Soru

Bizler Kaderin Mahkumu muyuz

Biz kaderin mahkumu muyuz? Mahkumu değilsek istemediğimiz bazı şeyler başımıza neden geliyor?

Tarih: 26.09.2020 17:33:44
Okunma: 3582

Cevap

Kader nedir?

Kader,Cenab-ı Hakk'ın olmuş, olabilecek her şeyi bütün yönleriyle ezelde bilip takdir etmesi, levh-i mahfuz denilen kader levhasına yazması demektir.

Kader iki kısımdır

Kader iki kısma ayrılır. Birisi insanın iradesi ile şekillenen kader; diğeri ise insan iradesinin karışmadığı ve Allah’ın çok hikmetlerle dilediği kaderdir ki buna takdir denir. İnsanın cinsiyeti, fizyolojik özellikleri, doğumu, ölümü ve hangi anne-babadan geleceği de ikinci çeşit kadere girer. İnsan kendi iradesi ile ilgili kısımdan sorumlu ve mesuldür. Takdir kısmından sorumlu değildir.

İnsan, iradesi dışında başına gelen hadiselerden sorumlu ve mesul olmaz. Bir insanın nerede doğacağı, cinsiyeti, fizyolojik özellikleri, doğumu, ölümü ve hangi anne-babadan dünyaya geleceği, Cenab-ı Hakkın takdiriyledir. İnsan bu cihetten kaderin mahkumudur ve sorumlu değildir. Dolayısıyla insanın her istediği olacak; istemediği şeyler de olmayacak diye bir kaide yoktur. Allah'ın iradesi asıldır. insanın istediğini aynen vermek İlâhî hikmete bağlıdır. Cenab-ı Hak ya bu dünyada aynen verir, ya daha uygunu olan başka bir şey verir, ya da bu dünyada hiç vermeyip duasına karşılık ahirette sevab verir.İstediğimiz bir şeyin olmaması ve istediğimiz şeylerin başımıza gelmesinin bir çok hikmetleri vardır. 

Bu hikmetlerden en önemlisi imtihandır. 

Mesela, insan istemediği halde hastalanır Üstad Bediüzzaman Hazretleri, "hastalıkların öyleleri vardır ki, bir dakikası bir gün boyunca ibadet yapmış gibi sevab kazandırır" der.Veya bir yakınımızın vefat etmesini  istemediğimiz halde o kişi vefat edebilir.Bu durumda mü'mine yakışan kulluk tavrı,kadere isyan ve itiraz oklarını yöneltmek değil,ölümün Cenab-ı Hakkın davetine bir icabet,ehl-i iman için,Adem babamızın asıl vatanı olan cennete bir kavuşma vesilesi,124 bin peygamber, 124 milyon evliya, vefat eden akraba ve dostlarımızla bir buluşma meclisi, ebedi hayatın başlangıcı olarak görmesi gerekmektedir.İstemediğimiz halde bazı musibetlerin başımıza gelmesi, kişinin kulluk tavrını imtihan etmek içindir

Vicdanımız, kaderin mahkumu olmadığımıza en açık delildir

Biz, rüzgarın önünde savrulan bir yaprak gibi değiliz. Veya bir robot ve aağaç gibi de değiliz. Cenab-ı Hak, insana serbest tercih hakkı olan bir irade vermiştir. Yani, kader yazmış ta biz o yazıya göre mecbur olarak tercihlerde bulunuyor değiliz.  Kaderin mahkûmu olmadığımıza en açık delil vicdanımızdır. Çünkü vicdanen biliyoruz ki bizi yaptığımız hareket ve seçimlere mecbur kılan hiçbir sebep yoktur. Bizi yönlendiren ve tercih ettiren sebepler olabilir fakat zorlayan sebepler yoktur. Bir odaya girdiğimizde istediğimiz yere oturur önümüzdeki sofradan istediğimize elimizi uzatırız. Namaz kılmak ya da kılmamak yalan söylemek ya da söylememek tamamen bizim seçimimize aittir.

Kadere mahkumiyet olsaydı, insanlar robot gibi yönlendirilirdi

Ayrıca kaderin mahkûmu olduğunu düşünmek Allah'ı zulüm ve adaletsizlikle suçlamaktır. Çünkü şayet kadere mahkumiyet olsa bir kısım insanlar adeta robot gibi içki içmek zorunda kalacakları gibi bir kısmı da namaz kılıp ibadet etmek zorunda olacaklar. Sonuçta da günah işleyenler cehenneme ibadet edenler ise cennete gidecek. Sıfatlarından birisi de Âdil (adalet sahibi) olan Allah'ın böyle bir haksızlığa böyle bir anormalliğe izin vermesi söz konusu olabilir mi?

İnsan yanlış olduğunu bile bile yaptığı hataları kadere vererek haksızlık eder

Farzedelim ki; Bir seyahat için yola koyuldunuz ve bir süre sonra yol ikiye ayrıldı. Birinci yola doğru yöneldiniz ve fark ettiniz ki bir tabelada bir yazı var. Tabelaya baktığınızda " Bu yol yılanların, akreplerin bulunduğu tehlikelerle dolu bir yoldur." Ve yine altında " diğer yol tehlikesizdir ve güzelliği eşsiz bahçelerle ve her şeyin sunulduğu ziyafetlerle dolu saraylara gider" yazdığını okuyorsunuz. Bu durumda "hadi canım olur mu öyle şey" deyip yılan ve akreplerin bulunduğu yola yönelseniz ve tehlikenin doğru olduğunu görseniz, diyebilir misiniz "beni bu yolda gitmeye mecbur ettiler."

Aynen bunun gibi; Allah-u Teâla insanlara neticesinin ne olduğu belli olan iki yol göstermiştir. Birinin sonunda mükâfat diğerinde ceza hazırlandığını peygamberlerle bizlere bildirmiştir. Biz kendi isteğimizle ve ceza göreceğimizi bildiğimiz halde Allah-u Teâla'nın yasakladığı şeyleri tercih etsek; "haramları işlememi Allah (cc) kaderime yazdığı için yapıyorum" deme hakkına sahip olabilir miyiz?!

İmtihan olabilmek, için “tercih etme” kabiliyetinin olması gerekir

Allah-u Teâla; dünyayı insanın emrine ve istifadesine sunduğu gibi imtihan meydanı olarak da yarattığını bildirmiştir. İmtihan zaten özgür iradeyi gerektirir. Doğru ve yanlış arasında doğruyu ne kadar bulabileceğiz, iyi ve kötü arasında kötüden ne kadar uzak kalabileceğiz? Altın mıyız, bakır mı? Sonucu ortaya çıkaracak şey ise insandaki özgür iradedir.

1.Cüz’i İrade

İnsan; hayır şer, iyi kötü, güzel çirkin gibi konularda, hür iradesiyle tercihte bulunmakta, bu yönüyle kendi iradesiyle hayatına yön vermektedir.[1]

Bazı olaylar ve durumlar, insan iradesinin dışındadır. Örneğin ne zaman ve nerede doğacağımız, hangi anne ve babanın çocuğu olacağımız, cinsiyetimiz, duygularımız gibi özellikler bizim irademiz dışındadır. Bu konulara hükmeden yalnızca Allah’ın iradesidir. Kaderin bu kısmına takdir denmektedir. İnsan bunlardan sorumlu değildir ve bunlardan dolayı hesaba çekilmez.[2]

Fakat insanın hür iradesiyle tercih ederek yaptığı birçok şey vardır. Özellikle iyiyi kötüyü, hayrı şerri seçme konusunda insan “cüz’i iradesiyle” bir tercih yapmaktadır[3]. İnsan, bu tercihlerinde tamamen hürdür ve insana hiçbir bir zorlama yoktur. Her insan tercihinde serbest olduğunu kendi iç dünyasında hisseder.

Cüz’i iradeye asansör misalini verebiliriz. Şöyle ki: On katlı bir binanın asansörüne binen bir kimse, asansörün tuşlarında hangi katta ne bulunduğunun yazılı olduğunu görür. Yukarı katlarda farklı ve güzel şeylerin varlığı; bodrum katlarında ise karanlık, soğuk ve korkulu şeylerin olduğu yazılıdır. O kişi yukarı veya aşağı katları tercih etmekte serbesttir. Bu noktada o kişi herhangi birisi tarafından asla zorlanmamaktadır. Yani kendi serbest iradesiyle tercihte bulunmaktadır. Tercihin neticesinde hangi düğmeye basarsa asansör onu o kata götürecektir.

Şimdi düşünelim; kendi hür iradesi ile yukarıdaki iyi ve güzel şeyleri tercih edebileceği [4] halde; bodrum katlarındaki kötü ve çirkin şeyleri tercih eden bir kimse, ‘beni buraya asansör getirdi’ diyerek suçu asansöre atabilir mi? Elbette atamaz. Çünkü asansör onun tercihine göre hareket etti.

Allah, gönderdiği semavi kitaplarla ve peygamberler (a.s) vasıtasıyla bütün insanlara iyi kötü, hayır şer, güzel çirkin gibi şeyleri bildirmiştir. Hayrı teşvik etmiş, şerri yasaklamıştır. Fakat imtihan gereği insanı iradesinde serbest bırakmıştır. Kişi, ister iyi ve güzel şeyleri; isterse de kötü, şer ve çirkin olanları tercih eder. Allah da imtihan gereği iyi veya kötü olsun, hayır veya şer olsun, onun tercihlerini yaratır. Allah’ın yasakladığı kötü ve şer olan bir şeyi tercih eden kimse, suçu kadere atamaz. Çünkü Allah yasakladığı halde, kişi kendi tercihiyle o şerrin ortaya çıkmasına ve yaratılmasına sebep olmuştur. Bundan dolayı da bütün sorumluluk ona aittir. 

Her insan vicdanen kendisinde hür bir irade olduğunu hisseder.[5] Örneğin güzel ve çirkinle karşılaşınca güzeli; faydalı ve zararlı şeylerle karşılaşınca da faydalıyı seçeriz. Bu bizim hür irademizin olduğunu gösterir. Keza iki farklı şeyden birini tercih eden insan, neticeden memnun kalırsa "İyi ki böyle yapmışım." der. Eğer netice iyi olmazsa "Keşke böyle yapmasaydım." der. Fiillerinde ve seçimlerinde özgür olmayan insan ne "İyi ki böyle yapmışım" diyebilir ne de "Keşke böyle yapmasaydım." diyebilir. Bu iki duygu bizim tercihlerimizi hür olarak yaptığımızın psikolojik ve vicdani delilleridir.

2.Kader İnsanı Günah İşlemeye Mecbur Etmez

Kaderin ne olduğunu anlamamış olanlar, bazen işledikleri günahı veya hataları, kadere vererek “Allah, yazdığı için biz yapıyoruz, alın yazım böyleymiş.” diyorlar. Hâlbuki Allah’ın yazması hiçbir zaman insanı günah işlemeye zorlayan bir durum değildir. Çünkü Allah ezelî ilmiyle ileride bizim ne yapacağımızı bilmiş ve bunları levh-i mahfuza yazmıştır. Yani yaptığımız şeyleri Allah yazdığı için yapmıyoruz, bilakis hür irademizle bizim ne yapacağımızı Allah ilmi ezelisi ile bildiği için yazmıştır. Allah’ın bizim ne yapacağımızı bilmesi ve yazması, bizi yapacağımız fiilleri yapmaya zorlamaz, mecbur kılmaz.

Hem kader, ilim nev’indendir.[6] Yani kader, Allah’ın ilminin bir çeşididir ve ilimle alakalıdır. İlmin özelliği ve sıfatı ise bilmektir. Yani kader, kudretin bir yansıması değildir. Varlıkların vücudunda ve varlığında etkin olan ve yaratan kudrettir; ilim değildir. İlmin kulların iradelerini yönlendirici bir özelliği yoktur. Yani nasıl olacaksa, öyle bilir.

Hem ‘ilim (bilmek) maluma (bilgiye) tabidir’.[7] Allah’ın ilmi, ezeli olduğu için zamana tabi değildir. Bizim kendi irademizle neyi nasıl tercih edeceğimizi, Allah bilmiş ve kadere yazmıştır. Kadere insanların iradesiyle ilgili olan şeyleri yazarken ‘böyle böyle olsun’ diye yazmamıştır. ‘Böyle böyle olacak’ diye yazmıştır. “Böyle olacak” diye yazılması kulun ne yapacağını bilmeyi ifade eder. Yani ‘böyle olmak zorundadır’, ‘ben böyle emrediyorum’ ‘insan da mecburen bu tercihi yapmak zorunda olacak’ manasıyla yazmamıştır. Bilakis insan zamanı gelince serbest olarak tercihte bulunacak ve bu tercihe göre de yaşayacak manasıyla yazmıştır. Dolayısıyla Allah kadere yazdığı için insanlar bu tercihleri yapmıyorlar. Tam tersine insanlar özgür iradeleriyle serbest tercihlerde bulunacakları için Allah bilmiş ve yazmıştır.

Örneğin, takvimlerde sabah güneşin ne zaman doğacağı yazılıdır.  Güneş o yazılı saatte doğar. İnsanlar takvime yazdıkları için güneş o saatte doğmaz. Tam tersine insanlar yaptıkları ilmî çalışmalarla güneşin hangi saatte doğacağını öğrenmişler, bilmişler ve yazmışlardır. İnsanların takvime yazdıkları yazı, güneşi o saatte doğmaya mecbur etmez. İnsan kaderinin Allah tarafından bilinmesi ve yazılması da aynı bu misal gibidir.

Burada şunu da izah edelim: Allah’ın ilmi bizim ilmimiz gibi değildir. Bizler zamanla mekânla sınırlı varlıklarız. Biz ancak geçmişi biliriz, geleceği bilemeyiz. Hâlbuki Allah, zamanı ve mekânı yaratandır. Dolayısıyla kendi yarattığı zamana ve mekâna tabi değildir. Allah, ezelî ilmiyle hem geçmişi, hem içinde olduğumuz zamanı, hem de geleceği bütün özellikleriyle bilir. Dolayısıyla Onun ilminden hiçbir şey gizlenemez. Allah’ın herhangi bir şeyi bilmemesi veya bilememesi diye bir şey olamaz. Çünkü O, her şeyi kuşatan, sınırı olmayan mutlak ilim sahibi olan Allah’tır.

 

Ayrıca Allah-u Teâlâ, Hz. Âdem’den (a.s) Peygamberimiz (s.a.v.)’e kadar binlerce peygamber göndermiştir. Bu peygamberler de insanlara Allah’ın emir ve nehiylerini tebliğ etmişler, itaat edene mükâfat, isyan edenlere ceza olacağını haber vermişlerdir. Eğer insanların seçme özgürlüğü, yani iradeleri olmasaydı Allah’ın peygamber göndermesi, kitap indirmesi anlamsız olurdu. Bu konuda bir ayet şöyledir: “Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[9]

Keza Allah’ın insanlara hem peygamber gönderip hem de onları küfür ve isyana mecbur tutup, arkasından da onları cehenneme atarak cezalandırması, Allah-u Teâlâ’nın adaletine, merhametine, hikmetine tamamen zıttır. Bir ayette şöyle buyrulur: “Bu, dünyada iken kendi ellerinizle yapmış olduğunuzun karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına zulmetmez.”[1]

 


[1] Âl-i İmrân, 3/182., Enfâl, 8/51.

 


[1]  Ebu Mansur el-Mâturîdî, Kitabü’t-tevhid, trc. Bekir Topaloğlu, 12.baskı (Ankara: TDV Yayınları, 2018) 438.

[2] Nûreddin es-Sâbûnî, Mâtüridiyye Akaidi, trc. Bekir Topaloğlu, 8. Baskı, (Ankara: DİB Yayınları, 2005), 142.

[3] et-Teftâzânî, Şerhu'l Akaid, 212.

[4] el-Mâturîdî, Kitabü’t-tevhid, 431-432.

[5] Bediüzzaman, Tılsımlar, 80.

[6] Bediüzzaman, Tılsımlar, 84.

[7] Bediüzzaman, Tılsımlar, 84.

[8] Bediüzzaman, Tılsımlar, 84.

[9] Nisa, 4/165.

 

Ayrıca bakınız.

https://risale.online/soru-cevap/kader-insani-mahkum-etmez

https://risale.online/soru-cevap/kader-mahkumu-demek

https://risale.online/soru-cevap/kaderin-insan-iradesini-iptal-etmemesi

https://risale.online/soru-cevap/insan-kendi-kaderini-cizer-mi


Yorum Yap

Yorumlar

"Bu hikmetlerden en önemlisi imtihandır" kısmında 124 bin evliya 124 milyon evliya demişsiniz. iki defa evliya demişsiniz 124 bin peygamber demek istediniz herhalde.
Gönderen: CEVHER OKTAY
Tarih: 19.02.2021 11:39:32