İnsan maddî-manevî duyu ve duygularını ve kendisine verilen nimetleri Allah'ın (cc) emrettiği yerde kullanmasına denir.1
Bediüzzaman hazretleri bu konuda şöyle demetkedir:
Eğer insan, maddi ve manevi her bir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle, hamdin şu'belerinden olan şükr-ü örfiyi ifa ve şeriata imtisal etse, insanın cevherinde vedia bırakılan o örneklerin her birisi, kendilerine mahsus alemlere birer pencere olur.2
Yani İnsan, sahip olduğu her şeyi (bedenini, aklını, kalbini ve tüm yeteneklerini) Allah'ın istediği gibi kullandığında, yani O'nun emirlerine tam olarak uyduğunda, aslında büyük bir şükür borcunu da yerine getirmiş olur.
Bu şükür sayesinde, içimizde gizli birer hediye gibi duran manevî yeteneklerimizin her biri, kainatın sırlarına ve ilahî hakikatlere açılan birer pencereye dönüşür.
Bunun sonucunda kişi, sadece dünya hayatını yoluna koymakla kalmaz, aynı zamanda kâinatın gizemlerini ve Allah'ın isimlerinin bu dünyadaki yansımalarını da anlama fırsatı bulur.
Bir tohumun içindeki kabiliyetleri geliştirerek ağaç hâline gelmesini de onun şükrü örfisi olarak düşünebiliriz. Çünkü tohumun içinde gizli olan mânevî ağaç, toprak üstüne çıkarak, Esma-i İlahiyeyi (Allah'ın isimlerini) üzerinde tecelli ettirmekle şükrünü yerine getirmiş olur. İnsan, melek ve cin gibi şuur sahibi varlıklar da onların üstünde tecelli eden Allah'ın isimlerini ve sanatlarını görmüş olurlar.
Muhlis Körpe, Risale-i Nur Istılahları, Süeda Yayınları, Isparta 2021, s. 184
Bediüzzaman Said Nursi, İşaratül İcaz, Hayrat Neşriyat, Isparta 2025, s. 23

