Bahsettiğiniz hadise, gerek tarih gerekse tefsir kaynaklarında Kehf Sûresi’nin nüzûl (iniş) sebebi olarak şöyle aktarılır:
Müslümanların sayısının artması üzerine müşrikler, Resûlullah’ın peygamber olup olmadığını araştırmak için Nadr b. Hâris ile Utbe b. Muayt’ı Medîne’deki Yahudi âlimlerine gönderip onlara şu tâlimatı vermişlerdi: “Muhammed’in durumunu sorup vasıflarını ve söylediklerini anlatın; onlar kitap ehlidir, peygamberler hakkında bizim bilmediklerimizi bilirler.” Bu iki kişi Medîne’ye giderek meseleyi Yahudi âlimlerine anlattılar. Âlimler de, “Muhammed’e (sav) geçmiş çağlarda mağaraya sığınmış gençleri, dünyanın doğusunu ve batısını dolaşmış olan adamı ve rûhun ne olduğunu sorun. Eğer bunları size bildirirse o bir peygamberdir, ona uyun; aksi takdirde bir falcıdır, istediğinizi yapabilirsiniz.” dediler. Nadr ile arkadaşı Mekke’ye dönüp bunları Hz. Peygamber’e sordular. O da, “Sorularınıza yarın cevap veririm.” dedi. Fakat “inşâallah” demesi gerekirken bunu ihmal ettiği için o günden itibaren on beş gün vahiy gelmedi. Bunun üzerine Mekke halkı, “Muhammed bize ‘Sorularınıza yarın cevap veririm.’ demişti; ancak on beş gün geçtiği hâlde hâlâ cevap vermedi.” diyerek dedikoduya başladı. Hz. Peygamber vahyin gecikmesi sırasında iyice bunaldığı bir sırada Cebrâil, söz konusu soruların cevabını içeren Kehf Sûresi ile İsrâ Sûresi’nin 85. âyetini getirdi.1
İlgili olay hadîs-i şerîflerde şöyle geçmektedir:
İbn Abbas (r.a.)’tan rivayete göre şöyle demiştir:
Kureyşliler Yahudilere, “Bize bazı şeyler söyleyin ki şu adama (Muhammed’e) soralım.” dediler. Yahudiler de, “Ona ruhtan sorun.” dediler. Bunun üzerine Mekkeli müşrik Kureyşliler Peygamber’e ruhtan sordular. Bunun üzerine Allah, İsrâ Sûresi 85. âyeti indirdi: “Sana ruhtan, yani insanın ruhu, Cebrâil, vahyin gelişi ve Kur’ân’ın Allah’tan gelişi hakkında soruyorlar; de ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindedir; bu konuda size pek az bilgi verilmiştir.’”2
Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Medîne’de bir ekin tarlasında Peygamber (s.a.v.) ile birlikte yürümekte idim. Resûlullah (s.a.v.), hurma ağacından bir değneğe dayanıyordu. Derken Yahudilerden bir gruba uğradı. Onlardan bir kısmı “Keşke ona bir şeyler sorsak.” derken, bir kısmı da “Ona bir şeyler sormayın; hoşlanmadığımız şeyleri size söyleyebilir.” dediler. Sonra o Yahudiler “Ey Ebü’l-Kâsım, bize ruhtan bahset.” dediler. Peygamber (s.a.v.) bir süre ayakta durdu, başını kaldırdı; anladım ki kendisine vahiy gelmektedir. Vahiy bitince Resûlullah (s.a.v.) şöyle dedi: “Sana ruhtan, yani insanın ruhu, Cebrâil, vahyin gelişi ve Kur’ân’ın Allah’tan gelişi hakkında soruyorlar; de ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindedir. Bu konuda size pek az bilgi verilmiştir.’”3
Mekkeli müşriklerin, Medineli Yahudilerden Peygamber Efendimizin (sav) nübüvvetini sınamak maksadıyla bazı sorular sordukları; gerek Kur’ân-ı Kerîm’deki ifadelerden, gerek hadis-i şeriflerden, gerekse tarih ve tefsir kaynaklarımızdaki ifadelerden anlıyoruz ki bu gerçek bir olaydır. Burada tek kafa karıştıran husus, “Ruh” sorusunun cevabı olan âyetin hem Mekke’de hem de Medine’de nâzil olduğuna dair rivayetlerin bulunmasıdır. Bu mesele üç şekilde izah edilebilir:
1) Söz konusu âyet hem Mekke’de hem de Medine’de tekrar nâzil olmuştur.
2) Ruh sorusu ile ilgili âyet Mekke’de nâzil olduğu hâlde, soru yeniden sorulunca Peygamberimiz (sav) Rabbinden farklı bir beyan gelme ihtimaline binaen vahyi beklemiştir.
3) Mekkeli müşriklerin sordukları sorular arasında “Ruh” meselesi yoktur; rivayetlerde hatalı olarak bu şekilde yer almıştır.
İbn Âşûr, XV, 242-244
Tirmizi, Hadîs no, 3140
Tirmizi, Hadîs no, 3140

