Soru

8. Şua Risalesinin 8. Remzinin Birinci ve İkinci Suallerinin İzahı

8. Şua'nın 8. Remzinde geçen 1. ve 2. sualleri ve cevaplarını, detaylı bir şekilde izah eder misiniz? 

Tarih: 10.02.2025 12:01:36

Cevap

Birinci Sual: “Bütün kıymetdar kitaplar içinde Risâle-i Nûr, Kur’ân’ın işaretine ve iltifâtına ve Hazret-i İmâm-ı Alî radıyallâhü anhın takdîr ve tahsînine ve Gavs-ı A‘zam’ın teveccüh ve tebşîrine vech-i ihtisâsı nedir? O iki zâtın kerâmetle Risâle-i Nûr’a bu kadar kıymet ve ehemmiyet vermelerinin hikmeti nedir?”

İslâm tarihinde çok büyük zâtlar tarafından 1400 yıldan beri birçok değerli, kıymetli kitaplar, eserler kaleme alınmıştır. Risale-i Nur, bütün bu değerli kitaplar ve eserler içinde neden bu kadar önemli bir yere sahiptir? Risale-i Nur'ların, Kur'ân tarafından hususen işaret edilmesi ve övülmesi (1. Şuâ), İmam-ı Ali (r.a.) tarafından hususen takdir edilmesi (18-28. Lemâ ve 8. Şuâ), Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylani Hazretleri tarafından özellikle müjdelenmesi (8. Lemâ) nedendir? Bu büyük zâtların, Risale-i Nur’a bu kadar değer vermelerinin hikmeti nedir?

Elcevab: Ma‘lûmdur ki, bazı vakit olur, bir dakika bir saat, belki bir gün, belki seneler kadar; ve bazı vakit olur, bir saat bir sene, belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ, bir dakikada şehîd olan bir adam bir velâyet kazanır. Ve soğuğun şiddetinden incimâd etmek zamanında ve düşmanın dehşet-i hücûmunda bir saat nöbet beklemek, bir sene ibâdet hükmüne geçebilir.

Bilindiği gibi, bazı zamanlar bir dakika; bir saat, bir gün, bazen de yıllar kadar değerli ve verimli olabilir. Bazı zamanlarda ise bir saat; bir yıl veya bir ömür kadar verimli olup, önemli sonuçlar doğurabilir. Mesela bir kişi, bir dakikada şehit olur, Allah katında büyük bir mertebe kazanır. Velilik derecelerine ulaşır. Yine bir askerin; çok soğuk bir havada veya düşmanın şiddetli saldırısı sırasında bir saat nöbet tutması, ona bir yıl ibadet etmiş gibi sevap kazandırabilir.

İşte aynen öyle de, Risâle-i Nûr’a verilen ehemmiyet dahi, zamanın ehemmiyetinden, hem bu asırda şerîat-ı Muhammediye’ye (asm) ve şeâir-i Ahmediye’ye (asm) edilen tahrîbâtın dehşetinden, hem bu âhir zamanın fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmetin istiâze etmesi cihetinden, hem o fitnelerin savletinden mü’minlerin îmânlarını kurtarması noktasından Risâle-i Nûr, öyle bir ehemmiyet kesbetmiş ki, Kur’ân ona kuvvetli işaretle iltifât etmiş. Ve Hazret-i İmâm-ı Alî radıyallâhü anh üç kerâmet ile ona beşâret vermiş. Ve Gavs-ı A‘zam kerâmetkârâne ondan haber verip tercümanını teşcî‘ etmiş.

Aynen böyle de Risale-i Nur’un büyük bir önem taşımasının bazı sebepleri vardır; Evvela bu zamanda, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) getirdiği dinî hükümler ve İslâmiyet alâmetleri olan şeâir büyük zarar görmüştür. Birçok bid’atler İslâmiyet'e yerleştirilmiştir. Diğer bir sebep ise içinde bulunduğumuz asırdır. Ahir zaman olarak adlandırılan bu çağ, iman açısından çok kritik bir dönemdir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve bütün ümmet, çok erken dönemlerden itibaren bu zamanın fitnelerinden ve tehlikelerinden Allah’a sığınmışlardır. İşte bu zamanın yukarıda zikredilen fitne ve tehlikelerine karşı imanı muhafaza etmek noktasında Risale-i Nur büyük bir öneme sahiptir. Risale-i Nur bu zamanda böylesine büyük fitneler karşısında Müslümanların imanlarını muhafaza etmek için yazılmıştır, hizmet etmektedir, meydandadır.

Burada kasdedilen Kur’ân’ın işareti Risale-i Nur'a işaret eden 33 âyet olup 1. Şuâ namlı eserde incelenmiştir. Risale-i nur'a işaret eden âyetler; 1. Şua olarak 1936 yılında Eskişehir Hapishanesi’nde te’lif edilmiştir. 1943 yılında Hazret-i Üstad'ın tensibiyle Kastamonu’da iken derlemiş olduğu Sikke-i Tasdik-i Gaybî mecmuasına dahil edilmiştir.

Hz. Ali Efendimizin üç haberi ise onun harika bir kerameti olarak, Risale-i Nur davasıyla, Bediüzzaman Hazretleriyle ve Risale-i Nur Talebeleriyle alakalı olarak verdiği gayba dair haberlerin izah edildiği üç adet risaledir. Bu risaleler Sikke-i Tasdik-i Gaybî Mecmuası’nda bulunmakta olup şunlardır:

1) 18.  Lem’a (1. Keramet-i Aleviye Risalesi): Hz. Ali Efendimizin ‘’Ercüze’’ isimli kasidesinden Hz. Üstad’a ve Risale-i Nur Talebelerine olan işaret ve haberlerini ebced ve cifir hesaplarıyla izah etmektedir.

2) 28. Lem’a (2. Keramet-i Aleviye Risalesi): Hz. Ali Efendimizin ‘‘Celcelûtiye’’ isimli kasidesinden Hz. Üstad’a ve Risale-i Nur Talebelerine olan işaret ve haberlerini ebced ve cifir hesaplarıyla izah etmektedir.

3) 8. Şua: (3. Keramet-i Aleviye Risalesi): Hz. Ali Efendimizin yine ‘’Celcelûtiye’’ isimli kasidesinden Hz. Üstad’a ve Risale-i Nur Talebelerine olan işaret ve haberlerini ebced ve cifir hesaplarıyla izah etmektedir.

Gavs-ı A’zam Hazretleri (ks) ise , kendisinden 800 sene sonra ortaya çıkacak olan Kur’ân hizmetini yani Risale-i Nur davasını bizzat görmüş ve detaylı olarak haber vermiş, Bediüzzaman Hazretleri ise bu 8. Lema isimli eserinde anlatmıştır. Bu risalede Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Hz. Gavs’ın (ks) kerametiyle Risale-i Nur hizmetinden ve Hz. Üstad’dan haber vermesinin sebebi ise dünyanın yaratılışından bugüne kadar en dehşetli bir asır olan bu ahir zamanda, tüm nazarları ve dikkatleri, Kur’ân’a ve imana hizmeti asıl gaye edinen ve dağlar büyüklüğünde ehemmiyetli bir hadise olan Kur’ân hizmetine (Risale-i Nur davasına) dikkatleri çekmek olarak açıklamaktadır.

Evet, bu asrın dehşetine karşı taklîdî olan i‘tikādın istinâd kal‘aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan, her mü’mini, tek başıyla dalâletin cemâatle hücumuna mukāvemet ettirecek gayet kuvvetli bir îmân-ı tahkîkî lâzımdır ki dayanabilsin. Risâle-i Nûr, bu vazîfeyi en dehşetli bir zamanda ve en lüzûmlu ve nâzik bir vakitte, herkesin anlayacağı bir tarzda, hakāik-i Kur’âniye ve îmâniyenin en derin ve en gizlilerini gayet kuvvetli burhânlarla isbat ederek; o îmân-ı tahkîkîyi taşıyan hâlis ve sâdık şâkirdleri dahi, bulundukları kasabalarda, karyelerde ve şehirlerde -hizmet-i îmâniye i‘tibâriyle- âdetâ birer gizli kutub gibi mü’minlerin ma‘nevî birer nokta-i istinâdı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde; kuvve-i ma‘neviye-i i‘tikādiyeleriyle, cesur birer zâbit gibi kuvve-i ma‘neviyeyi ehl-i îmânın kalblerine verip, mü’minlere ma‘nen mukāvemet ve cesâret veriyorlar.

Evet bu asırda taklit yoluyla elde edilen imanın dayanak noktaları ve temelleri sarsılmış, uzaklaşmış ve perdelenmiştir. Bu nedenle, her mü’minin, cemaat halinde hucüm eden inkârcı fikirler karşısında tek başıyla direnebilmesi için son derece güçlü, delilleriyle sağlamlaştırılmış, hem akla hem kalbe hem de ruha sirayet eden bir iman sahibi olması gerekmektedir. İşte Risale-i Nur, bu ehemmiyetli vazifeyi en tehlikeli en dehşetli bir zamanda ve en ihtiyaç duyulan vakitte, herkesin anlayabileceği bir üslupla yerine getirmektedir. Kur’ân’ın ve imanın en derin, en gizli hakikatlerini güçlü delillerle ispat ederek, tahkiki imanı insanlara kazandırmaktadır. Bu iman hakikatlerini anlayan ve benimseyen samimi ve sadık talebeler, bulundukları şehirlerde, kasabalarda ve köylerde âdeta bir gizli kutub gibi müminlerin manevi bir dayanak noktaları olmuşlardır. Bu Nur talebeleri, görünmeseler, bilinmeseler ve görüşülmeseler bile, imanlarındaki güç sayesinde cesur bir zabıta gibi manevi motivasyonu, bilinci, imanı müminlerin kalplerine verip, onlara cesaret ve kuvvet vermektedirler.

İkinciSual: “Kerâmet izhâr edilmezse daha evlâ olduğu halde, neden sen i‘lân ediyorsun?”

Kerametin[1] açığa çıkartılmaması, anlatılmaması daha uygun olduğu halde sen neden açıklıyor ve anlatıyorsun?

Elcevab: Bu bana âit bir kerâmet değildir. Belki Kur’ân’ın i‘câz-ı ma‘nevîsinden tereşşuh ederek hâs bir tefsîrinden kerâmet sûretinde bizlere ve ehl-i îmâna bir ikrâm-ı Rabbânî ve bir in‘âm-ı İlâhîdir. Elbette mu‘cize-i Kur’âniye ve onun lem‘aları izhâr edilir. Ni‘meti ise şükür niyetiyle i‘lân etmek, bir tahdîs-i ni‘mettir. وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ âyeti, ni‘metin izhârını emreder.

Burada, ilan ettiğim olağanüstü kerâmetler şahsıma ait değildir. Bu, Kur’ân’ın manevi mucizelerinden yansıyan ve onun bir tefsiriyle ortaya çıkan, bizlere ve müminlere Allah’ın bir lütfu ve ikramıdır. Elbette, Kur’ân’ın mucizeleri ve onun lemaları insanlara gösterilir. Allah’ın verdiği nimetleri şükür amacıyla açıklamak, o nimeti hatırlatma ve o nimete şükretme anlamına gelir. “Rabbinin nimetini anlat" anlamındaki âyette, Allah’ın verdiği nimetleri anlatmayı, anmayı emretmektedir.

Benim için medâr-ı fahr ve gurur olacak bir liyâkatim ve istihkākım olmadığını kasemle i‘tirâf ediyorum. Ben çekirdek gibi çürüdüm ve kurudum. Bütün kıymet ve hayat ve şeref o çekirdekten çıkan şecere-i Risâle-i Nûr’a ve mu’cize-i maneviye-i Kur’âniyeye geçmiş biliyorum. Ve öyle i‘tikād ettiğimden, kerâmeti i‘câz-ı Kur’ânî hesabına izhâr ederim. Bütün kıymet bir mu‘cize-i Kur’âniye olan Risâle-i Nûr’dadır. Hatta eskiden beri taşıdığım Bedîüzzaman ismi onun imiş. Yine ona iâde edildi. Risâle-i Nûr ise, Kur’ân’ın malıdır. Bu remizde hususî kanâatimi te’yîd eden kendime mahsûs çok emâreler ve karîneler var. Fakat başkalara isbat edemediğimden yazamıyorum.[2]

Benim övünülecek bir meziyetim veya bu nimete layık bir durumum olmadığını kesin bir şekilde kabul ediyorum.[3] Kendimi, çürüyüp kuruyan bir çekirdek gibi görüyorum. Değer, hayat ve şeref ise o çekirdekten büyüyen Risale-i Nur ağacına ve Kur’ân’ın manevi mucizesine aittir. Bu inançla, kerâmeti kendi adıma değil, Kur’ân’ın bir mucizesi olarak ilan ediyorum. Tüm değer, Kur’ân’ın bir mucizesi olan Risale-i Nur’a aittir. Hatta daha önce bana verilen "Bediüzzaman"[4] yani “zamanın eşsizi” unvanının aslında Risale-i Nur’a ait olduğunu düşünüyorum ve onu ona iade verdim. Risale-i Nur, tamamen Kur’ân’ın malıdır. Bu düşüncemi destekleyen, şahsen gördüğüm birçok işaret ve delil var, ancak bunları başkalarına kesin olarak ispat edemediğim için yazmıyorum.


[1] Keramet: İkram etmek, ihsan etmek şereflendirmek manasındadır. Tasavvufta salih bir kulun elinde görünen harikulade olaydır. Keramet iki sınıfa ayrılır. Birisi, manevi keramettir ki, istikamette olmak, Allah'ın emir ve yasaklarına riayet etmek, müntesiblerini maddi ve manevi olgunluğa eriştirmektir ki en büyük keramet budur diye rivayet edilir. İkincisi ise, Allah'ın emir ve yasaklarına tam uyan, hakiki müslüman olan, Allah hakkında tam bir marifet sahibi olan zatların elinde görülen harikulade olaylardır.

[2] Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 116

[3] Burada ve bundan sonra gelecek ifadeler Üstad Hazretleri’nin tevazusunu göstermektedir. Zira kendisi Risale-i Nurlar’ın müellifi, 20. yüzyılın müceddidi olmak ve diğer birçok özelliği ile büyük bir İslâm âlimidir.  Fakat kendisi bütün hayatını mahviyetkarane ve tevazu ile geçirdiği için bu cümleleri sarf etmiştir. O bu özelliğiyle biz talebelerine örnek olmaktadır.

[4] Bediüzzman Hazretlerine verilen “zamanın eşsizi” lakabı ile ilgili detaylı malumat için bakınız; https://risale.online/soru-cevap/bediuzzaman-lakabi


Yorum Yap

Yorumlar