Osmanlıca Kastamonu Lahikasında sahife 192 de Üstad Hazretlerinin bir kaç ifadesi şöyle "ta imkana kadar yeni harfle, bir ihtarı manevi ile izin verdik." buyuruyor. Üstad hangi risalelerin latin harfiyle yazılmasına müsaade etmiştir? Bu mektubun az ilerisinde yirmi sene evvelki Türkçe ile şimdiki Türkçenin farklı olduğundan yeni Türkçe için bazı kelimatı arabiyede tasarruf edildi sizde öyle yapabilirsiniz" ifade etmiş. Risaleleri sadeleştirenler acaba bundan dolayımı sadeleştiriyorlar. Birde üstadımız kimlere bu hakkı vermiş. yani sizde böyle yapabilirsiniz derken kimleri kasd ediyor.
ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’IN RİSALELERİ SADELEŞTİRMEYE İZNİ VAR MI?
Bediüzzaman Hazretleri’nin Kastamonu Lâhikası’ndaki bir mektubunda yer alan; “Yirmi sene evvelki Türkçe ile şimdiki Türkçe’nin farklı olduğundan, yeni Türkçe için bazı kelimât-ı Arabiyede tasarruf edildi. Siz de öyle yapabilirsiniz. Risâle-i Nûr yirmi sene evvelki Türkçe ile konuşur. O zamanı görmeyen gençlere teshîlât olmak için bazı ta‘birâtı değiştirirseniz, iyi olur.”(1) ifadeleri ilk okunuşta sanki Risale-i Nur Külliyatı’nın sadeleştirilmesi için Hazret-i Üstad izin vermiş gibi anlaşılabilmektedir. Fakat işin aslı göründüğü gibi değildir. Çünkü evvelâ, yapılan işlem genel anlamda bir sadeleştirme değildir. Ve birkaç yönden hususi bir uygulamadır. Şöyle ki:
Sadeleştirme, bir kitabın dilinin ve üslubunun ağırlığı sebebiyle yeniden ele alınarak bütün cümlelerinin ve kelimelerinin yeniden yapılandırılmasıdır. Yani kitap baştan sona elden geçmekte ve günümüz ifadeleriyle, cümle ve kelime yapılarıyla yeni bir görünüme kavuşmaktadır. Bu yönden sadeleştirme işleminde, adeta hiçbir sınır yoktur. Lafızlar bir yana manaların dahi çok değişikliklere uğraması kaçınılmazdır.
Peki, Hazret-i Üstad’ın yukarıdaki ifadelerinde böyle bir sadeleştirmeden mi bahsedilmektedir? Elbette hayır! Çünkü yapılacak işlem için açık bir sınır çizilmiş ve asgarî bir tasarruftan bahsedilmiştir. O da “Bazı kelimât-ı Arabiyede tasarruf edildi. Siz de öyle yapabilirsiniz.” ifadesidir. Yani cümlelere dokunulmayacak yalnızca gençlerin anlamakta zorlanacağı bazı Arabî kelimelerin yerlerine Türkçe karşılıkları yazılacaktır. Yani metnin ana yapısı korunacak olan bir iş söz konusudur.
Burada ikinci bir sual daha önem kazanmaktadır. Peki, bütün Nur Külliyatı’nda geçen Arabî kelimelerin bu şekilde değiştirilmesine Üstad’ın bu ifadelerinden bir izin çıkar mı? Buna da verilecek cevab hayırdır. Çünkü Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin buradaki müsaadesi birkaç cihetle hususidir.
Birincisi: Sadece o mektubda isimleri sayılan beş risale içindir. Ki o risaleler Asayı Musa Mecmuası’ndaki hüccet-i imaniyelerden ilk beşidir. (Âyetü’l-Kübrâ, Lâ Şerike leh bahsi, Tabiat Risalesi, Adl İsmi ve Hakem İsmi…)
İkincisi: Lise talebeleri için hazırlanmış hususi bir çalışmaya münhasırdır.
Üçüncüsü: Latinceye ilk defa yapılan cüz’î bir çeviri içindir. Yani aslı Kur’ân harfleriyle –diğer bir tabirle Osmanlıca olarak- yazılmış olan Risale-i Nur Külliyatı’nda değil, Latin Harfleri’yle hem de daktilo ile yazılan ve matbaada basılmayacak olan yalnız birkaç risale içindir. Aynı mevzuyla alakadar diğer bir mektubda geçen şu ifadeler bunu açıkça gösteriyor: “Matbaacılara lüzûm yok. Hem mesleğimize muhâlif (zıt) yeni hurûfa (yeni harflere), Risale-i Nûr’un bir nevi müsâadesi hükmüne geçtiği için, lâzım değil. Sizler, el makinesiyle (daktiloyla) yazdığınız miktar yeter.”(2)
Dördüncüsü: Bizzat eserin müellifi Üstad Bediüzzaman tarafından yapılan ve o gün için müsaade ettiği bir çalışmayla sınırlıdır.
Görüldüğü gibi; yapılan işlem bir sadeleştirme değil ki sadeleştirilmeye bir fetva olsun! Hem umumî değil ki umum Nur Külliyatı’na tatbik edilebilsin!
Bununla birlikte Bediüzzaman Hazretleri’nin, Risale-i Nur üzerinde şerh ve izah dışında hiçbir tasarrufa rızası olmadığına dair pek çok beyanları sâdır olmuştur. Hayatta iken kendisine yapılan sadeleştirme tekliflerini kabul etmemiştir. Çünkü Risale-i Nur sıradan bir roman, hikâye, ya da basit bir ilmî çalışma değildir. Kur’ân’ın bu güne kadar yazılan en harika mânevî bir tefsiridir. Kelâm ilminde asırlardır beklenen tecdidi yenilenmeyi gerçekleştirmiş bir akaid ve kelâm ilmidir. En yüksek bir marifetullah dersidir. Üstelik ilhâmen yazılmış bir şaheserdir. Müellifi olan Üstad Bediüzzaman Hazretleri dahi, “Ben dahi böyle bir eseri kendi fikir ve ilmimle yapamam”(3) diye itiraf etmektedir. Böyle ilhamî bir şaheserin sadeleştirme adı altında dönüştürülmesine nasıl izin verilebilir? Hususan kasden fakirleştirilmiş günümüz Türkçesi’yle yapılacak bir sadeleştirmenin Risale-i Nur gibi bir şahesere büyük zararlar vereceği muhakkaktır. Pek çok kıymetli manalar uçar, yanlışlar girer, edebi zenginliği söner, Müellif Hazretlerinin üsluba yansıyan ihlâsı ve orijinalinden gelen kuvvetli tesir zedelenir.
Yukarıda geçtiği gibi, Üstad Hazretleri risalelerin şerh ve izah edilmesine izin verirken, bunun dışında bir şeye rızası olmadığına 29. Mektubun 6. Kısmında şöyle işaret etmiştir:
“Bu dürûs-u Kur’âniyenin (Kur’ân derslerinin) dairesi içinde olanlar, allâme (büyük âlim) ve müctehidler de olsalar, vazifeleri ulûm-u imaniye (iman ilimleri) cihetinde yalnız yazılan şu Sözler'in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir.”(4)
Şerhin manası, ilmî bir kitabın cümlelerinin birer birer ele alınıp izah edilmesidir. Cümle aynen yazılacak ve altına ne manaya geldiğinin açıklaması yapılacaktır. Bu ise hiçbir zaman o risalenin yerine geçmeyeceği ve -doğrusuyla yanlışıyla- yalnız şerh edeni bağlayacağı ve orijinal cümle de orada yer alacağı için eserin aslına zarar veremeyeceği açıktır. Şerh yolu her zaman mümkün, hem en zararsız, hem de insanların asıl muhtaç olduğu çalışma şekli iken “sadeleştirme” üzerinde ısrar etmeyi iyi niyetle izah etmek zordur. Böylelerin yaklaşımları, aynen İmam-ı Azam Ebû Hanife Hazretleri’nin “Fâtiha’nın aslını bilmeyenlerin ve İslâm diyarına uzakta yaşayanların Farsçasını okuyabileceklerine” dair fetvasını namaz, ezan ve her türlü ibadetin Türkçe olarak yapılabileceği manasına çekenlerin yaptığına benzemektedir. Bu saptırma kıyas yoluyla Türkiye’de ezan ve kamet -1932’den 50’ye kadar 18 sene boyunca- Türkçe olarak okutulmuş ve insanlar günde beş defa ezanın ruhları doyuran mübarek kelimatını işitmekten mahrum edilmişlerdir. Bediüzzaman Hazretleri’nin 29. Mektub’un 7. Kısmı’nda beş yönden hususi olduğunu ve Türkçe’ye ve başka dillere genişletilemeyeceğini ispat ettiği İmam-ı Azam’ın fetvasını o gün hususilikten çıkarmaya çalışanlar gibi, bu günde birkaç Risale için verilen hususi bir tasarrufu sadeleştirme manasına çekip umum külliyata tatbik edilebileceğini düşünenler benzer bir kıyas hatasını yapmaktadırlar.
Son olarak: Risale-i Nur bu milletin yalnız imanını değil, yıkılmaya çalışılan bütün değerlerini korumaktadır. Dinini, imanını koruduğu gibi, yazısını da, hatta konuştuğu dilini de korumaktadır. Risale-i Nur'un sahip olduğu çok zengin Türkçe'den istifade etmek ve dilimizi zenginleştirmek imkânı varken tersine bir yol açmaya çalışmak, yani sadeleştirme adı altında Risale-i Nur'un dilini fakirleştirmek çok çok büyük bir hata olur. Bu gün risaleler sayesinde, milyonlarca insanın, Risale-i Nur'u ve “Osmanlıca” denilen edebî zengin Türkçemizi anlar ve kullanabilir bir durumda olması da aslının korunmasının ne kadar mühim olduğunu göstermektedir.
(1) Kastamonu Lâhikası, s. 192
(2) Kastamonu Lâhikası, s. 290
(3) Bkz. Kastamonu Lâhikası, s. 210
(4) Mektubat, s. 312