Soru

10. Lem'a - Şefkat Tokatları -6

10. Lema'nın 1. Tokadını izah eder misiniz? Çıkartılacak hisseler nelerdir? Hazret-i Üstad'ın kendi değerlendirmeleri nelerdir?

Tarih: 19.05.2025 11:28:37

Cevap

Birincisi: Bu bîçâre Said’dir. Her ne vakit hizmete fütûr verir, “Neme lâzım” deyip, nefsime âit hususî işlerimle meşgul olurum, o zaman tokat yemişim. Hem de kanâatim geliyor ki; ihmâlimden tokat yedim. Çünkü hangi maksadım beni iğfâle sevketmiş (gaflete düşürmüş) ise, o maksadımın aksi ile tokat yerdim. Sâir hâlis arkadaşlarımın da yedikleri şefkat tokatlarına dikkat ede ede, benim gibi onlar da hangi maksad için hizmet-i îmâniyeyi ihmâl etmişlerse, onun aksiyle şefkat tokatlarını yediklerinden kanâatimiz gelmiş ki, o hâdiseler, hizmet-i Kur’âniyenin kerâmetindendir.

Hazreti Üstadın ikrarıyla hem kendisinde hem de diğer talebelerde hizmet-i imaniyye hangi sebeble aksatılmışsa tam o maksadın aksiyle şefkat tokadına maruz kalmışlar. Bu durum Kur’an hizmetinin kerameti nevinden ikazdır.

Hazret-i Üstadın kendi beyanıyla hem kendisi hem de diğer talebelerin iman hizmetlerinin aksamasına neden olan husus ne ise onun aksiyle bir durum yaşamak suretiyle Kur’an hizmetinin bir kerameti olarak ikaz edilmişlerdir.

Meselâ, bu bîçâre Said, Van’da ders-i hakāik-i Kur’âniye ile meşgul olduğum vakitte,

“Daha evvel 1895-1907 yılları arasında Van’da müderrislik hayatı olan Hazret-i Üstad, meşrutiyet dönemi çok yönlü ve etkin çalışmalarıyla İstanbul’da bulunmuş. Daha sonra 1910 yılında tekrar Van’a dönmüş ve Medresetü’z Zehra projesi için çalışmalarını yürütmüş. Ancak 1. Dünya Savaşı ile proje akim kalmış ve esir olarak Kosturma’ya sürgün edilmiştir. Esaret sonrası İstanbul’a dönen Hazret-i Üstad 1922 yılı Kasım ayında Ankara’ya gelmiş. Arzu ettiği durumu bulamayınca tekrar Van’a dönmüştür. Artık Yeni Said olarak kendini ifade eden “Bediüzzaman Hazretleri'nin Van'daki son devri ise, 1923 yılı yaz sonlarından 1926 Şubat'ına kadar iki buçuk sene sürmüştür.”[1]

Şeyh Said hâdisesi zamanında

“1925 yılı Şubat ayında, bir sene önce hilafetin kaldırılmasının toplumdaki sarsıntılarının bir neticesi olarak doğu vilayetlerinde bir ayaklanma başladı. Şeyh Said liderliğindeki silahlı gruplar, kısa süre içerisinde bazı köy, kasaba ve ilçeleri ele geçirmişlerdi. İki ay kadar süren bu ayaklanma Nisan ayı sonlarında ordu tarafından silahla bastırıldı. Şeyh Said ve yardımcıları yakalanarak Diyarbakır'da yargılandılar ve 1925 Haziran ayı sonunda idam edildiler.”[2]

Hazreti Üstad bu ayaklanmaya hem iştirak etmemiş hem de kendisini ayaklanmaya davet eden Şeyh Said’e; “Yaptığınız mücâdele, kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünki Türk milleti bin senedir İslâmiyet’e bayrakdârlık etmiş. Dini uğrunda binlerle şehîd vermiş. Ve binlerle veli yetiştirmiştir. Binâenaleyh kahraman ve fedâkâr İslâm müdâfi‘lerinin torunlarına, yani Türk milletine kılıç çekilmez. Ve ben de çekmem.” [3] Diyerek hem redd-i cevâb vermiş, hem mücâdelesinden vazgeçmesini söylemiştir. Ayrıca kendisinden destek ve icazet bekleyen aşiret reislerini de vazgeçmeleri yönünde ikna etmiştir.

Gerek Molla Hamid’in, gerekse Ali Çavuş’un anlattıklarına göre, Şark isyanından bir müddet önce, bir gün Erek Dağı'nda Kürt aşiret ağalarından ve Hamidiye Paşalarından Kör Hüseyin Paşa gelir. Bediüzzaman'la hususî görüşmek ister ve ona hitaben: Üstadım, bu talebeleri çıkart. Sizinle mahrem görüşeceklerim var.” der. Bediüzzaman da, “Hüseyin Paşa! Bunlar benim vücudumun âzâları gibidir, ayrı değiller.” der. Bunun üzerine Hüseyin Paşa: “Sizinle bir müşaverem var. Askerim hazır. Atlar hazır. Silâhlar ve cephaneler de hazır. Sizden emir bekliyoruz.” Bediüzzaman: “Sen ne diyorsun? Ne yapacaksın? Kiminle harbedeceksin?” Hüseyin Paşa: “Mustafa Kemal’le.” Bediüzzaman: “Mustafa Kemal’in askeri kim?” Hüseyin Paşa: “Ne diyeyim... İşte askerdir.” Bediüzzaman: “Askerler bu vatanın evlâdıdır. Senin ve benim akrabalarımdır. Kime vuracaksın? Onlar kime vuracak? Düşün, idrak et. Ahmed’i Mehmed’e, Hasan’ı Hüseyin’e mi kırdıracaksın?” Hüseyin Paşa: “Böyle bir hayattansa ölmek daha iyidir.” Bediüzzaman: “Ne olmuş hayata. Sen hayatından bezmişsen, bütün Müslümanların, bütün zavallıların günahı ne, onlardan ne istiyorsun?”

Şahit olduğu hadiseyi anlatmaya devam eden Molla Hamid, “Hüseyin Paşa şaşırdı ve durdu kaldı.” diyor. Sonra, “Sen benim elimi ayağımı soğuttun. Ben şimdi aşiretimin korkusundan evime gidemem. Bütün aşiretler toplanmışlar. Benden söz alacaklar. Ben şimdi gidip, bu şekilde anlatsam, diyecekler, Hüseyin korktu. Beş para ettin beni.” Bediüzzaman: “Kullar arasında beş para ol. Allah katında makbul ol.” Sonra Hüseyin Paşa çaresiz döndü, köyüne gitti.[4]

vesveseli hükûmet[5], hiçbir cihette bana ilişmedi ve ilişemedi. Vaktâ ki, “Neme lâzım” dedim, kendi nefsimi düşündüm, âhiretimi kurtarmak için Erek Dağı’nda[6] mağara gibi harâbe bir yere çekildim,

(1925 kışından) sonra Van’ın doğusundaki Erek Dağı’nda inzivaya çekilerek vakitlerini orada geçirmeye başladı. Bir kısım talebeleri ile birlikte Zernebad Suyu başında bulunan bir harabede kalmaya başladı. Talebesi Molla Hamid Erek Dağı günlerini şöyle anlatıyor: “Talebe arkadaşlarla birlikte bu yeni odamızda, günlerimiz Üstadımız yanında mesut bir şekilde geçiyordu. Sonraki günlerde Van Müftüsü Şeyh Masum Efendi, Üstad’ı Van’a götürmek için geldi, çok ısrar etti. Fakat Üstad, Erek’ten ayrılmadı. Odacıkta bir müddet kaldıktan sonra, aşağıya indik. Zernabad’ın başında eski bir manastır harabesi vardı, orada kalmaya başladık.[7]

o vakit, sebebsiz,

Van’dan Trabzon üzerinden İstanbul’a getirilen Bediüzzaman’ın bizzat ifadesini alan Başkomiser Tahsin Tandoğan şunları anlatıyor: “Hakkındaki tahkikat 15 gün devam etmişti, O çok zeki bir insandı. Ben onun gibi zeki bir insan görmedim. Şahsen elimden binlerce suçlu geçti. Adamların yüzünden anlarım. Bir gözler vardı adamda, motor gibi fıldır fıldırdı. Ben hayatımda öyle bir göz görmedim. Ben, o kanaatteyim ki; O zat, öyle basit isyanlara girecek bir insan değildir. Çok zeki bir insandı. Nihayet Bediüzzaman'ın isyanla hiçbir alakasının olmadığı kati olarak anlaşıldı. Fakat yine de kendisini yakından tanıyan zamanın hükümeti, ilminden ve geniş nüfuzundan korkarak tedbir adı altında Burdur’a sürgün edilmesini kararlaştırdı.[8]

beni aldılar,

“Van’daki mağaradan çıkarılıp Anadolu’ya hareket etmek üzere jandarmalarla sevk edilirken, yollara dökülüp ‘Aman Efendi Hazretleri, bizi bırakıp gitme. Müsaade buyur sizi göndermeyelim. Arzu ederseniz Arabistan’a götürelim.’ diye yalvaran silâhlı gruplara, ahaliye ve ileri gelen zatlara: ‘Ben Anadolu’ya gideceğim, onları istiyorum.’ diyerek, hepsini teskin etti.[9]

nefyettiler. 

“Ben menfî olarak İstanbul’a getirilmiştim. O zaman Meşîhat-ı İslâmiye dâiresinde bulunan Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de hizmet-i Kur’âniyeye çalıştığım için, o alâkadârlık cihetinden: “Meşîhat dâiresi ne haldedir?” diye sordum. Eyvâh! Öyle bir cevab aldım ki, ruhum, kalbim, fikrim titrediler ve ağladılar. Sorduğum adam dedi ki: “Yüzer sene envâr-ı şerîatın mazharı olmuş olan o dâire, şimdi büyük kızların lisesi ve mel‘abegâhıdır.”

İşte o vakit, öyle bir hâlet-i rûhiyeye giriftâr oldum ki, dünya başıma yıkılmış gibi oldu. Kuvvetim yok, kerâmetim yok. Kemâl-i me’yûsiyetle “Ah! Vah!” diyerek, dergâh-ı İlâhîye müteveccih oldum. Ve benim gibi kalbleri yanan çok zâtların harâretli âh'ları, benim âh'ıma iltihâk ettiler. Hatırıma gelmiyor, acaba Şeyh-i Geylânî’nin duâsını ve himmetini duâmıza yardım için istedim mi istemedim mi, bilmiyorum. Fakat her halde o eskiden beri nûrlar yeri olmuş bir yeri, zulmetten kurtarmak için, bizim gibilerin âh'larını ateşlendiren onun duâsıdır ve himmetidir. İşte o gece Meşîhat kısmen yandı. Herkes “Vâ-esefâ!” dedi. Ben ve benim gibi yananlar “Elhamdülillâh!” dedik.” [10] 

Burdur’a getirildim.

Doğunun karlı yalçın dağlarını aşarak Trabzon’a gelen kafile İstanbul’a gidecek gemiyi beklemek üzere bir süre Trabzon’da kalır. Hazret-i Üstad ilk geceyi tarihi İskender Paşa Camii’nde misafir olarak geçirir. Daha sonra gemiyle yola çıkan sürgünler Nisan ayı sonlarında İstanbul’a varır.

O sırada gemide Meşhur Şeyh Şamil Hazretleri’nin İstanbul’da yaşayan Mehmed Said Şamil isimli torunu da vardı. Bu zat o gemi yolculuğunda gördüğü Üstad’ı şöyle anlatıyor: “Cumhuriyetin ilk seneleriydi. Biz o zaman İstanbul’daydık. Kafkasya’dan gizli adamlarımız gelirdi. Ben bu adamlarla görüşmek için Hopa’ya gidip gelirdim. Bir Laz’ın küçük bir gemisi vardı. Onunla Hopa’ya gidiş-geliş on beş gün kadar sürerdi. l926’da yine böyle bir iş için Hopa’ya gittim. Gizli kuryeyi alıp geliyordum. Gemi Trabzon’da bir müddet durdu. Yeni yolcular bindiriliyordu. Merakla bakınca, yıllar önce gördüğüm, Bediüzzaman Said Nursî de bu kafilenin içinde. O zaman kendilerini Batı Anadolu’ya gönderiyorlardı.”

İstanbul’a ulaştıktan sonra, Said Nursî Hazretleri hakkında hazırlanan tahkikat ve dosyaların incelenmesi yirmi gün kadar sürdü.[11]

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri bir ay kadar İstanbul’da tutulduktan sonra, kendisi ile birlikte doğudan sürgün edilen kafilenin bir kısmı ile birlikte 1926 Mayıs ayında İstanbul’dan Burdur’a sevk edildi. Gemiyle başlayan İzmir aktarmalı bir yolculukla önce Antalya’ya ulaşıldı. Daha sonra karayoluyla (Eski Van milletvekillerinden ve bu seyahatte İzmir’e kadar kendisi ile birlikte sürgün edilen Kinyas Kartal, hatıralarında İzmir’de iki gece kadar bir otelde bekletildikten sonra Antalya’ya doğru yola çıkıldığında bahseder.) Antalya’nın kuzey komşusu olan Burdur Vilayeti’ne geçildi. Böylece yaklaşık sekiz ay sürgün kalacağı Burdur’a 1926 Mayıs veya Haziran ayında ulaşmış oldu. Üstad Bediüzzaman, Burdur’da bir caminin hücresinde kaldı. Ziyaretine gelen insanlara sohbet ve nasihatlerde bulundu. Daha sonra ise kendisi için kiralanan bir evde kalmaya başladı.[12] 

Orada yine hizmet-i Kur’âniyede bulunduğum zamanda, bana ilişmediler.

Burdur’un en önemli hatırası, bir cihette Risale-i Nur Külliyatı’nın ilk risalesi sayılan “Nur’un İlk Kapısı” isimli on üç derslik kitabın yazılmasıydı. Bu risale, Burdur’dan ayrıldıktan sonra uzun süre eline geçmeyecekti. 1950’lerde Barla’yı ziyaret ettiğinde Barla'lı eski talebelerinden Sıddık Süleyman tarafından Üstad Bediüzzaman’a teslim edilecek, Üstad da son derece memnun olarak eseri Risale-i Nur’a dâhil edecekti. Mesnevî-i Nûriye’deki Nokta Risalesi’nin Üçüncü Kısmı, Nur’un İlk Kapısı adlı bu risale olmuş, fakat müstakil olarak neşredilmiştir. Sekiz ay Burdur’da kalan Üstad Bediüzzaman’ın oradaki hizmetleri, gizli düşmanlarını rahatsız etmişti. Bunun üzerine Burdur’dan Isparta’ya nakledilmesine karar verildi.[13]

O vakit menfîlere çok dikkat ediliyordu; menfîler her akşam isbât-ı vücûd etmekle mükellef oldukları halde, ben ve hâlis talebelerim müstesnâ kaldık. Ben hiçbir vakit isbât-ı vücûda gitmedim,

Ahmed Hamdi Kasapoğlu bu olayı bir hatırasında şöyle ifade eder:

“1926 yılında Bediüzzaman Said-i Nursi Doğu Anadolu'dan Burdur'a getirildi. Orada ikamete memur edilmişti. Ben o zaman 17-18 yaşlarındaydım. Bizim evin karşısında bir evde oturuyordu. Kendisi, diğer sürgün olanların aksine hiçbir zaman karakola ispat-ı vücuda gitmezdi. Gündüzleri hep kırlarda, bağlarda, bahçelerde ve dağlarda dolaşmakla geçer, akşamleyin eve gelirdi. Polisler de o esnada evine gelir, bakar ve giderlerdi.” [14]

hükûmeti tanımadım.  Oranın vâlisi[15], oraya gelen Fevzî Paşa’ya şikâyet etmiş. Fevzî Paşa demiş: “Ona ilişmeyiniz, hürmet ediniz.” Bu sözü ona söylettiren, hizmet-i Kur’âniyenin kudsiyetidir.

Bediüzzaman Said Nursî Burdur’da iken, bir gün o zamanın Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak oraya geliyor. Vali, Mareşala: “Said Nursî hükümete itaat etmiyor; gelenlere dinî dersler veriyor.” diye şikâyette bulunuyor. Mareşal Fevzi Çakmak: “Bediüzzaman’ın ne kadar dâhi ve ne kadar mânevî büyük ve müstakim bir zat olduğunu bildiği için diyor ki: “Bediüzzaman’dan zarar gelmez, ilişmeyiniz. Hürmet ediniz.”[16]

Ne vakit nefsimi kurtarmak ve yalnız âhiretimi düşünmek fikri bana galebe etti, hizmet-i Kur’âniyede muvakkat fütûr geldi; aks-i maksadımla tokat yedim. Yani, bir menfâdan diğer menfâya, yani Isparta’ya gönderildim.[17]

Sekiz ay müddetle Burdur'da kalan Bediüzzaman Hazretleri'nin oradaki hizmetleri, gizli düşmanlarını rahatsız etti. Bunun üzerine Burdur'dan yakındaki Isparta'ya nakledilmesine karar verildi.[18]

Isparta’da yine hizmet başına geçtim.

Bediüzzaman'ın Isparta'ya ilk geliş günleri hakkında, hat sanatında mahir ve daha sonraları Üstad’a talebe olacak olan Tenekeci Mehmed Efendi şu bilgileri vermektedir:

"Üstad Isparta'ya geldiği zaman, Müftü Tahsin Efendi'nin medresesinde kaldığında, biz Sadık Hoca ve Şakir Efendi ile birlikte ziyaretine gitmiştik. Üstad bir köşede oturuyordu. Müftü Tahsin Efendi beni takdim etti. Yazdığınız levhalarla çok hizmet ettiğimizi, camileri tezyin ettiğimizi söyledi, Üstad bizi 'Mâşâallah, Mâşâallah' diye iltifatlarla okşadı. Ve bana: 'Hususi gel, konuşalım' dedi.

Üstâd burada haftada iki gün ders yapıyordu. Isparta ulemâsı bu derslere devam ediyordu. Derse bir defasında ben de gitmiştim. Çok kalabalıktı. Sadık Hocanın satın almış olduğu medrese tıklım tıklım doluydu, Ben ancak kapının eşiğinde oturabildim.

Yine o günler hakkında, daha sonraki yıllarda Bediüzzaman Hazretleri’ne talebe olup risalelerin elle yazılmasında kıymetli hizmetleri geçen Katip Osman Efendi şunları aktarıyor:

"Hazret-i Üstad, Burdur'dan Isparta'ya geldiği ilk günlerde, Üstad'ın yüksek talebelerinden olan Mehmed Zühdü'nün babası Şeyh Mustafa Efendi gelip Hazret-i Üstad'ı ziyaret etti, dersini dinledi ve Üstad'in ilmine, fazlına, kemalâtına teslim olup ona talebe oldu. Yüksek bir ilme sahip olan bu zat, o ana kadar tahsil etmiş olduğu kendi ilminin, Bediüzzaman’ın ilmi yanında hiç kaldığını çekinmeden itiraf etti ve "Taftazaniler, Fahreddin-i Râziler birer çeşme iseler, bu zat bir denizdir" şeklinde çekinmeden kanaatini izhar etmişti.[19]

Yirmi gün geçtikten sonra bazı korkak insanların ihtârlarıyla, belki bu vaziyeti hükûmet hoş görmeyecek diye, “Bir parça teennî etsen, iyi olur” dediler. Bende tekrar yalnız kendimi düşünmek hâtırası kuvvet buldu. “Aman halk gelmesin!” dedim. Yine o menfâdan dahi, üçüncü menfâm olan Barla’ya nefyedildim.

Üstadın Isparta merkezindeki bu ilk günleri kısa sürmüş, hizmetlerine ara vermediğini gören makamlar tarafından 20-25 gün sonra 1 Mart 1927 tarihinde üçüncü sürgün yeri olan Eğirdir’in Barla nahiyesine sürgün edilmiştir.[20]

Barla’da ne vakit bana fütûr gelmiş ise, yalnız kendimi düşünmek hâtırası kuvvet bulmuş ise, bu ehl-i dünyânın yılanlarından ve münâfıklarından birisi bana musallat olmuştur. Bu sekiz senede seksen hâdiseyi, başımdan geçtiği için hikâye edebilirim. Usandırmamak için kısa kesiyorum.

Ey kardeşlerim! Başıma gelen şefkat tokatlarını söyledim. Sizlerin de başınıza gelen şefkat tokatlarını, izin verseniz ve helâl etseniz söyleyeceğim, gücenmeyiniz. Gücenen olursa ismini tasrîh etmeyeceğim.

KISSADAN HİSSE:

Bu kıssada şefkat tokadına sebeb olan “kusur”; yalnızca kendi âhiretini düşünerek "neme lâzım" deyip hizmete fütur vermektir.


[1] Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s. 257.

[2] Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s. 268.

[3] Asayı Musa, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 268.

[4] Necmettin Şahiner, Bilinmeyen Yönleriyle Said Nursi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1974, s. 229-230.

[5] 4. Türkiye Hükûmeti (III. İnönü Hükûmeti) 3 Mart 1925 -1 Kasım 1927 tarihleri arasında görev yaptı. Bu Hükümet, Fethi Okyar liderliğindeki bir önceki hükümetin Şeyh Said İsyanı sebebiyle düşmesi üzerine kuruldu.

[6] Van ilinin merkezinde bulunan 3204 metre yükseklikteki Van ilinin 2. yüksek doruğudur. Dağın zirvesinde sadece temmuz, ağustos ve eylül aylarında kar yoktur.

[7] Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s. 261-263.

[8] Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s. 273-274.

[9] Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s. 269.

[10]Barla Lahikası, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 152.

[11] Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s.273.

[12]  Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s.274.

[13]Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s. 277.

[14] Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s. 276.

[15] Burdur Valisi, Mahmut Celal Berker, 1925-1927.

[16] Necmettin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Said Nursi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1974, s. 237.

[17] 1927 Şubat ayı başlarında hayatının en mühim hizmet devrini ve pek çok sıkıntılara rağmen, manen en mutlu günlerini geçirdiği Isparta Vilayetine geldi. (Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s.281.)

[18] Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s. 278.

[19] Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s. 281-282).

[20] Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Hayrat Neşriyat, Isparta 2014, s.282).


Alâkalı Sorular

Yorum Yap

Yorumlar