RİSALE-İ NUR

12.07.2025

40

"Yazılan Sözler, tasavvur değil, tasdîktir. Teslîm değil, îmândır. Ma‘rifet değil, şehâdettir, şuhûddur. Taklîd değil, tahkîktir. İltizâm değil, iz‘ândır. Tasavvuf değil, hakîkattir. Da‘vâ değil, da‘vâ içinde burhândır."

Barla Lahikası'nda (s. 13) geçen bu cümlenin her bir kısmını izah eder misiniz?

* *

*** ***

20.07.2025 tarihinde sordu.

Cevap

Konuyla ilgili paragraf şu şekildedir:

"Benden suâl ediyorsun. “Neden senin Kur’ân’dan yazdığın Sözler’de bir kuvvet, bir te’sîr var ki, müfessirlerin ve âriflerin sözlerinde nâdiren bulunur? Bazen bir satırda bir sahîfe kadar kuvvet var. Bir sahîfede bir kitap kadar te’sîr bulunuyor.”

Elcevab: Şeref, i‘câz-ı Kur’ân’a âit olduğundan ve bana âit olmadığından, bilâ-pervâ derim: Ekseriyet i‘tibâriyle öyledir. Çünkü yazılan Sözler, tasavvur değil, tasdîktir. Teslîm değil, îmândır. Ma‘rifet değil, şehâdettir, şuhûddur. Taklîd değil, tahkîktir. İltizâm değil, iz‘ândır. Tasavvuf değil, hakîkattir. Da‘vâ değil, da‘vâ içinde burhândır."1 

Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki, Risale-i Nur, bir Kur'ân tefsiridir. Risale-i Nur'da gözüken her türlü meziyet, harikalık ve güzellik evvela Kur'ân'a aittir. Şimdi metinde geçen cümleleri tek tek ele alalım:

Yazılan Sözler tasavvur değil, tasdîktir.

"Olay, nesne ve varlıklar hakkında edinilen bilginin insan zihninde fark­lı mertebeleri / evreleri bulunmaktadır. İnsan hem bu mertebeleri hem de onlar hakkında verdiği hükümleri karıştırmaktadır. Edinilen bilgi zihinde öncelikle hayal edilmektedir. Hayalin ise bir sınırı yoktur. Âdeta olay ve nesnelerin bir ön izlemesi gibidir. Bundan dolayıdır ki gerçek dünyada olmayan çok şeyler hayalde mümkün olur. Bu aşamaya hayal etme yani TAHAYYÜL denmektedir.

Sonra hayal edilen o ilim/bilgi zihin tarafından tasarlanır ve şekillendirilir. Âdeta zihin hayal edilen bu bilginin bir fotoğrafını çizer. Hayal edilen manalar, tasavvur sayesinde bir şekle girer. Belirsizlikten kurtulur. Sınırları bellidir. Diğer şeylerden farklı olduğu açıktır. Buna tasarım, zihinde şekillendirme yani TASAVVUR denmektedir.

Bundan sonra zihin, çizdiği bu şeklin, suretin, resmin ne olduğu ve ne olmadığı hakkında fikir yürütür. Edindiği bilgi hakkında tefekkür etmeye başlar. Anlamaya çalışır. Özelliklerini ortaya çıkarır. Bu mertebeye anlamak, akıl erdirmek yani TAAKKUL denmektedir.

Bu aşamadan sonra zihin artık şekillendirdiği ve fikir yürüttüğü bu bilgi hakkında bir hükme varır. Bir kanaat belirtir. Zihin, edindiği bilgi için “Böyledir, şöyledir, iyidir, kötüdür, hayırdır, şerdir, yararlıdır veya zararlıdır” diyerek bir hüküm koyar. Bu hüküm koyma işi zihnin bir faaliyetidir. Yani zihinsel bir hükümdür. Kalbin tasdik etmesinden farklıdır. Zihnin doğrulaması veya yanlışlamasıdır. Hz. Peygamberin (sav) “el-Emin” olduğunu zihnen tasdik eden fakat kalbiyle tasdik etmeyip müşrik kaldıkları örneğinde olduğu gibidir. Bu sayede zihin konuyu/bilgiyi idrak eder. Bu aşamaya TASDİK denmektedir.

Tahayyül-tasavvur-taakkul aşamasında zihin herhangi bir hükme varmaz. Kurduğu cümlelerde “dır, dir”ler yoktur. Hüküm ancak tasdik aşamasında bulunmaktadır. Yalnızca hayal etme, tasarlama, ne olduğu veya olmadığı hakkında düşünmekten ibarettir. Bundan dolayıdır ki bir tasdik söz konusu olmadığından bu aşamalarda insan sorumlu değildir.

Zihin, verdiği bu hükümden sonra yani tasdik aşamasından sonra bilgiyi iyice benimsemeye çalışır. Bu aşamaya boyun eğmek, kabullenmek, anlayış, kavrayış yani İZ’ÂN denir.

Daha sonra zihin benimsediği bu ilim/bilgi vasıtasıyla başka bilgilere de ulaşır. Bu ilim/bilgiyi kendi hakkında lüzumlu görür. Bu aşamasına ise İLTİZAM denir.

Zihin iltizam aşamasından sonra artık bu ilim/bilgi hakkındaki muhalif tüm delilleri çürütür. İlim/bilgi hakkında en küçük bir tereddüdü kalmaz. Artık zihnin o ilim/bilgi hakkında kesin, kat’î bir idraki vardır. Bu aşamaya İTİKÂD denir.

Hz. Üstada göre ilmin/bilginin zihindeki bu aşamaları hakkında varılacak farklı hükümler bulunmaktadır. Bu hükümleri karıştırmanın yanlış olduğunu ifade etmektedir. Zira hükümleri karıştırılan ilmin/bilginin insan hayatını son derece olumsuz etkileyebilecek bir özelliği bulunmaktadır. Denilebilir ki vesvesenin kaynağı bu aşamalar hakkındaki hükümlerin karıştırılmasıdır. Şimdi edinilen ve zihinde farklı aşamaları bulunan ilmin/bilginin hakkındaki hükümleri açıklamaya çalışalım.

İlmin/bilginin tahayyül edilme evresinde, zihin eğer bunun bir hayal aşaması olduğunu bilmezse birçok safsatalara (saçmalıklara) düşebilir. Zira birçok saçmalıklar hayal edebilir. Öyle ise hayal edilen bir şey eğer tetkik, tahkik ve delile dayanmıyorsa onun safsatadan ibaret bir hüküm taşıdığını unutmamak gerekir.

İlmin/bilginin tasavvur aşamasında her ne kadar bir resim, fotoğraf, şekil, tasarım varsa da zihnin tasdikinden uzaktır. Bu şekillendirilmiş ve sınırları belirlenmiş olan bilgi tasdiklenmemiştir. Yargıdan mahrumdur. Bundan dolayı “Neden böyle kötü şeyler canlandırıyorum. Hayal ediyorum. Bu zihnimdeki tasarımlardan nasıl kurtulabilirim?” gibi benzeri kuruntular, insanı endişeye düşürmemelidir. Çünkü bu aşamada zihin için herhangi bir tasdik etme söz konusu değildir. Unutulmamalıdır ki bu aşamada zihin bî-behre yani tasarımları hakkında bir yargıya varmamıştır. Bu tasarımlar hükme varılmamış görüntülerdir."2  

Demek zihin dünyamızda bir fikrin, bir düşüncenin ortaya çıkmasından itibaren şöyle bir seyir vardır:

Tahayyül, tasavvur, taakkul, tasdik, iz'ân, iltizam, i'tikad.

Hazreti Üstad; tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, nasıl ki tasdîk ve iz‘ân değiller diyor. Çünkü tasavvur aşamasındaki bir fikir, bir hüküm ifade etmez, zihin tarafından henüz onaylanmamıştır. Fakat tasdik aşamasında ilgili fikrin ayakları yere basmaktadır. Ve bu zihin tarafından doğrulanmış bir fikirdir. Hatta geçmiş enbiya, evliya, asfiya ve ulema tarafından musaddaktır (tasdik edilmiştir.)

"...her biri da‘vâsını, mu‘cizâtlarına istinâd eden bütün enbiyâ ve kerâmetlerine i‘timâd eden bütün evliyâ tasdîk edip, imza ediyorlar. Zîrâ o Peygamberimiz Aleyhisselâtü Vesselâm لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ der, da‘vâ eder. Bütün sağ ve sol, yani mâzî ve müstakbel taraflarında saf tutan o nûrânî zâkirler aynı kelimeyi tekrar ederek, icmâ‘ ederek, ma‘nen صَدَقْتَ وَبِالْحَقِّ نَطَقْتَ derler. Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesapsız imzalarla te’yîd edilen bir müddeâya parmak karıştırsın?"3 

Teslîm değil, îmândır.

Eskiden teslimiyet kuvvetli idi. Büyük zatların delilsiz sözleri dahi kabul görürdü. Böylece ehli iman, imanını muhafaza ederdi. Şimdi ise fen ve felsefeden gelen dalalet, imanın esaslarına saldırıyor ve akıllara şek ve şüphe tohumu atıyor. Böyle bir zamanda iman esaslarını delilleriyle ortaya koymak lazımdır. İşte Risale-i Nur böyle tahkiki bir imanı ders veriyor.

Ma‘rifet değil, şehâdettir, şuhûddur.

Marifet, keşif ve ilham yoluyla kavrama, gerçeği bilme şeklinde tarif edilmiştir.4 Risale-i Nur ise şuhud derecesinde adetâ görüyormuşçasına kuvvetli delillerle iman hakikatlerini ispat etmektedir. Bu konuda ispat yöntemi olarak Kur'ân'ın temsil metodunu kullanması çok etkili olmuştur. Akla uzak görünen hakikatlerin anlaşılması temsil dürbünü sayesinde kolaylaşmıştır. Mesela, melâikenin ispatı konusunda şöyle diyebiliriz: Hayata bu kadar önem verip her tarafı canlılarla dolduran Allah, elbette gökleri boş bırakmamıştır. Oralarda yaşayabilecek, varlıklarıyla oraları şenlendirecek melekleri yaratmıştır.

Taklîd değil, tahkîktir.

Tahkik, "Bir şeyin doğru olduğunu ortaya çıkarma, hakîkatini anlayıp bilme" olarak tarif edilmiştir.5 

Demek yazılan Risalelerden maksat, önceki kitapların yazdıklarını taklit edip tekrar etmek değil; iman esaslarını yeni bir tarz ile delilli, bürhanlı bir şekilde ele alıp bu hakikatleri muhtaç gönüllere ulaştırmaktır.

Bediüzzaman Hazretleri telif ettiği 33. Mektup Pencereler Risalesi ile ilgili şu notu düşer:

"...îmânı olmayanı inşâallâh îmâna getirir. Îmânı zayıf olanın îmânını kuvvetleştirir. Îmânı kavî ve taklîdî olanın îmânını tahkîkî yapar. Îmânı tahkîkî olanın îmânını genişlendirir. Îmânı geniş olana, bütün kemâlât-ı hakîkiyenin medârı ve esası olan ma‘rifetullâhda terakkıyât verir. Daha nûrânî, daha parlak manzaraları açar."6 

Üstad Bediüzzaman Hazretleri âlim talebelerinden Sabri Efendi'ye der ki;

"ilm-i kelâm dersini benden almak arzu etmişsiniz. Zaten o dersi alıyorsunuz. Yazdığınız umum Sözler, o nûrlu ve hakîkî ilm-i kelâmın dersleridir. İmâm-ı Rabbânî gibi bazı kudsî muhakkikler demişler ki: “Âhirzamanda ilm-i kelâmı, yani ehl-i hak mezhebi olan mesâil-i îmâniye-i kelâmiyeyi, biri

si öyle bir sûrette beyân edecek ki, umum ehl-i keşif ve tarîkatin fevkınde, o nûrların neşrine sebebiyet verecektir.”7 

İltizâm değil, iz‘ândır.

"İltizâm aşamasında zihin edindiği ilmi/bilgiyi kendisi için lüzumlu gördüğünden ona taassub göstererek sımsıkı sarılır. Onu bırakmak istemez.

İz’ân aşamasında zihin, edindiği ilmi/bilgiyi iyice benimsediğinden ona imtisâl etmek yani gereğiyle amel etme ve uyma ihtiyacı hisseder. Yerine getirme gayreti gösterir. Demek oluyor ki insan iyice benimsediği bilgilerin gereğini yapma konusunda heyecan duymaktadır."8 

Risale-i Nur'da anlatılan hakikatler sadece bir İslam taraftarlığı ürünü değil aynı zamanda hak ve hakikati kalp ile kabul ve tasdiktir. Şöyle ki,

"İslâmiyet iltizâmdır. Îmân iz‘ândır. Ta‘bîr-i diğerle, İslâmiyet, hakka tarafgîrlik ve teslîm ve inkıyâddır. Îmân ise, hakkı kabul ve tasdîktir.

Eskide bazı dinsizleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye şiddetli tarafgîrlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette hakkın iltizâmıyla İslâmiyet’e mazhar idi. Dinsiz bir müslüman denilirdi. Sonra bazı mü’minleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye tarafgîrlik göstermiyorlar, iltizâm etmiyorlar. Gayr-i müslim bir mü’min ta‘bîrine mazhar oluyorlar. Acaba İslâmiyetsiz îmân medâr-ı necât olabilir mi?

Elcevab: Îmânsız İslâmiyet sebeb-i necât olmadığı gibi, İslâmiyetsiz îmân da medâr-ı necât olamaz. فَلِلّٰهِ الْحَمْدُ وَالْمِنَّةُ Kur’ân’ın i‘câz-ı ma‘nevîsinin feyziyle Risâle-i Nûr mîzânları, dîn-i İslâm’ın ve hakāik-i Kur’âniyenin meyvelerini ve neticelerini öyle bir tarzda göstermişlerdir ki, dinsiz dahi onları anlasa, tarafdâr olmamak kābil değil. Hem îmân ve İslâm’ın delil ve burhânlarını o derece kuvvetli göstermişlerdir ki, gayr-i müslim dahi anlasa, her halde tasdîk edecektir. Gayr-i müslim kaldığı halde îmân eder."9 

Tasavvuf değil, hakîkattir.

Tasavvuf, hakikate ulaştıran bir yoldur. Fakat usulü farklıdır. Bu konuda Üstad Bediüzzaman şöyle der:

"Eğer derseniz: Şeyhler bazen işimize karışıyorlar. Sana da bazen şeyh derler. Ben de derim: Hey efendiler! Ben şeyh değilim. Ben hocayım. Buna delil, dört senedir buradayım. Bir tek adama tarîkat verseydim, şüpheye hakkınız olurdu. Belki yanıma gelen herkese demişim: Îmân lâzım, İslâmiyet lâzım, tarîkat zamanı değil."10 

Da‘vâ değil, da‘vâ içinde burhândır.

Hazreti Üstad, büyük bir da'va adamıdır. Aynı zamanda Kur'ân'ın nuruyla da'vasını ispat eden bir İslam müdafisidir. Te'lif etttiği 17. Söz isimli risalede nazım tarzında şöyle der:

"Yerden göğe da‘vâ ederim, sen gibi kaçmam.

Ki Kur’ân’da hep da‘vâ nûrdan nûradır, sen gibi caymam.

Kur’ân’dadır hak hikmet, isbat ederim, felsefeyi beş para saymam."11 

Son olarak şu iktibas konunun daha iyi anlaşılması açısından faydalı olacaktır:

"...ilm-mantıkta kaziye-i makbûle ta‘bîr ettikleri, yani büyük zâtların delîlsiz sözlerini kabul etmektir. Mantıkça yakîn ve kat‘iyeti ifâde etmiyor. Belki zann-ı gālible kanâat verir. İlm-i mantıkta burhân-ı yakînî, hüsn-ü zanna ve makbûl şahıslara bakmıyor, cerhedilmez delîle bakar ki, bütün Risâle-i Nûr huccetleri, bu burhân-ı yakînî kısmındandır. Çünkü ehl-i velâyetin amel ve ibâdet ve sülûk ve riyâzetle gördüğü hakîkatlar ve perdeler arkasında müşâhede ettikleri hakāik-i îmâniye, aynen onlar gibi Risâle-i Nûr ibâdet yerinde, ilim içinde hakîkata bir yol açmış; ve sülûk ve evrâd yerinde, mantıkî burhânlarla ilmî huccetler içinde hakîkatü’l-hakāika yol açmış; ve ilm-i tasavvuf ve tarîkat yerinde, doğrudan doğruya İlm-i Kelâm içinde ve İlm-i Akîde ve Usûlü’d-Dîn içinde bir Velâyet-i Kübrâ yolunu açmış ki, bu asrın hakîkat ve tarîkat cereyânlarına galebe çalan felsefî dalâletlere galebe ediyor, meydândadır."12 

  1. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 256.

  2. https://irfanmektebi.com/icerik/dimagda-meratib-i-ilim-muhtelifedir-multebise-2

  3. Bediüzzaman Said Nursi, Zülfikar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2020, s. 321.

  4. https://lugatim.com/s/marifet

  5. https://lugatim.com/s/TAHK%C4%B0K

  6. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 380.

  7. Bediüzzaman Said Nursi, Barla Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2023, s. 362.

  8. https://irfanmektebi.com/icerik/dimagda-meratib-i-ilim-muhtelifedir-multebise-3

  9. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 25-26.

  10. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Hayrat Neşriyat, Isparta 2016, s. 53.

  11. Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 65.

  12. Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2024, c. 1, s. 125.


Paylaş

Facebook'ta paylaş

Whatsapp'da paylaş

Yorumlar (0)

Yorumunuz

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız