Ülfetin hayatımızda çok büyük tahribatı var. Bizler bu ülfete karşı nasıl kendimizi muhafaza eder, ruhtaki heyacan ve cevelanımzı nasıl diri tutabilriz? Bununla ilgili Risale-i Nur'dan nasıl istifade edebiliriz?
Ülfetin biri olumlu diğeri olumsuz iki manası vardır. Olumlu manası alışmak, dostluk kurmak manalarına gelir.
Sizin kasdettiğiniz ise olumsuz manası olan, bir şeylere fazlasıyla alışarak onlardaki bazı incelikleri ve bazı kıymetleri göremez hale gelmektir. Risale-i Nur'da bu manadaki ülfet hakkında şu izahlar var:
"İnsanları fikren dalalete atan sebeblerden biri; ülfeti, ilim telakki etmeleridir. Yani melufları olan (önceden beri alışageldikleri) şeyleri kendilerince malûm bilirler. Hattâ ülfet dolayısıyla âdiyata (sıradan zannettikleri şeylere) teemmül edip (dikkatle düşünüp) ehemmiyet vermezler.
Halbuki ülfetlerinden dolayı malûm zannettikleri o âdi şeyler, birer hârika ve birer mu'cize-i kudret oldukları halde, ülfet saikasıyla (yönlendirmesiyle) onları teemmüle, dikkate almıyorlar; tâ onların fevkinde (üstünde) olan tecelliyat-ı seyyaleye (akıp duran tecellilere) im'an-ı nazar edebilsinler (dikkatle bakabilsinler).
Bunların meseli (hâli) deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanata ve sair garib hâlâtına (hallerine) bakmayarak, yalnız rüzgâr ile husule gelen (oluşan) dalgalara ve şemsin şuaatından (güneşin ışıklarından) peyda olan parıltısına dikkat etmekle Mâlik-ül Bihar (denizlerin sahibi) olan Allah'ın azametine (büyüklüğüne) delil getiren adamın meseli (hâli) gibidir." (Mesnevî-i Nuriye)
"İnsanların arza (dünyaya) ait malûmat ve müsellemat-ı bedihiyatları (çok açık zannettikleri şeyler) ülfete mebnîdir (alışkanlık üzerine kurulmuştur).
Ülfet ise, cehl-i mürekkeb (bilmediği halde bildiğini zannetmek) üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikate bakılırsa zannettikleri ilim, cehildir. Bu sırra binaendir ki, Kur'an âyetleriyle insanların nazarını melufatları olan (alışık oldukları) şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler (yıldızlar) gibi ülfet perdesini deler atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havarik-ul âdât (adetleri yırtan) mu'cizeleri o âdiyat (sıradan şeyler) içerisinde gösterir." (Mesnevî-i Nuriye)
"...Ülfet ve âdet ve yeknesaklık (monotonluk) perdeleri altında çok hârika hakikatler gizleniyor gördüm. Bilhassa ehl-i gaflet ve ehl-i tabiat ve felsefenin dinsiz kısmı, bu âdetullah kanunlarının (yaradılış kanunlarının) perdesi altında çok mu'cizat-ı kudret-i İlahiyeyi (Allah'ın kudret mucizelerini) görmeyip; dağ gibi bir hakikatı, zerre gibi bir âdi esbaba (sebeblere) isnad eder, yükletir. Kadîr-i Mutlak'ın, her şeydeki marifet (Allah'ı tanıma) yolunu seddeder (kapatır). Ondaki nimetleri kör olup görmeyerek, şükür ve hamd kapısını kapıyorlar." (Emirdağ Lahikası)
Bu izahlardan da anlaşıldığı gibi ülfet, insanı, etrafındaki Allah'ın harika eserlerini göremez ve elinde bulunan nimetlerin kıymetini bilemez hale getirir.
Ülfetin kırılması ise, yukarıda da geçtiği gibi etrafımızda sıradan zannettiğimiz şeylerdeki harikalıkları ve onlardaki kıymet ve nimet yönlerini derinlemesine düşünüp tefekkür etmekle olur.
Risale-i Nur'daki bütün dersler bu ülfeti kırmaya yöneliktir. Risale-i Nur'daki bu hikmetli dersleri bol bol mütefekkirane okumak ülfeti kırmak için en güzel çaredir.
İhlas Risalesi'ndeki ihlası kazandıran iki sebeb de hem ihlası kazandıracak, hem de ülfetleri dağıtacak en güzel iki yoldur:
1- Ölümü çok düşünmek.
2- Allah'ın sanatları üzerinde bolca tefekkürde bulunmak, yani ibret almak için derin derin düşünmektir.
Kısacası ülfeti kırmanın yolu tefekkürden geçer.
Sualinizin sonundaki şevkle çalışmak için Münazarat Risalesi'nin sonunda şu kısa reçetelere yer verilmiştir:
"Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir (bineğidir). İşte himmetiniz (çalışma gayretiniz) şevke binip mübareze-i hayat (hayat mücadelesi) meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedid olan yeis (ümitsizlik) rast gelir. Kuvve-i maneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı (Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz -Zümer, 53-) kılıncını istimal ediniz (kullanınız).
Sonra müzahametsiz (çekişmesiz) olan hakkın hizmetinin yerini zabteden meyl-üt tefevvuk istibdadı (başkasına üstün gelmek meylinin baskısı) hücuma başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür. Siz (Allah için olunuz) hakikatını o düşmana gönderiniz.
Sonra da ilel-i müteselsiledeki (birbirine bağlı sebeblerdeki) terettübü (sıralamayı) atlamakla müşevveş eden (karıştıran) aculiyet (acelecilik) çıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz, (Sabredin, direnin, yığınak yapın -Al-i İmran, 200-)'ı siper ediniz.
Sonra da, medenî-i bittab' (medeni yaratılışlı) olduğundan ebna-yı cinsinin (hem cinslerinin) hukukunu muhafazaya ve hakkını onlar içinde aramağa mükellef olan insanın âmâlini (arzularını) dağıtan fikr-i infiradî ve tasavvur-u şahsî (yalnız kendini düşünme) karşı çıkar. Siz de, (İnsanların en hayırlısı onlara en faydalı olandır) olan mücahid-i âlîhimmeti (yüce fedakârı) mübarezesine (çarpışmaya) çıkarınız.
Sonra başkasının tekâsülünden (tembelliğinden) görenek fırsat bulup ve hücum edip belini kırar. Siz de (başkasının dalaleti sizin hidayetinize zarar vermez) olan hısn-ı hasîni (sağlam kaleyi) himmete melce (sığınak) ediniz.
Sonra da acz ve nefsin itimadsızlığından (kendine güvenememekten) neş'et eden (ortaya çıkan) tefviz ve işi birbirine bırakmak olan düşman-ı gaddar geliyor. Himmetin elini tutup oturtturur. Siz de (Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül etsinler -İbrahim, 12-) olan hakikat-ı şahikayı (zirve hakikati) üzerine çıkarınız. Tâ o düşmanın eli o himmetin dâmenine yetişmesin.
Sonra Allah'ın vazifesine müdahale etmek olan dinsiz düşman gelir; himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder. Siz de (Emredildiğin gibi dosdoğru ol. -Hud, 112- Efendine emreder vaziyete girme-) olan kâr-aşina (kazançlı) ve vazifeşinas (vazifesine düşkün) olan hakikatı gönderiniz. Tâ onun haddini bildirsin.
Sonra umum meşakkatın anası ve umum rezaletin yuvası olan meylürrahat (rahat arzusu) geliyor. Himmeti kaydeder (zincirler), zindan-ı sefalete atar. Siz de (İnsana çalıştığından başkası yoktur -Necm, 39-) olan mücahid-i âlîcenabı o cellad-ı sehhara (sihirbaza) gönderiniz. Evet size meşakkatta büyük rahat var. Zira fıtratı müteheyyic olan insanın rahatı, yalnız sa'y ve cidaldedir (çalışma ve mücadelededir)." (Münazarat)