Tarikat ve hakikat arasındaki fark nedir? Meslekleri, gayeleri, şartları farklı mıdır? Ana hatlarıyla maddeler halinde sıralar mısınız?
Tasavvuf: Şirin, nuranî, neş'eli, ruhanî bir kudsi hakikattir. Marifet ve iman hakikatlerinin keşfedilmesi için miracın gölgesinde kalp ayağıyla ruhani bir seyirdir. Zevk ve hal ile Kur’anın ve imanın hakikatlerini müşahade etmektir.
İlahi zikir ve tefekkür bu seyrin anahtarıdır. İslamiyet’te kemale ermenin bir sırrı, ilahi nurlara nail olmanın bir sebebi, manevi ilerlemenin bir madeni, feyiz almanın bir menbaıdır.
Tasavvuf yolu çok kolay olmakla beraber çok müşkilâtlıdır, çok kısa olmakla beraber çok uzundur, çok kıymetli olmakla beraber çok tehlikelidir, çok geniş olmakla beraber çok dardır. İşte bu sırlar içindir ki; o yolda gidenler bazan boğulur, bazan zararlı düşer, bazan döner başkalarını yoldan çıkarır.
Bu yolda iki metod kullanılır. Seyr-i enfüsi ve seyri afaki. Seyr-i enfüsi: Kalbine bakar. Nefisten başlar. Benliği deler geçer. Hakikati bulur. Sonra dış aleme bakar. Her şeyi nurani görür. Nefsinde gördüğü hakikatleri dış alemde de görür. Bunun en önemli esası enaniyeti kırmak, hevayı terk etmek ve nefsi öldürmektir. İkinci yolda ise önce dış aleme bakar. İlahi isimlerin ve sıfatların tecellilerini görür. Sonra nefsine döner bakar. Küçük ölçekte o nurları kalbinde de görür. Aradığı maksada kavuşur.
Tasavvufun en mühim esası ihlastır. İhlası kazanmayan o yolda gezemez. En keskin kuvveti ise muhabbettir. Çünkü muhabbet sevgilisinde bahaneler aramaz. Kusurlarını görmek istemez.
Tasavvuf ve hakikat aracı olmaktan çıkmamalıdır. Gaye olmamalıdır. Maksud-ı bizzât hükmüne geçseler; o vakit şeriatın muhkematı ve ameliyatı ve Sünnet-i Seniyeye ittiba', resmî hükmünde kalır; kalb öteki tarafa müteveccih olur. Yani: Namazdan ziyade halka-i zikri düşünür; feraizden ziyade, evradına müncezib olur; kebairden kaçmaktan ziyade, âdâb-ı tarîkatın muhalefetinden kaçar. Halbuki muhkemat-ı şeriat olan farzların bir tanesine, evrad-ı tarîkat mukabil gelemez; yerini dolduramaz. Âdâb-ı tarîkat ve evrad-ı tasavvuf, o feraizin içindeki hakikî zevke medar-ı teselli olmalı, menşe olmamalı. Yani: Tekyesi, câmideki namazın zevkine ve ta'dil-i erkânına vesile olmalı; yoksa câmideki namazı çabuk resmî kılıp, hakikî zevkini ve kemalini tekyede bulmayı düşünen, hakikattan uzaklaşıyor.(Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 5 ve 29. Mektup)