Soru

Üstad Bediüzzamanın Demokrasiye Bakışı

Bediüzzaman hazretlerinin Demokrasiye karşı tutumu nasıldır?

Tarih: 4.09.2020 18:09:21
Okunma: 1668

Cevap

Bediüzzaman Said Nursi ve Demokrasi

Üstadın “Demokrasi” hakkındaki görüşünü anlamaya çalışırken, öncelikle demokrasinin genel olarak ne demek olduğunu bilmemiz gerekmektedir.

DEMOKRASİ: yun. (Demos: Halk; Kratia: İdare, iktidar) Halk iktidarına dayanan hükümet şekli. Devlet iktidarını elinde bulunduranların, halkın çoğunluğunun iradesiyle seçildiği hükümet şeklidir.

Tatbikatı üç şekildir:

1- Vasıtasız hükümet şekli: Halk, devlet iktidar ve hâkimiyetini vasıtasız olarak kullanır. Kanunları kendisi yapar, suçluları kendisi muhakeme eder, idareyi kendisi yürütür. Bu usul ancak küçük cemiyetlerde tatbik imkânına sahiptir.

2- Yarı vasıtasız hükümet şekli: Halk re'yi ile temsilciler meclisi seçilir. Meclisin çıkardığı kanunların tatbik edilebilmesi için halkın re'yine başvurulması (referandum) şarttır.

3- Temsil hükümet şekli: Cumhuriyet. Halk seçim yolu ile hâkimiyet ve iktidarı, belli bir zaman için seçtiği temsilciler meclisine devreder. İktidarı halk adına meclisler kullanır.

Demokrasinin temsil şekli olan cumhuriyetin de üç ayrı tatbik şekli vardır.

1-Meclis hükümeti sistemi: Hükümet, meclis iradesiyle teşekkül eder. Eğer hükümet meclisin itimadını kaybederse meclis tarafından düşürülür.

2- Parlamenter hükümet sistemi: Hükümetle, meclis, belli ölçüler içinde birbirine karşı müstakildir.

3- Başkanlık hükümeti sistemi: Hükümet başkanını halk seçer. Başkan, hükümet üyelerini kendisi tâyin eder ve kendisi azleder.

Üstad Bediüzzaman’ın demokrasiye yüklediği anlam ile Avrupalıların bu kavrama yükledikleri anlam aynı değildir. İstibdadın karşısında olan ve İslamiyet çerçevesindeki hürriyete her zaman taraftar olmuştur. Üstad Bediüzzaman hazretleri kendini dindar bir cumhuriyetçi olarak tanımlamıştır. Cumhuriyeti ise Raşid halifeler olan dört halife dönemindeki gibi olmasını savunmuştur. Yani esas olan insanların kendi heva ve hevesleri değil Kuran ve sünnet çerçevesinde, şeriat temelinde olan bir cumhuriyet anlayışını savunmuştur. Bununla birlikte Bediüzzaman hazretleri Laiklik adı altında dine ve dindarlara zarar veren birçok uygulamalara da karşı çıkmıştır.

Demokrasi kavramının devletler tarafından tatbik edilmeye başladığı dönemde tüm din ve inançlara karşı bir özgürlük ve hürriyetlerinin tanınması üzerine bina edilmiştir. Üstadımız da o dönemdeki insanların zihnindeki özgürlük ve hürriyet kavramının, şeriatte ve islamiyette de olduğunu beyan etmiştir. Ve üstadımız istibdadın olmadığı özgürlük ve hürriyetin olduğu demokrasinin bu yönünü eleştirmemiştir. Fakat bir fark var ki, özgürlük ve hürriyetin demokrasi çatısı altında değil, İslamiyetin çatısı altında olması gerektiğinin söylemiştir. Çünkü diğer devletler, demokrasi ile İslam dahil olmak üzere tüm dinlere eşit yaklaşılacağını iddia etmiştir. Dikkat edilirse diğer devletlerde, özgürlük ve hürriyeti tesis eden çatı kuruluş İslamiyet değil demokrasinin kendisidir. Üstadımız ise farklı din ve inanışların güvencesi ve özgürlüğünün İslamiyet eliyle tesis edilmesinin arzu etmiştir. İslam çatı olmak şartıyla, o çatının altındaki farklı din mensuplarına hoşgörü ile yaklaşılmasını, din ve inançlarına baskı yapılmamasını Kur’an ve sünnetten yola çıkarak beyan etmiştir.

Demokraside bazı hukuki sınırlandırmalar ve ceza sistemleri olmakla beraber Allah’ın haram kıldığı birçok şeyi de meşru görüp serbestlik tanımıştır. Nefse tanınan güya bu sınırsız özgürlük, insan iradesini doğru yoldan çıkartarak birçok yanlışın içine düşmesine sebep olmuştur. Demokrasi ile kendini özgür sanan insanlar, aslında nefislerinin kölesi olmuştur. Halbuki gerçek özgürlük, Allahın koyduğu kurallara uyarak O’na tam bir kul olmak ile gerçekleşir. İslamiyet bu noktadan insanların hem dünya hem de ebedi hayatlarının saadeti için bazı sınırlandırmalar getirmiştir. Örneğin, toplumu, aileleri ve nesilleri paramparça eden içki, zina, kumar, faiz demokraside hürriyet adı altında serbest iken İslamiyet, insanlığın selameti ve huzuru için bunları yasaklamıştır. Gerçek özgürlük insanın her istediğini yapması değil, kendisine emanet olarak verilen bu hayatı ve vücudu onun sahibi olan Rabbinin arzu ve isteğine göre kullanması gerekmektedir. İşte Bediüzzamanın, İslamiyet, hürriyet, cumhuriyet ve demokrasiye bakış tarzının özeti budur.

Ey hürriyet-i şer’î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sadâ ile çağırıyorsun. Benim gibi bir şarklıyı tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasa idin, ben ve umum millet zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömrü ebedî ile tebşir ediyorum. Eğer aynü’l-hayat Şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o Cennette neşv ü nema bulsan, bu millet-i mazlûmenin de eski zamana nisbeten bin derece terakki edeceğini müjde veriyorum. (Divan-ı Harb-i Örfî, Hürriyete Hitap)

Üstadımız, İslamiyetteki gerçek hürriyete kapı aralayacak meşrutiyet gibi bazı siyasi adımları, eksikliklerine rağmen desteklemiştir.  

Risale-i Nurda bu konu ile bazı yerler aşağıdadır:

“Hâkimiyet-i milliyenin beraet-ı istihlâli olan kanun-u şer’î hazin-i cennet gibi bizi duhule davet ediyor. Ey mazlum ihvan-ı vatan! Gidelim, dahil olalım.”

 “Zira meşrûtiyet hâkimiyeti millettir. Hükümet hizmetkârdır. Meşrûtiyet doğru olursa, kaymakam ve vali reis değil belki ücretli hizmetkârlardır. Meşrûtiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdadın esası, kuvvet şahısta olur.” (Münâzarât)

“Asya’nın ve âlem-i İslâm’ın istikbalde terakkisinin birinci kapısı meşrûtiyeti meşrûa ve şeriat dairesindeki hürriyettir.”

İşte, meşrûtiyet âyet-i kerîmelerinin tecellîsidir ve meşveret-i şer’iyedir. O vücud-u nûrânînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi mârifettir, lisânı muhabbettir, aklı kânundur, şahıs değildir. (Mesnevî-i Nuriye)

"Asıl şeriatın meslek-i hakikîsi, hakikat-ı meşrutiyet-i meşruadır." Demek meşrutiyeti, delail-i şer'iye ile kabul ettim. Başka medeniyetçiler gibi, taklidî ve hilaf-ı şeriat telakki etmedim. (Divan-ı Harb-i Örfi)

Meşrutiyet(O zamana göre Cumhuriyet’e işarettir.) ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. On üç asır evvel şeriat-ı garrâ teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâma büyük bir cinayettir. Ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir. Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa, istibdat tevzi olunmuş olur. http://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat/images/books/div/b437.gif hâkim ve âmir-i vicdanî olmalı. O da mârifet-i tam ve medeniyet-i âm veyahut din-i İslâm namıyla olmalı. Yoksa istibdat daima hükümferma olacaktır.
İttifak hüdâdadır, hevâ ve heveste değil.
İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar. Herşey hür oldu; şeriat da hürdür, meşrutiyet de. (Divan-ı Harb-i Örfi, Hakikat)


…Bu inkılab, doğurduğu hürriyeti, eğer meşveret-i şer’iyenin terbiyesine verse, bu milletin eski satvet ve kuvvetini ihya edecektir. (Divan-ı Harb-i Örfî, ss. 73-82.)
 

Sonuç itibariyle eğer demokrasi, her türlü özgürlüğü savunuyorsa Bediüzzaman hazretleri buna karşıdır. Çünkü Allah'ın yasakladığı bir çok sapkınlık ta özgürlük adı altında serbest oluyorsa bunu hiçbir zaman kabul etmemiştir.


Yorum Yap

Yorumlar