Soru

18. Lema'nın Şerh ve İzahı- 2

18. Lema'da Mecmuatül Ahzab ve Ercüze eserlerinin geçtiği baş kısımları cümle cümle izah eder misiniz?

Tarih: 9.05.2025 16:27:57

Cevap

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Hazret-i Gavs-ı A‘zam Şeyh-i Geylânî’nin (ks) sarâhat derecesindeki kerâmet-i gaybiyesini te’yîd ve takviye eden, Hazret-i Esedul-lâhi’l-Gālib Ali İbn-i Ebî Tâlib radıyallâhü anh ve ralâhu veche, Kasîde-i Ercûze-i meşhûresinde aynen ihbârât-ı Gavsiyeyi tasdîk edip işaret ediyor. 

Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla.[1]

Sekizinci Lem’a’da,[2] Gavs-ı A’zam Abdulkadir Geylani Hazretlerinin[3] gayba dair harika bir kerameti olarak, kendisinden sekiz asır sonra gelecek olan Hz. Üstad’ı ve Risale-i Nur talebelerini Allah’ın izniyle görüp onlardan açıkça haber vermesi izah edilmişti.  Öyle de Sevgili Peygamberimizin (sav) amcası Ebû Talib’in oğlu olup Allah’ın her daim üstün gelen aslanı olan Hazret-i Ali (kerremallâhu veche)[4] de meşhur ‘Ercûze’ kasidesinde aynen Abdulkadir Geylani Hazretleri gibi Bediüzzaman Hazretlerinden ve Risale-i Nur Talebelerinden açıkça haber vererek Şeyh Geylani’nin (ks) verdiği haberleri doğrulayıp desteklemektedir.

Mecmûatü’l-Ahzâb’ın beş yüz seksen iki sahîfesinden beş yüz doksan yedinci sahîfesine kadar, o Ercûze’dir.

Ercûze Kasidesi; Hazret-i Ali Efendimizin kendi halifeliği döneminde hicretten otuz sene sonra Kûfe’deyken yazdığı sırlarla dolu meşhur şiir kitabıdır. Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi’nin Mecmuatu’l-Ahzab[5] adlı üç ciltlik eserinin 582-597 sayfaları arasında geçmektedir.

O Ercûze’nin mevzuu ve içindeki maksad-ı aslî, İsm-i A‘zam'ı tazammun eden altı ismin ehemmiyetini beyân etmek, hem o münâsebetle istikbâldeki bir kısım umûr-u gaybiyeye ve te’sîs-i İslâmiyetteki bir kısım mücâhedâtına işaret etmektir.

Ercûze’nin konusu ve asıl maksadı şunlardır:

1- İsm-i Âzam’ı[6] içinde barındıran Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl ve Kuddüs” isimlerinin ehemmiyet ve kıymetini açıklamak.

2- Hem gelecek asırlarda meydana gelecek olan gizli, gaybî ve sırlı bazı mühim işlere ism-i azamla irtibatlandırarak işaret etmek.

3- İslâmiyet’in kuruluşunda ve doğru usullerle sağlam bir şekilde bina edilmesinde Hazret-i Ali Efendimizin ortaya koyduğu gayret ve çabalarına işaret etmek.

Evet, Hazret-i İmâm-ı Alî radıyallâhü anh, üstâdı olan Habîbullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’dan aldığı dersin bir kısmını işârî bir sûrette zikrediyor.

Bu risaledeki en önemli cümle belki de bu cümledir. İki üç yerde geçen bu cümlenin ifade ettiği anlam çok derin ve çok güzeldir. Zira Hazret-i Ali Efendimiz çocuk yaşta İslâmiyet’le şereflenmiş ve bizzat Sevgili Peygamberimizin (sav) terbiyesinde dinimizin esaslarını ve ilmin inceliklerini ders almıştır. Bu noktadan Hazret-i Ali Efendimizin hocası ve üstadı, Allah’ın en sevgili kulu olan Habîbullâh Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Ve O’ndan aldığı dersin bir kısmını Allah’ın izniyle ebced hesabıyla ince işaretlerle haber vermektedir.

Yani bu risalede Hazret-i Ali Efendimizin harika kerameti olarak haber verdiği çok önemli hadiselerin hepsi de Sevgili Peygamberimizden (sav) ders alıp öğrendiği gayba dair ilmî meseleler olduğundan, elbette bu risaledeki gayba dair işaretlerden Hz. Peygamberin (sav) haberdar olmaması düşünülemez.

Feth-i Hayber’deki hem mu‘cize-i Nebeviye, hem kerâmet-i Aleviye olan hârika vâkıayı bahsettiği gibi;

Hazret-i Ali (ra) Ercûze’sinde Hayber Kalesi’nin fethi sırasında meydana gelen Sevgili Peygamberimizin (sav) mucizelerinden ve kendisinin gösterdiği harika kerametten bahsetmektedir.

Hayber Kalesi’nin fethi, hicretin yedinci senesinde (m. 629) Hazret-i Ali Efendimizin eliyle gerçekleşmiştir. Hayber, o döneme göre çok sağlam kalelere sahip olduğundan fethedilmesi zor ve uzun olmuştur. Hayber Savaşı sırasında Kamûs Kalesi şiddetle direnmişti. Fetihten ümit kesilmeye başlandığı bir günün akşamında Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Bu sancağı, Allah’ı ve Resûlünü seven, Allah’ın fethi kendisine nasip edeceği bir yiğide vereceğim.”[7]

Konuya ait rivayetlerden öğrendiğimize göre, Hz. Ali Efendimizin o günlerde gözleri ağrıyormuş. Hz. Peygamber (sav) kendisini çağırmış, ağrıyan gözlerini mucizesiyle tedâvî etmiş ve sancağı kendisine teslim etmiştir. Sancağını Hz. Ali`ye teslim eden Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) kendisine zırhlı bir gömlek giydirerek Zülfikâr`ı beline kendi eliyle bağlamış ve sonra da şu emri vermiştir: “Allah, fetih nasip edinceye kadar çarpış. Sakın arkana dönme.”[8]

Risale-i Nur’da 19. Mektub’ta Hayber Kalesi’nin fethiyle alakalı olarak Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:

"Başta Buhârî ve Müslim kütüb-ü sahîha haber veri­yor­lar ki: “Gazve-i Hayber’de Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Aliyy-i Haydarî’yi bayrakdâr ta‘yîn ettiği halde, Ali’nin gözleri hastalıktan çok ağrıyordu. Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm tiryâk gibi tükürüğünü gözüne sürdüğü dakikada şifâ bularak hiçbir şey kalmadı. Sabahleyin Hayber kal‘asının pek ağır demir kapısını çekip, elinde kalkan gibi tutup, Kal‘a-i Hayber’i fethetti.“ [9]

Netice olarak Hayber’in fethinde Sevgili Peygamberimizin (sav) üç mucizesi, Hazret-i Ali Efendimizin de bir büyük kerameti görülmektedir. Mucizeler;

1- Hz. Peygamberin (sav) Hayber’in fethinin Hz. Ali’nin eliyle gerçekleşeceğini haber vermesi ve dediği gibi olması.

2- Hem Hazreti Ali Efendimizin ağrıyan gözlerinin Sevgili Peygamberimizin (sav) mübarek tükürüğünü gözüne sürdüğü dakikada şifa bulması.

3- Hem de Hz. Ali Efendimizin Hayber Kalesi’nin çok ağır demir kapısını çekip elinde kalkan gibi tutması hadisesidir. Bu olay Hazret-i Ali Efendimize ait büyük bir keramet olduğu gibi aynı zamanda Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın da bir mucizesidir. Zira bir evliyanın gösterdiği keramet, aynı zamanda o velî zatın kendisine tabi olduğu Peygamberinin de mucizesidir. Çünkü ondan aldığı feyiz ve ilim vasıtasıyla o makama çıkmış ve tabi olduğu peygamberinin davasını doğrulamış olmaktadır.

te’sîs-i İslâmiyete temas eden mühim noktaları da bahsediyor,[10]

Hazret-i Ali Efendimiz bu kasidesinde İslâmiyet’in kuruluşundan ve doğru usullerle sağlam temellere oturtulması konularından bahsetmekle beraber kendisin de bu noktada ortaya koyduğu gayret ve çabalarını anlatmaktadır.

Önceki kısmın şerh ve izahı için lütfen bakınız;

https://risale.online/soru-cevap/18-lema-2


[1] Fâtiha, 1/1.

[2] Bkz. Sekizinci Lem’a şerhi.

[3] Abdulkadir Geylani Hazretleri (ks): 470/1077 tarihinde Büyük Selçuklu Devleti döneminde, günümüz İran’ının Hazar Denizi güneybatısındaki Gilan eyalet merkezine bağlı Neyf köyünde dünyaya geldi. Hem seyyid, hem şerif olan Gavsu’l Azam Hazretlerinin nesebi babası yoluyla Hazreti Hasan’a (r.anh), annesi yoluyla Hazreti Hüseyin’e (r.anh) ulaşmaktadır. Kadiriye tarikatının kurucusu, dört büyük kutb-u azamın en büyüğü ve harika kerametleriyle meşhur olmuş büyük İslâm âlimi ve evliyaların sultanıdır. Kur’ân’a ve imana hizmetle geçen 91 senelik bir ömürden sonra 561 tarihinde Bağdat’ta vefat etmiştir.

[4] Kerremallâhu veche: Arapça’da “yüceltmek, üstün tutmak” anlamına gelen tekrîm masdarından türemiş kerreme fiili, Allah lafzı ve “yüz, sima” mânasındaki vech kelimelerinden oluşan bir cümledir. Yani ‘Allah O’nun yüzünü şerefli kılsın’ anlamında Hz. Ali Efendimiz için kullanılan övgü niteliğinde bir dua cümlesidir. Hz. Ali’nin (ra) yüzünü hiç putlara dönmeden ve onlara tapmadan Müslüman olması ayrıca ilk Müslüman olanlardan olması ve Hz. Peygamberin (sav) çok yakını olduğu için kendisine Kerremallâhu veche denildiği rivayet edilmektedir. (TDV)

[5] Mecmuatü’l Ahzab; Osmanlı’nın en büyük âlim ve evliyalarından olan 1813-93 yılları arasında yaşamış Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî Hazretlerinin derlediği üç ciltlik bir dua, zikir ve evrad kitabıdır. Mecmuatü’l Ahzab’ın içine aldığı zikir ve dualar, bizzat kendine ait olmayıp İslam âleminde meşhur olan Hz. Ali, Şeyh Abdulkâdir-i Geylanî, İmam Şazelî, Şah-ı Nakşibend, Muhyiddin-i Arabî gibi zahirî ve batınî ilimlerde büyük mertebelere ulaşmış en yüksek şahsiyetlere aittir. Nakşi Tarikatinin İmam-ı Rabbanî’den sonra gelen üçüncü büyük temsilcisi olan Mevlana Halid-i Bağdadî Hazretleri tarafından, halifesi Ahmed bin Süleyman el-Evradî vasıtasıyla irşad olunmuştur. Bediüzzaman Hazretleri, Gümüşhanevî Hazretlerinin Mecmuatü’l Ahzab isimli bu dua mecmuasından çok istifade etmiştir. Bu istifadesi dolayısıyla kendilerini manevi üstadlarından sayar ve şöyle der: “Has (en seçkin) üstadlarımın dairesinde Gümüşhane'li ve Mecmuatü'l-Ahzab sahibi Hazret-i Ahmed Ziyaeddin Kuddise sırruhu…” (13. Şua)

[6] İsm-i Âzam: ‘En büyük isim’, Allah’ın bütün isimlerini kendinde toplayan ismi. Bazılarına göre ism-i Âzam ‘Allah’, bazılarına göre ‘Hû’, bazılarına göre de içinde bulunduğu zamanda kula hâkim bulunan isimdir. (Kubbealtı Lügatı)

İslam âlimlerinin bir kısmı, Allah’ın isimlerinin tamamının, fazilet ve üstünlük bakımından eşit derecede olduğunu kabul etmiş, diğer bir kısmı ise, hadisleri göz önünde bulundurarak, bazı isimlerin diğerlerinden daha büyük ve faziletli olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Peygamberimiz (sav) bir gün bir adamın Cenâb-ı Hakk’a O’nu güzel bir şekilde medh ü sena ettikten sonra dua ettiğini işitti. Adama; “Sen Allah’ı İsm-i Âzamıyla (en büyük ismiyle) çağırdın. İsm-i Âzam öyle bir isimdir ki onunla Allah’tan ne istenirse Allah verir. Allah’a ne dua edilirse Allah kabul buyurur.” (Tirmizî, “Da’avât”, 65., Ebû Dâvud, “Salât”, 368) dedi.

İsm-i Âzam, en büyük isim demek olup, Cenâb-ı Hakk’ın bütün isimlerinin içinde gizlendiği ve bazı sevgili kullarına bildirdiği isimdir. Cenâb-ı Hakk, hikmeti gereği Ramazan ayında Kadir Gecesini, Cuma’da saat-i icâbeyi, kulları içinde velî kulunu gizlediği gibi isimleri içinde de İsm-i Âzam’ı gizlemiş. Böylece Ramazan ayında daima uyanık olup bütün Ramazan ayını ihyâ edelim, Cuma gününde bütün gün duanın kabul saatini arayalım ve Allah’ın isimlerinin hepsiyle dua edelim. 

Bediüzzaman Hazretleri Otuzuncu Lem’a’da şöyle der: “İsm-i Âzam herkes için bir olmaz, belki ayrı ayrı olur. Mesela İmam-ı Ali Radıyallahü Anh hakkında; ‘Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs’ altı isimdir. 

İmam-ı Âzam Radıyallahü Anh’ın İsm-i Âzamı: ‘Hakem, Adl’ iki isimdir. Ve Gavs-ı Âzam’ın İsm-i Âzamı, ‘Ya Hayy!’dır. Ve İmam-ı Rabbanî’nin İsm-i Âzamı ‘Kayyum’ ve hâkeza. Pek çok zatlar daha başka isimleri, İsm-i Âzam görmüşlerdir.” (Lem’alar, 399-400.) Mesela, Gavs-ı Âzam Abdulkadir Geylani hazretlerinin mezardaki bir ölüyü ve yenilmiş bir tavuğu Allah’ın izniyle diriltmesi ve yine hayatta olduğu gibi vefatından sonra da tasarrufu devam etmesi, İsm-i Âzamının ‘Hayy’ ismi olmasından veya Hayy ismine mazhariyetinin daha çok olmasındandır. Daha detaylı malumat için bkz: https://risale.online/soru-cevap/ismi-azam-1

[7] Buharî, Fezâilü’l-ashâb 9.

[8] Buharî, Fezâilü’l-ashâb 9.

[9] Said Nursi, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.269

[10] Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s.132


Yorum Yap

Yorumlar