Yaratılış sıralaması nasıldır? Bir de Allah Teala bizleri yaratmadan önce insanı yaratacağını biliyor muydu? Çünkü bazı kaynaklarda ilk yaratılan peygamberimizin nurudur deniliyor. O zaman nasıl insanlar cinlerden sonra yaratılmış oluyor?
Cenab-ı Hakk’ın ilk yaratıığı şey Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v) nurudur.
Bir hadis-i şerife göre Abdullah bin Câbir (r.a.) Sevgili Peygamberimize (s.a.v) şu suali yönlendirmişti;
“Yâ Resûlallah, Allah'ın her şeyden evvel yarattığı şey nedir, bana söyler misin?"
Rasul-ü Ekrem (s.a.v) cevaben;
"Her şeyden evvel senin Peygamberinin nûrunu, kendi nurundan yarattı. Nur, Allah'ın kudreti ile dilediği gibi gezerdi. O zaman ne Levh-i Mahfuz, ne kalem, ne Cennet, ne Cehennem, ne melek, ne semâ, ne arz, ne güneş, ne ay, ne insan ve ne de cin vardı.[1] Allah mahlukları yaratmak istediği vakit, bu nuru dört parçaya ayırdı. Birinci parçasından kalemi, ikinci parçasından Levhi (Levh-i Mahfuz), üçüncü parçasından Arş'ı yarattı. Dördüncü parçayı ayrıca dört parçaya böldü: Birinci parçadan Hamele-i Arşı (Arşın taşıyıcılarını), ikinci parçadan Kürsi'yi, üçüncü parçadan diğer melekleri yarattı. Dördüncü kısmı tekrar dört parçaya böldü: Birinci parçadan gökleri, ikinci parçadan yerleri, üçüncü parçadan cennet ve cehennemi yarattı. Sonra dördüncü parçayı yine dörde böldü: Birinci parçadan müminlerin basiret nurunu / iman şuurunu, ikinci parçadan -mârifetullahtan ibaret olan- kalplerinin nurunu, üçüncü parçadan tevhitten ibaret olan ünsiyet nurunu (La ilahe illallah Muhammedur-Resulüllah nurunu) yarattı."[2]
Bunu destekleyen bir kudsi hadiste şöyledir; "Seni kendi nurumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım.”[3]
Yukarıdaki hadisten anlaşılacağı üzere ilk yaratılan şey Efendimizin (s.a.v) nurudur. Ondan sırasıyla kalem, Levh-i Mahfuz, Arş, Hamele melekleri, Kursî, diğer melekler, cennet ve cehennem vd. şeklinde devam etmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri de Efendimiz’in (s.a.v) nurunun kâinatın çekirdeği, fatihası, başlangıcı olduğunu şöyle ifade etmiştir;
“Nasıl ki nûr-u Muhammedî (asm) ve hakîkat-i Ahmediye, dîvân-ı nübüvvetin hem Fâtiha’sı, hem hâtimesidir.”[4]
"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitab nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebîr, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur..."[5]
Ey müstemi‘! Şu acîb kâinât-ı azîme, bir insanın cüz’î mâhiyetinden halk olunmasını istib‘âd etme. Bir nevi‘ âlem gibi olan muazzam çam ağacını, buğday tanesi kadar bir çekirdekten halk eden Kadîr-i Zülcelâl, şu kâinâtı Nûr-u Muhammedî’den (asm) nasıl halketmesin veya edemesin?”[6]
Nur-u Muhammedî’den sonra ilk yaratılan şeyin ne olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir.[7] Ondan sonra ilk yaratılan şeyin kalem olduğu ile ilgili bir rivayette şöyledir;
Ubâde b. Es-Sâmit (R.A.)’ten Hz. Peygamberin (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: `Allah’ın ilk yarattığı şey Kalem’dir. (Kalem’i yaratınca Allah Teala ona) `Yaz’ buyurdu. Kalem, `Ne yazayım?’ dedi. Allah Teala, `Her şeyin miktarını/kaderini yaz’ buyurdu.
Yine başka bir rivayette de Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) "Allah'ın ilk yaratığı şey kalemdir."[8] buyurmuştur.
Ayrıca; “Allah Teala, gökleri ve yeri yaratmadan elli bin sene önce mahlûkatın takdiratını tayin buyurdu. O vakit Arş su üzerindeydi”[9] hadisinden hareketle Nur-u Muhammedî’den sonra ilk yaratılan şeyin “Arş” veya “su” olduğu da söylenmiştir.
Hasılı; yaratılan ilk şey Hz. Muhammed’in (s.a.v) nurudur. Ulema bu konuda ittifak etmiştir. Daha sonra mahlukat onun nurundan yaratılmıştır. Onun nurundan sonra yaratılan ilk şeyin ne olduğu hususunda ihtilaf vardır. Kalem, Levh-i Mahfuz, arş ve su o mübarek nurdan sonra yaratılan şeylerdir ancak öncelik sıralamasında âlimler ihtilaf etmişlerdir. Bunlardan sonra melekler, bitkiler, hayvanlar ve insanlar yaratılmıştır.
Cinlerin insanlardan önce yaratılması bu hakikate zıt değildir. Zira hadislerde belirtilen Efendimiz'in (s.a.v) bedeni değil nurudur. Efendimizin (s.a.v) nurundan ise diğer varlıklar yaratılmıştır. Cinler de Efendimizin (s.a.v) nurundan sonra yaratılmıştır. Bu Allah'ın ezeli ilmi ve Allah'ın zamandan münezzeh olması kaidesiyle daha iyi anlaşılır. Ayrıca Aliyy'ül Kari, el-Mevlid-i Revi fi'l Mevlid-i Nebevi adlı eserinde bu konu ile ilgili İmam Subkî'den şöyle bir alıntı yapmıştır;
"O’nun hakikatini, O’nun nübüvvetine elverişli/hazır şekilde yaratmış ve bu vasfı o hakikate nüfuz ettirmiştir. Efendimiz (s.a.v) bu şekilde nebi olmuş ve ismi Arş’a yazılmıştır. Allah Teala O’nun, yüce katındaki değerini kendilerine bildirmek için meleklerine ve başkalarına O’nun risaletini haber vermiştir. Şu halde her ne kadar nübüvvetle muttasıf mübarek bedeni daha sonra var edilmiş ise de, Efendimiz (s.a.v)’in hakikati o vakit mevcut idi. O’nun hakikatinin, ilahî hazretten kendisine bahşedilen o yüce vasıflara sahip olması, o vakit hâsıl olmuş bir durumdu. Peygamber olarak gönderilişi ve tebliğ, O’nun mübarek bedeninin –ki tebliğ vazifesi bedeninin var edilişiyle hâsıl olacaktır– tekâmülünün tamamlanması için geriye bırakılmıştır. O’na Allah Teala cihetinden bahşedilen ve mübarek zatının ve hakikatinin (nübüvvete) elverişli/hazır olması cihetinden sahip olduğu özelliklerin tamamı önceden verilmiştir; bunlarda daha sonraya bırakılan herhangi bir husus yoktur. Aynı şekilde O’nun ‘nübüvvet’ vasfına hazır olması, kendisine kitap, hüküm ve nübüvvet verilmesi de böyledir. Sonraya bırakılansa O’nun tekevvünü ve dünyaya gelene kadar (atalarının sulbünde nesilden nesile) nakledilişidir… Allah Teala bu yüce mevkii, O’na, hiç şüphesiz O’nu var ettikten sonra da dilediği gibi verebilirdi. Şüphe yok ki Allah Teala, olan her şeyi ezelde bilmektedir. Bizler O’nun bu ilmini, aklî ve şer’î deliller vasıtasıyla biliyoruz. İnsanlar bu ilmin konusu olan şey zuhur ettiğinde, Hz. Peygamber (s.a.v)’in nübüvvetini, Cibril (a.s.) kendisine ilk vahyi getirdiği zaman kendilerine ulaşan bilgi vasıtasıyla bildiler. Bu, Allah Teala’nın malumatı cümlesinden olarak, kendisiyle muttasıf bir mahalde kudretinin, iradesinin ve ihtiyarının eserlerinden biri olarak işlediği fiillerden bir fiildir.”
[1] Kastalanî, Mevahibü'l-Ledünniye, c. 1, s. 7
[2] Aclunî, Kefü'l-Hafa, I, 265-266
[3] Ahmed, Müsned IV-127; Hâkim, Müstedrek, II-600/4175;
[4] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.208
[5] Bediüzzaman Said Nursi, Mesnev-i Nuriyye, s.111
[6] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 260
[7] Ebubekir Sifil, Levlake Rivayeti ve Nur-u Muhammedî Meselesi; bkz; https://ebubekirsifil.com/gazete-yazilari/levlake-rivayeti-ve-nur-u-muhammedi-meselesi-6/
[8] Tirmizî, Tefsiru Sureti 68; Ebû Dâvud, Sünnet, 17/4700. İbn Hacer, 6/289
[9] Buharî, Bedul-ahlak, 1