Soru

Yetmişten Fazla Esma

"İnsanın mahiyet-i câmiasında nakışları zahir olan yetmişten ziyade esma vardır."  bu metni izah eder misiniz?

Tarih: 23.09.2013 12:28:51
Okunma: 6087

Cevap

Bahse konu olan yerde İnsanın Allah'ın isimlerine üç nevi ayinedarlığı olduğu izah ediliyor.

1. Numuneler itibariyle ayinedarlık

2. Zıtlar itibariyle ayinedarlık

3. Nakışlar itibariyle veya infial cihetiyle ayinedarlık

Sizin sorduğunuz yer ise 3. nev ayinedarlığın izahında geçiyor. 

Cenab-ı Hak insanı alemin küçük bir modeli olarak yaratmıştır. İnsan maddi ve manevi özellikleriyle alemlerin küçücük bir numunesi ve örneğidir. Yüce Allah, alemleri temsil edecek birer numuneyi, örneği insanın yaratılış çamuruna koymuştur. İnsanda bulunan bu küçük numunelerin asılları alemlerde mevcuddur. Mesela insanın ruhu, ruhlar aleminden, hafızası levh-i mahfuzdan, hayali misal aleminden, cismi şehadet aleminden olması gibi.  

Hakikatte insan bütün alemlerden süzülerek yaratıldığı için bütün İLAHİ isimlere mazhardır. Ancak bu cümlede "yetmişten fazla isim zahirdir" demesi ilk anda hemen görülüveren, hatta tefekküre bile ihtiyaç duyulmadan herkesin bir çırpıda sayabileceği, az bir dikkatle görebileceği isimlerdir" anlamına gelmektedir. 

Evet, insana bakıldığında yaratılışındaki mükemmellik, güzellik, ahenk, sevgi, şefkat, hayat, ruh, irade, beş duyu organı, düşünme, doğum ve ölüm yani yaşamın sınırlı olması gibi bir çok özellikler hemen göze çarpar. İşte bunlar bir anda göze çarpan CEMİL, ADİL, VEDUD, RAHİM, ALÎM, BASÎR, SEMÎ', KADÎR, MUHYİ, MÜMİT, MÜRİD GİBİ isimleri hatıra getiriyor. 

Pencereler Risalesinde geçen yerin aslı şöyledir:

"Birinci Nokta: İnsan, üç cihetle esmâ-yı İlâhiyeye bir aynadır.

Birinci Vecih: Gecede zulmet, nasıl nûru gösterir. Öyle de, insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla, bir Kadîr-i Zülcelâl’in kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor ve hâkezâ… Pek çok evsâf-ı İlâhiyeye bu sûretle aynadârlık ediyor. Hatta hadsiz aczinde, nihâyetsiz za‘fında, hadsiz a‘dâsına karşı bir nokta-i istinâd aramakla, vicdan dâimâ Vâcibü’l-Vücûd’a bakar. Hem nihâyetsiz fakrında, nihâyetsiz hâcâtı içinde, nihâyetsiz maksadlara karşı bir nokta-i istimdâd aramaya mecbûr olduğundan, vicdan dâimâ o noktadan bir Ganiyy-i Rahîm’in dergâhına dayanır, duâ ile el açar. Demek her vicdanda şu nokta-i istinâd ve nokta-i istimdâd cihetinde iki küçükpencere, Kadîr-i Rahîm’in bârigâh-ı rahmetine açılır, her vakit onun ile bakabilir.

İkinci Vecih aynadârlık ise; insana verilen numûneler nev‘inden cüz’î ilim, kudret, basar, sem‘, mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyât ile; kâinât Mâlikinin ilmine ve kudretine, sem‘ ve basarına, hâkimiyet ve rubûbiyetine aynadârlık eder, onları anlar, bildirir. Meselâ, “Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum. Öyle de şu koca kâinât sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder.” Ve hâkezâ…

Üçüncü Vecih aynadârlık ise; insan, üstünde nakışları görünen esmâ-yı İlâhiyeye aynadârlık eder. Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfı’nın başında bir nebze îzâh edilen, insanın mâhiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyâde esmâ vardır. Meselâ, yaradılışından Sâni’, Hâlık ismini; ve hüsn-ü takvîminden Rahmân ve Rahîm isimlerini; ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Latîf isimlerini; ve hâkezâ… bütün a‘zâ ve âlâtı ile, cihâzât ve cevârihiyle, letâif ve ma‘neviyâtıyla, havâs ve hissiyâtıyla ayrı ayrı esmânın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmâda bir İsm-i A‘zam var; öyle de, o esmânın nukūşunda dahi bir nakş-ı a‘zam var ki, o da insandır."

 


Yorum Yap

Yorumlar