Sünnet nedir?
Sünnet Peygamberimiz (sav) ’in yolu demektir. O’nun yaşayışı, emirleri, ahlakı Müslümanların takip etmesi gereken en güzel rehberlerdir. Genel manada sünnet, Peygamberimizin farz, vâcib ve nâfile ulan bütün uygulamalarını içine alırken; bazen de dar manada, farz ve vâcib dışında kalan uygulamaları kasdolunur. Mesela namazın sünnetleri gibi… Hâlbuki namaz geniş manada farzıyla, vacibiyle ve sünnetiyle onun bir sünnetidir.
Üstad Bediüzzaman, Sünnet-i Seniye Risalesinde, sünnetin kısımlarını şöyle tarif eder:
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyesinin menbaı (kaynağı) üçtür: Akvali, ef'ali, ahvalidir (sözleri, işleri, halleri).
Bu üç kısım dahi, üç kısımdır: Feraiz, nevafil, âdât-ı hasenesidir (farzlar, nafileler ve güzel âdetleri).
Farz ve vâcib kısmında ittibaa (uymaya) mecburiyet var; terkinde, azab ve ikab vardır. Herkes ona ittibaa mükelleftir.
Nevafil (nafileler) kısmında, emr-i istihbabî (müstehablık) ile yine ehl-i iman mükelleftir. Fakat terkinde azab ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibaında azîm (büyük) sevablar var ve tağyir ve tebdili (değiştirilmesi) bid'a ve dalalettir ve büyük hatadır.
Âdât-ı seniyesi ve harekât-ı müstahsenesi (ibadet dışı günlük âdet ve muameleleri) ise hikmeten, maslahaten (fayda ve lüzum yönünden), hayat-ı şahsiye ve nev'iye (şahsi ve aile hayatı) ve içtimaiye (toplum hayatı) itibariyle onu taklid ve ittiba etmek, gayet müstahsendir (güzeldir). Çünkü herbir hareket-i âdiyesinde (sıradan hareketinde), çok menfaat-ı hayatiye bulunduğu gibi, mutabaat etmekle (uymakla) o âdâb (edebler) ve âdetler, ibadet hükmüne geçer.
(…) o zâtın sünneti, harekâtı, iktida edilecek (uyulacak) en güzel nümunelerdir ve takib edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek (edinilecek) en muhkem (sağlam) kanunlardır.
Bahtiyar odur ki, bu ittiba-ı Sünnette (sünnete uymakta) hissesi ziyade ola.
Sünnete ittiba etmeyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme (büyük zarar); ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden (yalanlamayı hissettiren) tenkid ise, dalalet-i azîmedir (büyük bir haktan sapıştır).” (Lem’alar, 11. Lem’a)