Soru

Yakîn-i Şuhûdî Nedir? / 29. Söz

29. Söz Melaike bahsinde geçen "Yakin-i şuhudîden" kasıt nedir?

“Hem hiç mümkün müdür ki, şu ehl-i edyânın bu icmâ‘-ı azîmin senedi, bir hads-i kat‘î olmasın? Bir yakîn-i şuhûdî olmasın? Hem hiç mümkün müdür ki, o hads-i kat‘î, o yakîn-i şuhûdî hadsiz emârelerden ve o emâreler hadsiz müşâhedât vâkıalarından ve o müşâhedât vâkıaları şeksiz ve şübhesiz, mebâdî-i zarûriyeye istinâd etmesin?” Bu kısmı izah eder misiniz?

Tarih: 20.11.2024 19:21:41

Cevap

Yakîn; bir nesneyi,  bir bilgiyi,  şek ve şüphesiz olarak doğru bir itikatla bilmeye denir.
Yakîn, burhan ve delillerle elde edilen ilme denir. Yakîn, “O şey şöyledir” diye öyle i’tikaddır ki başka türlü olması mümkün değildir. Bu i’tikad vakıa mutabık ve yok olması imkânsız bir i’tikaddır. Bediüzzaman Hazretlerine göre yakîn, vakıaya uygun şüphesiz bilmek anlamındadır.

Tasavvufta yakîn, müşahede ve mükâşefe anlamında kullanılmaktadır. Bediüzzaman Hazretlerinin yakîn-i şuhudî ifadesini bu minvalde kullanmaktadır. Bu mükâşefe (Meydana çıkarma, açık, görünür, bilinir duruma getirme, âşikâr etme) ise üç şekilde gerçekleşir:

1-Kıyamet gününde gerçekleri göz ile görmektir.

2-Dünyada iman hakikatlerini kalb gözüyle görmektir.

3-Peygamber mucizeleri, evliya kerametleri ve onlara olan icabetler ile kudreti gösteren delilleri görmektir.

Bahsettiğiniz cümlelerin geçtiği yer ve benzer ifadeleri şöyledir;

“Hem hiç mümkün müdür ki, o hads-i kat‘î (kesin, doğru anlayış), o yakîn-i şuhûdî (görmeye dayalı kesin bilgi) hadsiz emârelerden (sayısız delillerden) ve o emâreler (deliller) hadsiz müşâhedât vâkıalarından (sayısız melaikeyi görme hadisesinden) ve o müşâhedât vâkıaları (sayısız melaikeyi görme hadisesinden) şeksiz ve şübhesiz, mebâdî-i zarûriyeye (kesin, kat’i zaruri bilgiye) istinâd etmesin (dayanmasın)? Öyle ise, şu ehl-i edyândaki (din sahipleri) i‘tikādât-ı umûmiyenin (genel, kabul görmüş inancın) sebebi ve senedi, tevâtür-ü ma‘nevî (yalan olmasına imkan vermeyecek kadar kişinin aynı konu üzerinde ittiffak etmeleri) kuvvetini ifade eden pek çok kerrât (defalar) ile melâike müşâhedelerinden (melekleri görmelerinden) ve rûhânîlerin rü’yetlerinden (ruhani varlıkları görmelerinden) hâsıl olan mebâdî-i zaruriyedir (kesin bilgidir), esâsât-ı kat‘iyedir (kesin bir esastır, temeldir).[1]

“Kezalik, beşerin akaidine (insanın inancına) karışıp hiçbir zamanda, hiçbir inkılâpta itirazlara maruz kalmayarak devam eden melâike itikadının (meleklere imanın) bir hakikate, bir asla dayanmaması ve mebâdi-i zaruriyeden tevellüd etmemesi (kat’i, kesin, zaruri bir delilden ortaya çıkmaması) muhaldir (imkansızdır). … Evet, bu itikad-ı umumînin (genel, kabul görmüş inancın) sebebi, kat'î bir surette manevî bir tevatür kuvvetini veren, pek çok defalar vukua gelen melâikenin müşahedelerinden hasıl olan zarurî ve kat'î delil ve emarelerdir. Çünkü melâike meselesi, beşerin malûmat-ı yakîniyesindendir (şüpheye yer olmayan kesin bilgi). Eğer bunda şüphe olursa, beşerin yakîniyatında (kesin olarak bildiği şeylere) emniyet (güven) kalmaz.”[2]

Hem Sözler’de hem de İşaret’ül İ’caz’da geçen Üstadımızın ifadelerinin izahları kısaca şöyledir;

Meleklere iman meselesi insanlığın her devrinde, büyük değişim ve inkilablara rağmen sarsılmadan bu zamana kadar gelmiştir. Böylesine büyük bir inanç meselesinde hiçbir inkilabın, hiçbir gelişim ve ilerlemenin, hiçbir değişim ve dönüşümün bu itikadı sarsmamasının sebebi bir hakikate, bir temele dayanmaması ve kesin, kat’i, zarurî bilgilerden ortaya çıkmaması mümkün değildir. Nitekim bu itikadın genel bir kabul görmesine sebep olan 124 bin enbiyanın ve 124 milyon evliya, ârif, muhakkik, âlim zâtların pek çok defalar melekler ve ruhani varlıklarla görüşmesi, onları görmeleri ve bunları bildirmeleri kesin kat’i sarsılmaz bir delil ve emaredir. Öyle bir kesin ve kat’ilik vardır ki tevatür derecesine ulaşmıştır. Tamamının yalan söylemeleri mümkün olmayacak kadar büyük bir peygamber topluluğu ve evliya, ârif, âlim, kemâl sahibi zatların ve araştırmacıların, derin bilgi sahiplerinin bulunduğu kalabalık bir topluluk; meleklerin varlıklarını kimi zaman görmeleriyle kimi zaman da değişik birçok delil ve burhanlarıyla delillendirerek haber vermişlerdir.

Ayrıca meleklere iman meselesi çok sağlam delillere dayanmış, çokça kabul görmüş, umum insanların kesin bir surette inandığı bir meseledir. Eğer böylesine kesin bir bilgide dahi bir şüphe olsa insanlığın inandığı, kesin bildiği hiçbir bilgiye artık inanılamaz, güven kalmaz.


[1] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 189

[2] Bediüzzaman Said Nursî, İşararetül İcaz, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 248


Yorum Yap

Yorumlar