Sünnet Peygamberimiz (sav) ’in yolu demektir. O’nun yaşayışı, emirleri, ahlakı Müslümanların takip etmesi gereken en güzel rehberlerdir. Genel manada sünnet, Peygamberimizin farz, vâcib ve nâfile ulan bütün uygulamalarını içine alırken; bazen de dar manada, farz ve vâcib dışında kalan uygulamaları kasdolunur. Mesela namazın sünnetleri gibi… Hâlbuki namaz geniş manada farzıyla, vacibiyle ve sünnetiyle onun bir sünnetidir.
Üstad Bediüzzaman, Sünnet-i Seniye Risalesinde, sünnetin kısımlarını şöyle tarif eder:
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyesinin menbaı (kaynağı) üçtür: Akvali, ef'ali, ahvalidir (sözleri, işleri, halleri).
Bu üç kısım dahi, üç kısımdır: Feraiz, nevafil, âdât-ı hasenesidir (farzlar, nafileler ve güzel âdetleri).
Farz ve vâcib kısmında ittibaa (uymaya) mecburiyet var; terkinde, azab ve ikab vardır. Herkes ona ittibaa mükelleftir.
Nevafil (nafileler) kısmında, emr-i istihbabî (müstehablık) ile yine ehl-i iman mükelleftir. Fakat terkinde azab ve ikab yoktur. Fiilinde ve ittibaında azîm (büyük) sevablar var ve tağyir ve tebdili (değiştirilmesi) bid'a ve dalalettir ve büyük hatadır.
Âdât-ı seniyesi ve harekât-ı müstahsenesi (ibadet dışı günlük âdet ve muameleleri) ise hikmeten, maslahaten (fayda ve lüzum yönünden), hayat-ı şahsiye ve nev'iye (şahsi ve aile hayatı) ve içtimaiye (toplum hayatı) itibariyle onu taklid ve ittiba etmek, gayet müstahsendir (güzeldir). Çünkü herbir hareket-i âdiyesinde (sıradan hareketinde), çok menfaat-ı hayatiye bulunduğu gibi, mutabaat etmekle (uymakla) o âdâb (edebler) ve âdetler, ibadet hükmüne geçer.
(…) o zâtın sünneti, harekâtı, iktida edilecek (uyulacak) en güzel nümunelerdir ve takib edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek (edinilecek) en muhkem (sağlam) kanunlardır.
Bahtiyar odur ki, bu ittiba-ı Sünnette (sünnete uymakta) hissesi ziyade ola.
Sünnete ittiba etmeyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme (büyük zarar); ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden (yalanlamayı hissettiren) tenkid ise, dalalet-i azîmedir (büyük bir haktan sapıştır).” (Lem’alar, 11. Lem’a)