Dördüncü Mes’ele: Esbâb-ı zâhiriye eliyle gelen ni‘metleri, o esbâb hesabına almamak gerektir. Eğer o sebeb, ihtiyâr sâhibi değilse, meselâ hayvan ve ağaç gibi, doğrudan doğruya o ni‘meti Cenâb-ı Hak hesabına verir. Madem o, lisân-ı hâliyle “Bismillâh” der, sana verir. Sen de Allah hesabına olarak “Bismillâh” de, al. Eğer o sebeb ihtiyâr sâhibi ise, o “Bismillâh” demeli. Sonra ondan al. Yoksa alma.
Çünkü وَلَا تَاْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ âyetinin ma‘nâ-yı sarîhinden başka bir ma‘nâ-yı işârîsi şudur ki: “Mün‘im-i Hakîkî’yi hâtıra getirmeyen ve onun nâmıyla verilmeyen ni‘meti yemeyiniz” demektir. O halde hem veren “Bismillâh” demeli, hem alan “Bismillâh” demeli. Eğer veren “Bismillâh” demiyorsa, fakat sen de almaya muhtaç isen, sen “Bismillâh” de, verenin başının üstünde rahmet-i İlâhiyenin elini gör, şükür ile öp, ondan al. Yani ni‘metten in‘âma bak, in‘âmdan Mün‘im-i Hakîkî’yi düşün. Bu düşünmek bir şükürdür. Sonra o zâhirî vâsıtaya istersen duâ et. Çünkü o ni‘met, onun eliyle sana gönderildi.1
Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur:
Ve üzerine Allah’ın ismi anılmamış olan (besmele ile kesilmemiş hayvan)lardan yemeyin!.. 2
İnsan bazen bir nimeti, onu getiren kişiye, hayvana, ağaca, tabiata vb. bağlar. Oysa bu sadece zahiri bir sebeptir. Gerçek nimet verici, yani “Mün’im-i Hakikî” Allah’tır. Örneğin, sütü veren inek değildir; inek sadece Allah’ın kudretiyle çalışan bir memur gibidir. Meyveyi veren ağaç değildir; ağaç sadece İlahi rahmetin eli hükmünde bir vasıtadır. Suyu bize rahmet olarak gönderen gökyüzü veya bulut değildir. O sadece bir sebeptir. Bu yüzden nimetleri “sebep hesabına almak” yani “onu bana şu kişi veya şu şey verdi” demek doğru değildir. Eğer sebep iradesiz bir şeyse (mesela hayvan veya ağaç gibi), o zaten lisan-ı haliyle “Bismillah” der ve nimeti Allah’ın adıyla sana sunar. Sen de o nimeti alırken “Bismillah” de ve Allah adına al.
Bu, şükrün en sade hâlidir. Eğer nimeti veren bir insan gibi irade sahibi biriyse, onun da “Bismillah” diyerek vermesi gerekir. Çünkü Kur’an’da geçen "Ve üzerine Allah’ın ismi anılmamış olan (besmele ile kesilmemiş hayvan)lardan yemeyin!"3 İfadeleri Allah’ı hatırlamadan, O’nun adıyla verilmeyen bir nimeti yemeyiniz anlamını tazammun etmektedir.
Eğer veren kişi “Bismillah” demiyor ama alan kimsenin o nimete ihtiyacı varsa, yine “Bismillah” demeli, nimetin arkasında Allah’ın rahmet elini manevî olarak görmelidir,
Şükürle o nimeti almalıdır. Çünkü nimetten in’ama (nimetlendirmeye), oradan da Mün’im-i Hakikî’ye (Allah’a) geçmek gerekir. Bu düşünce, şükrün ta kendisidir.
Son olarak, nimeti Allah’ın gönderdiğini bilmekle beraber, vasıta olan kişiye veya sebebe dua etmek de uygundur. Zira Allah o nimeti onun eliyle ulaştırmıştır. Ama unutulmamalıdır ki nimeti yaratan Allah’tır, insan sadece aracı olmuştur.
Hasılı, gaflet içinde Mün'îm-i Hakiki'yi (Hakiki nimet vereni) reddederek kendini o nimete vesîle değil de sahip olarak görenlerin verdiklerini ise kişi o nimete muhtaç değilse almamalıdır. Eğer muhtaçsa; o nimeti ihsân edenin yalnızca Allah ve getirenin ise ancak bir aracı olduğuna imân edip alabilir. Bu durumdaki vazifesi o imân ile Cenab-ı Hakk'a şükredip vesîle olan kişiye duâ etmektir. Ayrıca Bediüzzaman Hazretleri zekat hususunda da Allah namına vermek ve almak meselesine şöyle değinmektedir:
Ey ehl-i kerem ve vicdân Ve ey ehl-i sehâvet ve ihsân! İhsânlar zekât nâmına olmazsa, üç zararı var. Bazen de fâidesiz gider. Çünkü Allâh nâmına vermediğin için, ma‘nen minnet ediyorsun. Bîçâre fakîri minnet esâreti altında bırakıyorsun. Hem makbûl olan duâsından mahrûm kalıyorsun. Hem hakîkaten Cenâb-ı Hakk’ın malını ibâdına vermek için bir tevzîât me’mûru olduğun hâlde, kendini sâhib-i mâl zannedip bir küfrân-ı ni‘met ediyorsun. Eğer zekât nâmına versen, Cenâb-ı Hakk nâmına verdiğin için bir sevâb kazanıyorsun. Bir şükrân-ı ni‘met gösteriyorsun. O muhtâç adam dahi sana tabasbus etmeye mecbûr olmadığı için izzet-i nefsi kırılmaz. Ve duâsı senin hakkında makbûl olur.4
Allah namına verilmezse:
-Kendi malın gibi düşünüp “Ben verdim.” dersen, fakiri borçlu, ezik bir duruma sokarsın. Oysa Allah namına verilse, veren Allah olur, sen sadece aracı olursun. Böylece veren minnet beklemez, fakir de minnet altında kalmaz.
-Fakir, kalpten gelen içli bir dua eder. Ama sen ona minnet ettirirsen, onun kalbini kırarsın; kalbi kırık insanın duası yerine ulaşmaz. Yani, riyasız ihsan duaların kabulüne vesiledir; nefsî ihsan ise bu bereketi kaybettirir.
-Gerçekte malın sahibi Allah’tır, sen sadece bir dağıtım memurusun. Ama malı kendi malın zannedip “Ben verdim.” dersen, nimeti kendine mal etmiş olursun. Bu da nimeti inkâr, yani “küfrân-ı nimet”tir.
Allah namına verilirse:
-Allah’ın namına verdiğin için ibadet olur, sevab kazanılır. Allah'ın verdiği nimete şükrü göstermiş oluyor.
-Bu sebepten fakir kimsenin önünde eğilmez. Böylece fakirin izzeti kırılmaz.
-Böylece muhtaç kimse samimî bir dua eder, o dua da makbuldür.
Başka bir yerde ise Bediüzzaman Hazretleri şöyle demektedir:
İkinci ma‘den: Hem bu bağdan çıkan mahsûlâttan kim yese, hayvan olsun, insan olsun; inek olsun, sinek olsun; müşteri olsun, hırsız olsun, sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o şart ile ki, sen Rezzâk-ı Hakîkî nâmına ve izni dâiresinde tasarruf etsen; ve onun malını onun mahlûkātına veren bir tevzîât me’muru (dağıtım memuru) nazarıyla kendine baksan.5
Ayrıca bakınız:
Allah Namına Vermeyen Gafil İnsanlardan Almamak
Bediüzzaman, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 3
Bediüzzaman, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 139
En'âm, 6/121.
Bediüzzaman, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 119
Bediüzzaman, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 98

