SÜNNETİN TANIMI
Sözlükte “izlenen yol, yöntem, örnek alınan uygulama, örf ve gelenek” manalarındaki sünnet kelimesinin terim anlamı Resulullah’ın söz, fiil veya tasvipleri demektir.
Sünnet geniş manası ile Sevgili Peygamberimizin (sav) getirdiği ve yaptığı her şeyi içerisine almaktadır. Yani Allah’ın bütün emir ve yasakları da sünnetin bir çeşididir. Bu itibarla sünnet üç kısma ayrılmaktadır.
Birincisi namaz, oruç, zekât gibi farz olan ibadetlerdir. İkincisi ise vitir namazı, bayram namazları ve kurban ibadeti gibi vacip olanlardır. Farz ve vacip olan kısım muhkem, kuvvetli ve kesindir. Kur’ân’da hükmü sabittir. Hiçbir şekilde değiştirilmesine izin yoktur. Yerine getirilmesinde mecburiyet, terkinde ceza vardır. Bu emirler farz ve vacip olmakla beraber Sevgili Peygamberimizin (sav) getirdiği ve uyguladığı hükümler olması bakımından da sünnettirler.
SÜNNETİN KISIMLARI
1- Farz Olanlar: Birincisi namaz, oruç, zekât gibi farz olan ibadetlerdir.
2- Vacip Olanlar: İkincisi ise vitir namazı, bayram namazları ve kurban ibadeti gibi vacip olanlardır.
Farz ve vacip olan kısım muhkem, kuvvetli ve kesindir. Kur’ân’da hükmü sabittir. Hiçbir şekilde değiştirilmesine izin yoktur. Yerine getirilmesinde mecburiyet, terkinde ceza vardır. Bu emirler farz ve vacip olmakla beraber Sevgili Peygamberimizin (sav) getirdiği ve uyguladığı hükümler olması bakımından da sünnettirler.
3) Nafileler: Üçüncüsü de nafilelerdir. Nafileler de kendi içerisinde iki kısma ayrılır:
a) Farz ve vacip dışında kalan bütün ibadetler birinci kısım içerisinde değerlendirilmektedir. Farz namazlardan önce veya sonra kılınan sünnet namazları, teheccüd, duha, evvabin namazları, Ramazan dışında belirli günlerde oruç tutmak, umre yapmak, sadaka vermek, her gün yetmiş defa istiğfar etmek bu çeşit sünnetlerdendir. Bu çeşit sünnetlerin terkedilmesinde ceza yoktur. Bunları beğenmeyerek veya eksik görerek dinde olmayan yeni uygulamalarla değiştirmek ise bidattır, büyük günahtır.
b) Nafile sünnetlerin ikinci kısmı âdapla ilgili olanlardır. Sevgili Peygamberimizin (sav) şahsi hayatında, aile hayatında, sosyal hayatta uyguladığı ve onayladığı kurallardır. Âdabla ilgili sünnetleri terk eden kişi günahkâr olmasa da çok nurlardan ve feyizlerden mahrum kalır. Hakiki edepten istifade edemez. Sevgili Peygamberimizin (sav) yeme içme gibi âdab kısmından olan bu sünnetlerine kıymet verip riâyet eden kişi günlük, sıradan işlerini ibadete çevirir. Dolayısıyla çok büyük ecir ve sevaplar kazanır. [1]
SÜNNETE UYMAK İLE İLGİLİ ÂYETLER
Kur’ân, birçok ayet ile bize Sevgili Peygamberimizin (sav) sünnetine uymayı emretmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
“Kim peygambere itaat ederse, böylece muhakkak Allah’a itaat etmiş olur. Kim de (ondan) yüz çevirirse, zaten seni onların üzerine bir muhafız (bekçi olarak) göndermedik.” [2]
“Peygamber size ne verdiyse artık onu alın, size neyi de yasakladıysa ondan hemen kaçının. Allah’tan sakının.”[3]
“O hâlde kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar; Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kimselerle beraberdirler. Hem işte onlar, ne güzel arkadaştırlar!”[4]
“Rabbimiz! Onlara (neslimize) de içlerinden bir peygamber gönder ki kendilerine senin âyetlerini okusun ve kendilerine Kitâb’ı ve hikmeti (Kitabdaki hükümleri) öğretsin ve onları (günahlardan) temizlesin!”[5]
“Hem Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, artık ne mümin bir erkek ne de mümin bir kadın için (o hükme muhalif) işlerinde kendilerine (başka bir yolu) seçme hakkı yoktur! Ve her kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, artık muhakkak ki apaçık bir sapıklık ile dalâlete düşmüş olur.”[6]
“And olsun ki sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için Allah’ın Resûlünde güzel bir örnek vardır.”[7]
“Hem Allah’a ve peygambere itâat edin! Tâ ki merhamet olunasınız.”[8]
SÜNNETE UYMAK İLE İLGİLİ HADİSLER
Birçok hadiste Sevgili Peygamberimiz (sav), sünnete tabi olmanın önemini vurgulamıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
“Bana itaat eden Allah 'a itaat etmiş, bana isyan eden de Allah 'a isyan etmiş demektir. Bana itaat eden benim emrime uyan kimsedir.”[9]
“En güzel söz Allah'ın kitabı, en güzel yol Muhammed'in (sav) yoludur.” [10]
“Size, kendilerine sarıldığınız takdirde ebediyen sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Allah’ın Kitab’ı ve Nebî’sinin sünneti.” [11]
"Cibril, Hz. Peygamber'e Kur’ân'ı indirdiği gibi sünneti de indirirdi."[12]
“Kim bana itaat ederse Cennet’e girecektir, kim bana isyan ederse o yüz çevirmiştir.” [13]
"Şunu iyi biliniz ki bana Kur’ân-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de (sünnet) verilmiştir. Dikkatli olun koltuğuna kurulan tok bir adamın size, ‘Sadece şu Kur’ân lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter.’ diyeceği günler yakındır...” [14]
“Kim benim sünnetimi ihya ederse beni sevmiş olur. Beni seven de cennette benimle beraber olur.” [15]
ALLAH VE PEYGAMBER SEVGİSİ PEYGAMBER EFENDİMİZE (SAV) UYMAYI GEREKTİRİR
Sünnete uymanın ne kadar kıymetli ve gerekli olduğunu kesin bir ifade ile ilan eden ayetlerden bir tanesi de “De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”[16] ayetidir. Bu ayet harika bir tarzda az sözle çok şeyler ifade etmektedir. Eğer Allah’a sevginiz varsa Peygamber Efendimize (sav) uyulacak yani sünnetine tâbi olunacaktır. Eğer O’na (sav) uyulmazsa netice veriyor ki Allah’a sevginiz yoktur. Evet, Cenab-ı Hakk’a iman eden elbette ona itaat etmelidir. İtaat yolları içerisinde en makbulü, en doğrusu ve en kısası şüphesiz Sevgili Peygamberimizin (sav) gösterdiği ve takip ettiği yoldur, yani sünnet-i seniyyedir. Bir diğer ifadeyle şöyle denebilir: Eğer Allah’a imanınız varsa elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz öyleyse Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Onun sevdiği tarz ise Allah’ın sevdiği zattadır, ona benzeyeceksiniz. Ona benzemek ise ona uymaktır. Ne vakit ona uyarsanız Allah da sizi sevecektir.
Yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı üzere muhabbetullah (Allah sevgisi) sünnet-i seniyyeye uymayı gerekli kılmaktadır. Çünkü Allah’ı sevmek, onun rızasına uygun işleri yerine getirmekle olur. Allah’ı nasıl sevmemiz gerektiği ise en mükemmel bir şekilde Sevgili Peygamberimizin (sav) zatında ve yaşantısında görünmektedir.
Allah sevgisi peygambere uymayı gerektirdiği gibi peygamber sevgisi de sünnete uymayı gerektirmektedir. Sevgili Peygamberimiz (sav), Allah’ın insanlara sayısız ikram ve ihsanlarının en önemli bir sebebidir. Dolayısıyla Sevgili Peygamberimiz (sav), Cenab-ı Hak hesabına sonsuz bir sevgiye layıktır. İnsan ise sevdiği kişiye benzemek ister. İşte Sevgili Peygamberimizi (sav) sevenlerin veya sevdiğini iddia edenlerin, muhakkak O’nun (sav) sünnetine uymaları ve O’na benzemeye çalışmaları gerekmektedir.
Allah’ın sevgisini kazanmak da sünnete uygun hareket etmekle gerçekleşir. Zira Cenab-ı Hakk’ın sınırsız bir sevgisi vardır. Kâinatta yarattığı bütün sanatlı güzel varlıklarıyla, mükemmel ikram ve ihsanlarıyla bize kendini sevdirdiği gibi o sanatlarını ve nimetlerini seven akıl sahibi mahlukatı da sever. O’nun sevgisini kazanmak ise yukarıdaki ayetin manasından da anlaşılacağı üzere sünnete uymak ile mümkündür. Elbette bir Müslüman için Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanmak, en mühim bir vazife ve en büyük bir maksattır. Bunun yolu da Allah’ın kendisine “Habibim” (sevgilim) deyip iltifat ettiği zâta benzemeye çalışmaktan geçmektedir. Zira Allah’ın sevgisini tam anlamıyla kazanan ve Habibullah (Allah’ın sevgilisi) makamına çıkan en seçkin kul, elbette Resul-i Ekrem Efendimizdir (sav).[17]
SÜNNETE UYMANIN ÖNEMİ
Sevgili Peygamberimizin (sav) sünnetine tabi olup uymak her asırda, her dönemde çok kıymetli ve önemli olmuştur. Özellikle Kur’ân ve sünnetin beğenilmeyip yahut eksik görülüp bid’at denilen dinde olmayan şeylerle değiştirildiği zamanlarda, sünnete uymak daha da kıymetli ve değerlidir. Bilhassa ümmet-i Muhammed’in (sav) fesada düşüp manen bozulduğu, Kur’ân ve iman esaslarının unutulduğu ahir zamanda Sevgili Peygamberimizin (sav) sünnet-i seniyesine sımsıkı sarılmak ve uymak, çok daha değerli ve faziletlidir.
Peygamberimiz (sav) böylesine haramların ve günahların her tarafı kapladığı, bid’atların yaygınlaştığı ve sünnetin terk edildiği bir zamanda sünnetine tabi olanların yüz şehit sevabı kazanacağını müjdeli bir şekilde şöyle haber vermektedir:
“Fesad-ı ümmetim (ümmetin haktan uzaklaştığı) zamanında kim sünnetime sarılırsa ona yüz şehit sevabı vardır.” [18]
Özellikle bu dönemde sünnetin adap türünden bir kaidesine bile uymak kuvvetli bir takvayı ve sağlam bir imanı hissettirir. Çünkü sünnete uyan kişi doğrudan doğruya Resul-i Ekrem’i (sav) hatırlar ve onu örnek alır. O’na (sav) benzeme düşüncesi, kişiye tarifi mümkün olmayan bir huzur ve mutluluk verir.
Sevgili Peygamberimizin (sav) sünnetine uymak, aynı zamanda kişiye Cenab-ı Hakk’ı hatırlatır. Mesela yemek, içmek ve yatmak gibi günlük, sıradan işlerde kişi sünnete uyduğunda, doğrudan doğruya Sevgili Peygamberimiz (sav) aklına gelir. Sonra o sünnetin İslâm’ın bir edebi ve güzelliği olduğunu düşünür. Bu düşünceden de Peygamberimizi yüce Allah’ın terbiye ettiği fikrine intikal eder. O’nun (c.c.) huzurunda olduğu, bizi daima gördüğü, gizli aşikâr her hareketimizi bildiği aklına gelir. Kalbiyle Allah’a yönelerek manevi bir huzur ve feyiz alıp makbul bir ibadet sevabı kazanır.
Sünnete uymak Sevgili Peygamberimizi (sav) ve Allah’ı hatırlatmakla beraber; yemek, içmek, yatmak ve yürümek gibi en sıradan hareketlerin ibadete dönüşmesine; kişinin manevi zevk ve feyiz almasına, kalbinin nurlarla dolmasına, bütün ömrünün bereketli ve sevaplı geçmesine sebep olur. Bu sırra binaen, Sevgili Peygamberimizin (sav) sünnetine uymayı kendine âdet haline getiren, âdetlerini ibadete çevirir. Böylece sıradan işler ibadete dönüşür.[19]
Sünnet-i seniyye iffet, edep ve güzel ahlakın kaynağıdır. Evet, sünnetin hiçbir meselesi, hiçbir esası yoktur ki altında bir nur, bir edep, bir güzel ahlak bulunmasın. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (sav); “Beni Rabbim edeplendirdi, bunu ne güzel yaptı.”[20] buyurmaktadır. Gerçekten de Sevgili Peygamberimizin (sav) hayatına dikkat edildiğinde, Cenab-ı Hakk’ın edebin bütün çeşitlerini Peygamberimize (sav) en yüksek seviyede ihsan ettiği görülecektir. Doğruluk, güvenilirlik, adalet, sabır, haya, şükür, affedicilik, tevazu, iktisat, kanaat ve yardımseverlik gibi onlarca güzel huy Peygamberimizde (sav) toplanmıştır. Demek ki onun sünnetini terk eden edebi ve güzel ahlakı terk etmiş olur. Edebi terk eden de Allah’ın rahmetinden mahrum kalarak telafisi mümkün olmayan çok büyük bir zarara düşer.
Sünnet-i seniyye içinde en mühim olanları şeair denilen İslamiyet alameti olan sünnetlerdir. Yani şeair; görüldüğü, duyulduğu takdirde doğrudan İslâmiyet’i hatırlatan sünnetlerin genel adıdır. Ezan, cami, minare, selam, sarık, tesettür, Cuma ve bayram namazları, oruç ve Kur’ân yazısı şeair denilen sünnetlerden bazılarıdır.
Şeair, bütün halkı ilgilendirir. Şeairin toplum hayatına büyük faydaları vardır. Bu sünnetler açıktan yapılan ibadetler olduğundan herkesin o şeairde bir hissesi, alacağı bir dersi ve bir feyzi vardır. Şeair denilen sünnetler terk edildiği zaman toplumun hukuku söz konusu olur. Yani bir kimsenin yapmasıyla cemaatin tümü istifade ettiği gibi terk etmesiyle de herkes mesul olur. Mesela bir beldede bir kişi şeairden olan ezanı okuduğunda bütün cemaat namına çok sevap kazanır. Ezan okunmadığında ise herkes o ezanın feyzinden mahrum kalır. Bu durumda o beldedeki bütün Müslümanlar mesul olur.
Netice olarak elbette o zâtın (asm) sünnetleri, hareketleri uyulacak en güzel örneklerdir. Takip edilecek en doğru rehberlerdir. Düstur kabul edilecek en sağlam kanunlardır. Nasipli ve talihli kişi odur ki Peygamber Efendimizin (sav) sünnet-i seniyesine uymada hissesi ziyade ola.
KUR’ÂN’I ANLAMADA SÜNNETİN ROLÜ
Dinimiz bu zamana kadar bize iki sağlam ve sarsılmaz kaynaktan ulaşmıştır. Birincisi Allah’ın kitabı, ikincisi de Sevgili Peygamberimizin (sav) sünnetidir. Kur’ân’la sünnet; bedenle ruh, etle tırnak gibidir. Ruh olmadan nasıl ki ceset manasını yitirir, etle tırnak birbirinden ayrılmaz. Kur’ân ve sünnet de öylece birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Sünnet olmadan Kur’ân’ın anlaşılması mümkün değildir. Sünnet-i seniyye, Kur’ân’ı anlama ve yaşamada en doğru ve sarsılmaz ölçüdür.
Kur’ân, geniş hakikatleri içinde barındıran ve bütün asırlara ve insanlığa hitap eden ilâhî bir kitaptır. Dar anlayışlarına, eksik ilimlerine ve benliklerine güvenenler, Kur’ân’daki derin ve geniş manaları hakkıyla anlayamazlar. Nasıl ki muallimi olmayan bir kitap anlaşılmaz. Öyle de bütün asırlara ve bütün insanlara hitap eden Kur’ân-ı Hakîm’in de tam anlamıyla anlaşılması, ancak kendisine vahiy indirilen bir zatın rehberliği ve sünnetiyle mümkündür. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav), Kur’ân’ın yaşayan halidir. Sünnet rehberliğinde hareket edilmediğinde, kişi ne kadar ilim sahibi de olsa Kur’ân’ı doğru bir şekilde anlayamaz. Arkasından gidenlere tam manasıyla model ve rehber olamaz. Hatta onları istikametten uzaklaştırıp yanlışa sürükler.
Kur’ân ayetlerinin doğru anlaşılması, ancak Allah Resulü’nün (sav) uygulama ve izahlarıyla mümkün olabilir. Cenab-ı Hak bu gibi meselelerde şöyle buyurarak insanları Sevgili Peygamberimizin (sav) sünnetine yönlendirmektedir.
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulü’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.”[21]
Örneğin, Kur’ân’da yüze yakın ayette Yüce Rabbimiz namazdan bahsetmektedir. Ancak bu ayetler çoğunlukla namaz kılmayı emreden niteliktedir. Namazın kılınış şekli ve hangi namazın kaç rekât olacağı, kıraatin miktarı, oturuşlarda okunacak dualar, secdenin hangi azalar üzerine yapılacağı, rükû ve secdede bekleme miktarının ne kadar olacağı, cemaatle namazın şekli, sehiv secdesi ve yapılış şekli gibi konular ise ayetlerle açıklanmamıştır. Namaz ibadetiyle ilgili uygulamaya dönük tüm bu konular, bizzat Sevgili Peygamberimiz (sav) tarafından açıklanmış ve uygulamalı olarak gösterilmiştir.
Yine oruçla ilgili olarak Kur’ân’da, “Ey îmân edenler! Sizden evvelkilere farz kılındığı gibi oruç tutmak (sizin de) üzerinize farz kılındı, tâ ki (günahlardan) sakınasınız.”[22] buyrulmaktadır. Ayette imsak ve iftarla alakalı konular, orucu bozan ve bozmayan haller, orucu yanlışlıkla bozan veya kasten bozan kimselerin durumu gibi konular açıklanmamıştır. Oruçla alakalı tüm detaylar yine Sevgili Peygamberimizin (sav) izah ve uygulamalarıyla yani sünnetle açıklanmıştır.
Zekât hususunda, “Sizin dostunuz ancak Allah’tır, O’nun Resûlüdür ve (Allah’ın emrine) boyun eğen kimseler olarak namazı hakkıyla edâ eden ve zekâtı veren mü’minlerdir.”[23] gibi ayetler nazil olmuştur. Fakat hangi maldan ne kadar zekât verileceği, büyük ve küçükbaş hayvanların ne kadarından zekât verileceği; hurma, arpa, buğday gibi toprak mahsullerinin zekât oranları; madenlerin zekâtı, hangi malların zekâta tabi olup olmayacağı, zekâtın ömürde bir defa mı yoksa her yıl mı verileceği, zekâtta nisap miktarının ne kadar olacağı gibi hususlar ayetlerde yer almamış, sünnetle izah edilmiştir.
Netice olarak, Cenâb-ı Hak insanların hidâyetine vesile olması için Kur’ân’ı göndermiştir. Sevgili Peygamberimiz (sav) de Kur’ân’daki hükümleri bize açıklamış ve o hükümlerin uygulama tarzını bizzat göstererek bize rehberlik yapmıştır.
Sevgili Peygamberimizin (sav) sünneti olmadan doğru yolu bulmak ve istikamet üzere hareket etmek ve Allah’ın emir ve yasaklarını uygulayabilmek mümkün değildir. Bundan dolayı sünnete ihtiyaç duymadan Kur’ân bana yeter anlayışıyla hareket etmek çok büyük bir hata ve yanlıştır. Sevgili Peygamberimize (sav) karşı kasıtlı ve art niyetli bir davranıştır. Kur’ân’ı, Efendimizden (sav) daha iyi anladığını iddia etmek demektir. Sünneti devre dışı bırakmaya yönelik bu tehlikeli ve sapkın anlayış, herkesin kendi heva ve hevesi doğrultusunda Kur’ân’ı yorumlamasına ve insanların hak yoldan ayrılıp sapkınlığa düşmesine sebep olmaktadır. [24]
(Bu parça Hayrat Neşriyat tarafından basılan Abdulkadir Ertaş’ın “Peygamberliğin İspatı” kitabından alınmıştır.)
Ayrıca Bakınız;
Rabıta ve Rabıta-ı Mevt Nedir?
Risale-i Nur'da Sünnet-i Seniyye Bahisleri
Sünneti Seniyeye Uymamak Günah Mıdır?
Bediüzzaman Hazretlerine Göre Sünnetin Kısımları
[1] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015. s. 55-60
[2] Nisa, 4/80
[3] Haşr 59/7
[4] Nisâ, 4/ 69
[5] Bakara, 2/ 129
[6] Ahzâb 33/36
[7] Ahzâb 33/21
[8] Âl-i İmran, 3/132
[9] Buhari, Cihad: IV, 8; İ'tisam: VIII; Müslim, İmare, III, 1466.
[10] Buhari, Edeb, 70
[11] İmam Malik, Muvatta, Kader, 3
[12] Suyüti, el-İtkan fi Ulumi'l-Kur'an, Terc. Sakıp Yıldız, H. Avni Çelik, Hikmet Neşriyat, İstanbul, 1987, c.1, s. 105
[13] Buharî, İ’tisam, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 361
[14] Ebu Davud, Sünnet, 6, İmare 33; Tirmizi, İlim 10
[15] Tirmizi, Sünen, İlim, 39/16
[16] Âl-i İmrân, 3/31
[17] Said Nursi, Lem’alar, s.58- 60
[18] (مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِائَةِ شَهِيدٍ); el-Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, Matbaat’u Mustafa el-Babi el-Halebi, Mısır 1967, c. 1, s. 80.
[19] Said Nursi, Lem’alar, s. 51
[20] Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed es-Suyûtî, Câmiu’l-ehâdîs (Dâru’l-Fikr, 1414), c. 12, s. 60
[21] Nisa, 4/59.
[22] Bakara, 2/183.
[23] Mâide, 5/55.
[24] Abdulkadir Ertaş, Peygamberliğin İspatı, Hayrat Neşriyat, Isparta 2025, s. 107-115

