Mâdem her şey , ma‘nen Bismillâh der. Allâh nâmına, Allâh’ın ni‘metlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi Bismillâh demeliyiz. Allâh nâmına vermeliyiz. Allâh nâmına almalıyız. Öyle ise, Allâh nâmına vermeyen gāfil insanlardan almamalıyız.1
İnsanlar ve diğer sebepler asıl mal sahibi olmayıp belki bir dağıtım memuru, tablacı veya emanetçidir. Bundan dolayı hakiki mal sahibi olan Allah namına vermezse belki kendi namına verirse burada kendisinin asıl mal sahibi olduğunu zan etme, karşıdakine minnet ettirme, nankörlük ve şükürsüzlük gibi durumlar söz konusu olur.
Normalde Allah namına vermek ve almak lazımdır. Fakat karşıdaki veren gafil ise yani Allah namına vermiyor ise; biz de onu almaya muhtaç isek o zaman biz Bismillah diyerek ve asıl mal sahibi Allah olduğunu bilerek o malı almamız lazımdır. Şükrümüzü ve minnetdarlığımızı da Allah'a yapmamız lazımdır.
Bu noktada Üstadımız 17. Lemada şöyle söylemektedir:
"Esbab-ı zahiriye(görünen sebepler) eliyle gelen nimetleri, o esbab hesabına almamak gerektir. Eğer o sebeb ihtiyar sahibi değilse -meselâ hayvan ve ağaç gibi- doğrudan doğruya Cenab-ı Hak hesabına verir. Madem o, lisan-ı hal ile Bismillah der, sana verir. Sen de Allah hesabına olarak Bismillah de, al. Eğer o sebeb ihtiyar sahibi ise; o Bismillah demeli, sonra ondan al, yoksa alma. Çünki وَلاَ تَاْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ âyetinin mana-yı sarihinden başka bir mana-yı işarîsi şudur ki: "Mün'im-i Hakikî'yi hatıra getirmeyen ve onun namıyla verilmeyen nimeti yemeyiniz!" demektir. O halde hem veren Bismillah demeli, hem alan Bismillah demeli. Eğer o Bismillah demiyor fakat sen de almaya muhtaç isen; sen Bismillah de, onun başı üstünde rahmet-i İlahiyenin elini gör, şükür ile öp, ondan al. Yani nimetten in'ama(nimetlendirmeye) bak, in'amdan Mün'im-i Hakikî'yi(hakiki nimet veren Allah) düşün. Bu düşünmek bir şükürdür. Sonra o zahirî vasıtaya istersen dua et. Çünki o nimet onun eliyle size gönderildi." 2
İnsan bazen bir nimeti, onu getiren kişiye, hayvana, ağaca, tabiata vb. bağlar. Oysa bu sadece zahiri bir sebeptir. Gerçek nimet verici, yani “Mün’im-i Hakikî” Allah’tır. Örneğin, sütü veren inek değildir; inek sadece Allah’ın kudretiyle çalışan bir memur gibidir. Meyveyi veren ağaç değildir; ağaç sadece İlahi rahmetin eli hükmünde bir vasıtadır. Suyu bize rahmet olarak gönderen gökyüzü veya bulut değildir. O sadece bir sebeptir. Bu yüzden nimetleri “sebep hesabına almak” yani “onu bana şu kişi veya şu şey verdi” demek doğru değildir. Eğer sebep iradesiz bir şeyse (mesela hayvan veya ağaç gibi), o zaten lisan-ı haliyle “Bismillah” der ve nimeti Allah’ın adıyla sana sunar. Sen de o nimeti alırken “Bismillah” de ve Allah adına al.
Bu, şükrün en sade hâlidir. Eğer nimeti veren bir insan gibi irade sahibi biriyse, onun da “Bismillah” diyerek vermesi gerekir. Çünkü Kur’an’da geçen "Ve üzerine Allah’ın ismi anılmamış olan (besmele ile kesilmemiş hayvan)lardan yemeyin!"3 İfadeleri Allah’ı hatırlamadan, O’nun adıyla verilmeyen bir nimeti yemeyiniz anlamlamını tazammun etmektedir.
Eğer veren kişi “Bismillah” demiyor ama alan kimsenin o nimete ihtiyacı varsa, yine “Bismillah” demeli, nimetin arkasında Allah’ın rahmet elini manevî olarak görmelidir,
Şükürle o nimeti almalıdır. Çünkü nimetten in’ama (nimetlendirmeye), oradan da Mün’im-i Hakikî’ye (Allah’a) geçmek gerekir. Bu düşünce, şükrün ta kendisidir.
Son olarak, nimeti Allah’ın gönderdiğini bilmekle beraber, vasıta olan kişiye veya sebebe dua etmek de uygundur. Zira Allah o nimeti onun eliyle ulaştırmıştır. Ama unutulmamalıdır ki Nimeti yaratan Allah’tır, insan sadece aracı olmuştur.
Hasılı, gaflet içinde Mün'îm-i Hakiki'yi (Hakiki nimet vereni) reddederek kendini o nimete vesîle değil de sahip olarak görenlerin verdiklerini ise kişi o nimete muhtaç değilse almamalıdır. Eğer muhtaçsa; o nimeti ihsân edenin yalnızca Allah ve getirenin ise ancak bir aracı olduğuna imân edip alabilir. Bu durumdaki vazifesi o imân ile Cenab-ı Hakk'a şükredip vesîle olan kişiye duâ etmektir
Ayrıca bakınız:
Bediüzzaman, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 3
Bediüzzaman, Lemalar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 139
En'âm, 6/121.

