Soru

Türkler ve Araplar Arasında Muharebe

"İçinizde Arab olmayan milletlerin çoğalması yakındır. Onlar sizin mallarınızı yiyecekler ve boyunlarınızı vuracaklar" Hadis-i şerifini tarihi anlatımıyla izah eder misiniz?

Tarih: 22.03.2022 15:07:44
Okunma: 538

Cevap

Doğrudan soruda geçen bir hadis bulamadık. Ancak aşağıda kaynakları zikredilen hadis benzer manayı ifade etmektedir.  Hadiste ifade edilen olaylar tarihi birer vaka olarak gerçekleşmiştir.

وَيْلٌ لِلْعَرَبِ مِن شَرٍّ قَدِ اقْتَرَبَ  (Yaklaşmakta olan bir şerden vay Arapların haline!)[1] deyip, Cengiz ve Hülâgu'nun dehşetli fitnelerini ve Arab Devlet-i Abbasiyesini mahvedeceklerini haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.[2]

“Cengiz Han, kendisine karşı çıkanları, teslim olmamakta direnenleri çocukları, kabileleri ve şehirleriyle birlikte ortadan kaldırırdı. Çağdaşı olan İbnü’l-Esîr, Hz. Âdem’den o zamana kadar insanlığın mâruz kaldığı en büyük felâketin Moğol istilâsı olduğunu söyler ve, “Keşke annem beni doğurmasaydı da tüyler ürpertici zulüm ve katliamları görmeseydim!” der. Cengiz Han’ın orduları istilâ ettikleri İslâm ülkelerinde taş üstünde taş bırakmadılar. Kadın ve çocuklar dahil herkesi vahşice öldürdüler. Moğol askerleri, İslâm kültür ve medeniyetinin en önemli merkezlerini de tahrip ettiler. Camiler ahır olarak kullanıldı. Hârizmşahlar’ın ülkesi baştan başa viraneye çevrildi. XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde meydana gelen bu olaylardan bir asır sonra bölgeyi gezen seyyahlar, Moğol istilâ ve tahribatının izlerine rastladıklarını söylerler. Moğollar’ın İslâm kültür ve medeniyet eserlerini tahribe yönelik harekâtı, Cengiz Han’dan sonra Hülâgû ve diğer ahfadı tarafından da devam ettirilmiş, çok sayıda müslüman katledilmiş, cami, medrese ve kütüphaneler yakılıp yıkılmıştır.”[3]

“Rivayete göre Hülâgû Alamut Kalesi’ne saldırmadan önce 653’te (1255) Abbâsî Halifesi Müsta‘sım-Billâh’tan bu harekât için asker göndermesini istedi; ancak halife, bunun Bağdat’ın müdafaasını zayıflatmak amacına yönelik bir taktik olduğunu düşünerek elçiye olumlu cevap vermedi. Alamut’un zaptından sonra Hülâgû halifeye ikinci bir mektup daha yollayıp şehrin surlarını yıkmasını, hendekleri doldurmasını ve idareyi oğluna bırakıp bizzat huzuruna gelmesini istedi. Halifenin bu teklifi de reddetmesi üzerine Hülâgû, üçüncü bir mektupla Tanrı’nın dünyayı idare etme görevini Cengiz Han’a ve onun soyuna tevdi ettiğini bildirerek halifeyi şiddetle azarladı. Halife ise mektubunda Mengü Han’la ve kendisiyle dost olduğunu, elçilerin getirdiği haberlere inanmadığını ve eğer Bağdat’a karşı harekete geçecek olursa başına büyük felâketler geleceğini bildirdi. Bu cevap üzerine Hülâgû 9 Rebîülevvel 655’te (27 Mart 1257) Hemedan’dan Bağdat’a hareket etti ve sağ kanat, sol kanat, merkez olmak üzere üçe ayırdığı ordusuyla şehri çepeçevre kuşattı. Daha önce yakınlarını, ailesini ve hazinesini yanına alıp bir gemiyle Basra’ya kaçması teklifini nasıl olsa kendisine dokunulmayacağını düşünerek reddeden Halife Müsta‘sım 4 Safer 656’da (10 Şubat 1258) kayıtsız şartsız teslim oldu; fakat bir süre üç oğluyla birlikte Bâbülkelvâzâ’da hapsedildikten sonra işkenceyle öldürüldü. Moğollar, çeşitli rivayetlere göre şehri 7, 30, 34 veya 40 gün süreyle yağma ve tahrip ederken halkı da kılıçtan geçirdiler. Yanan eserler arasında Halife Camii, Mûsâ Kâzım’ın türbesi ve Rusâfe’deki halife mezarları da vardı. Halifeden hazinelerini sakladığı yeri işkenceyle öğrenen Hülâgû bunları ele geçirerek Urmiye gölünün ortasındaki Şâhî (Şahu) adasına yaptırdığı kaleye göndermiş, şehirden ayrılmadan önce de Halife Camii ile Mûsâ Kâzım’ın türbesinin ve yıkılan diğer bazı binaların onarılmasını emretmiştir.

Kaynaklarda Bağdat’ta kılıçtan geçirilen halkın sayısı hakkında 800.000’den 2.300.000’e kadar değişen rakamlar verilmektedir (Özdemir, s. 200). Halife Müsta‘sım’ın öldürülmesi ve Hülâgû’yu Bağdat’ı istilâya teşvik ettiği söylenen Abbâsî Veziri İbnü’l-Alkamî ile ilgili olarak da farklı rivayetler vardır (a.g.e., s. 202 vd., 207 vd.). Bağdat’ın işgali ve Abbâsî halifeliğine son verilmesi İslâm tarihi ve medeniyeti açısından bir dönüm noktası olmuştur. Burada tarihte eşine az rastlanır bir katliam yapılmış, cesetlerden yayılan kokular Hülâgû’yu dahi şehirden uzaklaşmak zorunda bırakmıştır. Cami ve kütüphaneler tahrip edilmiş, kitaplar Dicle’ye atılmış, nehir günlerce mürekkep renginde akmıştır. Bu istilâ, sadece Bağdat için değil bütün İslâm dünyası için bir felâket olmuştur. Bu tarihten itibaren İslâm medeniyetinin duraklamaya ve gerilemeye başladığı görülür.”[4]

 

[1] Buharî, “Fiten”, 4.

[2] Zülfikar: 239.

[3] Mustafa Kafalı, “Cengiz Han”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1993), 7: 368-369.

[4] Abdülkadir Yuvalı, “Hülâgû”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1998), 18: 473-474.

 


Yorum Yap

Yorumlar