17. Lemanın 1. Notasında son cümlede "Fatır-ı Hakimin emrine muti olan sulatana itaat et kurtul" cümlesinde sultana itaat et ne demektir? kalbe itaat edilir mi?
Birinci notanın tamamı dikkate alındığında burada mevzu bahis olan sultan, bizim anladığımız manadaki kan pompalayan maddi kalp değil, fakat maddi kalple de ilgisi olan bir latifedir. Bu latifeye kalp manası da verilmiştir. Ancak bundan maksat, çam kozalağı şeklinde olan et parçası değil, ruha takılan manevi kalptir. Bu da öyle bir latifedir ki; ebediyetten ve ebedi olan Allah’tan başka bir şeyle tatmin olmuyor ve kabul etmiyor. Başka şeylere razı olmuyor. Başka yerlerde Latife-i Rabbaniye diye bu latifeden bahsedilmektedir. İşte buna kulak vermek lazımdır. Çünkü bu latife diğer latifeler arasında sultan hükmündedir. Yalnız herşeyi hikmetle yaratan Allah’ın emirlerine tam bağlıdır, O’na itaat eder ve emirlerini dinler. Bu latifeye kulak veren de Allah’ın emirlerine uyar ve O’nu razı edecek amellerde bulunur. Haram ve yasak olan şeylerden kaçınır.
Konunun daha iyi anlaşılması için bu latifeden bahseden bazı yerleri aşağıya alıntılıyoruz:
“Kalbden maksad, sanevberî bir et parçası değildir. Ancak bir latîfe-i Rabbâniyedir ki, mazhar-ı hissiyâtı vicdan, ma‘kes-i efkârı dimağdır. Binâenaleyh o latîfe-i Rabbâniyeyi tazammun eden o et parçasına kalb ta‘bîrinden şöyle bir letâfet çıkıyor ki, o latîfe-i Rabbâniyenin insanın ma‘neviyâtına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir.
Evet, nasıl ki bütün aktâr-ı bedene mâü’l-hayatı neşreden o cism-i sanevberî, bir makine-i hayattır. Ve maddî hayat, onun işlemesi ile kāimdir. Sekteye uğradığı zaman, cesed de sukūta uğrar. Kezâlik, o latîfe-i Rabbâniye, âmâl ve ahvâl ve ma‘neviyâtın hey’et-i mecmûasını hakîkî bir nûr-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır.”[1]
Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havâssı olan irâde, zihin, his, latîfe-i Rabbâniye, her birinin bir gayâtü’l-gayâtı var. İrâdenin ibâdetullâhtır. Zihnin ma‘rifetullâhtır. Hissin muhabbetullâhtır. Latîfenin müşâhedetullâhtır.[2]
Fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebedî bir zâtın aynası olan ve nihâyetsiz derecede nâzik ve letâfetli bulunan zîşuûr bir sırr-ı insanî, zînûr bir latîfe-i Rabbâniye şu kasâvetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümâtlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.[3]