet geçmiş zamanın bir ucu değildir. Ezeliyet zamansızlıktır. Çünki zaman mahluktur. Ezel geçmiş, gelecek ve anı bir anta tutan ve yüksekten bakan bir ayna gibidir.
Bu noktada 26. Söz olan Kader Risalesinde şöyle geçmektedir.
"Hem ezel; mazi silsilesinin bir ucu değil ki, eşyanın vücudunda esas tutulup ona göre bir mecburiyet tasavvur edilsin. Belki ezel; mazi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine-misaldir.
Şu sırrın keşfi için şu misale bak: Senin elinde bir âyine bulunsa, sağ tarafındaki mesafe mazi, sol tarafındaki mesafe müstakbel farzedilse; o âyine yalnız mukabilini tutar. Sonra o iki tarafı bir tertib ile tutar, çoğunu tutamaz. O âyine ne kadar aşağı ise, o kadar az görür. Fakat o âyine ile yükseğe çıktıkça, o âyinenin mukabil dairesi genişlenir. Gitgide, bütün iki taraf mesafeyi birden bir anda tutar. İşte şu âyine şu vaziyette onun irtisamında, o mesafelerde cereyan eden hâlât birbirine mukaddem, muahhar, muvafık, muhalif denilmez."
Ayrıca aşağıdaki linklere de bakabilirsiniz.
/soru-cevap/olumun-ezeliyete-delil-olmasi