Soru

Sevgili Peygamberimiz (sav) Ramazan Ayını Nasıl İhya Ederdi? Her Yönüyle Ramazan-ı Şerif

Sevgili Peygamberimiz (sav) Ramazan ayını her yönüyle nasıl ihya ederdi? Bu hususta uygulama ve tavsiyeleri nelerdir?

Tarih: 24.02.2025 18:48:17
Okunma: 250

Cevap

SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZ (SAV) RAMAZAN-I ŞERİF’İ NASIL İHYA EDERDİ?

   GİRİŞ

Tebeu’t-tâbiinin ileri gelenlerinden, muhaddis, zahid, fakih ve Kütüb-i Sitte müelliflerinin onun rivayetlerini hiç tereddüt etmeden eserlerine aldıkları, evinde oturup hadisle meşgul olmayı çok seven Abdullah b. Mübarek’e, “Bu yalnızlıktan rahatsızlık duymuyor musun?” diye sorulduğunda, “Resulüllah ve ashabıyla birlikte iken nasıl yalnızlık duyarım!” karşılığını vermiştir.

Biz de Risale.Online olarak bu makalemizde Ramazan-ı Şerif’e dair hadis-i şerifleri başlıklar halinde sizlerle paylaşacağız. Böylece Eşref-i mahlûkat, Server-i kainat, Şems-i hidayet, Vesile-i saadet, Fahr-i cihan, Habib-i yezdan, Seyyidi’l-mürselin ve Şefii’l-müznibin olan Resûl-i Ekrem Efendimizle (sav) ve hadis-i şerifleri O’nun mübarek ağzından dinleyen, belleyen ve rivayet ederek günümüze kadar ulaşmasını sağlayan sahabe-i kiram efendilerimizle birlikte olabilmeyi, Rabbimizden ümid ve niyaz ediyoruz.

   RAMAZAN KELİMESİNİN ANLAMI

TDV İslam Ansiklopedisi “Ramazan” maddesinde yer alan bilgilere göre bu kelime sözlükte “günün çok sıcak olması, güneşin kum ve taşları çok ısıtması, kızgın yerde yalınayak yürümekle ayakların yanması” anlamlarındaki “ramad” masdarından veya “güneşin güçlü ısısından çok fazla kızmış yer” mânasındaki ramdâ’ kelimesinden türemiştir. “Yaz sonunda ve güz mevsiminin başlarında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur” anlamındaki “ramadî” kelimesinden türediği de ileri sürülmüştür. Buradan hareketle Ramazan ayında mü’minlerin günahlarının, hatalarının ve kusurlarının yakılıp yok edileceği veyahut temizlenip arındırılacağı anlamı kuvvet kazanmaktadır.

   RAMAZAN, DUA AYIDIR

Ramazan dua ayıdır. Dua, Reslullah’ın en çok yaptığı ibadettir. Sevgili Peygamberimiz (sav) günün her anında dilini dualarla süsler, Rabbine daima tazim ve niyazda bulunurdu.

Başta kendisi olmak üzere herkesin bağışlanması için dualar eden Peygamber Efendimiz (sav), kapsamlı ve şümullü duaları tercih ederdi. Hz. Aişe: “Allah Resulü şümullü, kapsamlı olan duaları sever, bunun dışındakileri (dar ve münferit duaları) bırakırdı.”[1] Rabbine her yakarışında birçok kişiyi zikreder, birisi kendisinden bağışlanması için dua etmesini istediğinde, oradaki bütün insanların bağışlanması için dua ederdi. Hatta duasını kendisine ya da belirli kişilere has yapanları da Allah’ın çok geniş olan rahmetini daralttıklarını hatırlatarak ikaz ederdi.

O (sav), hayırları talep ettiği kadar, kötülerden ve kötü şeylerden de Allah’a sığınır ve ashabına da böyle dua etmelerini tavsiye ederdi. Kendisi her fırsatta faydasız ilimden, huşû duymayan kalpten, doymayan nefisten, kabul olmayan duadan, açlıktan, hainlikten, hastalıktan, düşmanlıktan, nifaktan ve kötü ahlâktan Rabbine sığınırdı.  

Ebu Ümame anlatıyor: “Resulüllah öyle çok dua ederdi ki bir kısmını ezberleyemezdik. “Ey Allah’ın Resûlü, çok dua ediyorsun bir kısmını ezberleyemiyoruz!” dedik. Bunun üzerine “Size bütün bunları içine alan bir dua öğreteyim mi? diyerek şöyle buyurdu: (Allah’ım! Senden, Peygamberin Muhammed’in dilediği güzelliklerden biz de isteriz ve Peygamberin Muhammed’in sana sığındığı kötülüklerden biz de sana sığınırız. Yardım edecek olan sensin. Sonunda sana ulaşacağız. Allah’ın yardımı olmaksızın kudret ve kuvvete ermek mümkün değildir.”[2]

Heysemi ve İbn Hibban’ın eserlerinde yer alan başka bir rivayete göre Hz. Aişe, Peygamber Efendimizi (sav) neşeli gördüğü bir gün: “Ey Allah’ın Resulü benim için Allah’a dua ediver!” demişti. Resulullah: “Allah’ım, Aişe’nin geçmiş, gelecek, gizli ve açık bütün günahlarını mağfiret eyle.” diye dua etti. Hz. Aişe bu dua sebebiyle çok mutlu oldu. Allah Resulü “Dua etmem seni sevindirdi mi?” diye sordular. O da “Senin duan beni nasıl sevindirmez!” dedi. Bunun üzerine Resulullah: “Vallahi bu, benim ümmetim için her namazda yaptığım duamdır.” buyurdu.

   RAMAZAN, SALAVAT-I ŞERİFE AYIDIR

Bir gün Resulüllah, ashabı ile birlikte Mescid-i Nebevi’de otururken içeri bir adam girdi. Yalnız başına namaz kıldıktan sonra (Allah’ım, beni bağışla ve bana merhamet eyle!) diye dua etmeye başladı. Bunun üzerine Allah Resulü, “Bu adam acele etti.” buyurdu. Sonra adamı yanına çağırdı. Ona şöyle buyurdu: “Biriniz dua edeceği zaman önce Yüce Rabbine hamd ve sena etmekle başlasın, sonra Peygamber’e salat getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde dua etsin.” buyurdu.[3]

Übeyy bin Ka’b anlatıyor: Hazreti Peygamber’e: “Ya Resulallah! Ben sana çok salavat-ı şerife getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir diye sordum. Dilediğin kadar yap buyurdu. Dualarımın dörtte birini salavat-ı şerifeye ayırsam münasip olur mu diye sordum. Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur buyurdu. Öyleyse duamın yarısını salavat-ı şerifeye ayırayım dedim. Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur buyurdu. Ben yine: Şu hâlde üçte ikisi yeter mi? diye sordum. İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için iyi olur buyurdu. Öyleyse duaya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavat-ı şerife getirsem nasıl olur deyince: O takdirde Allah bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar buyurdu.”[4]

Ukbe b. Amr anlatıyor: “Bir gün Sa’d b. Ubade’nin meclisinde otururken, Allah Resulü yanımıza geldi. Beşir b. Sa’d ona, ‘Allah Teala sana salat-ü selam getirmemizi emir buyurdu. Peki, sana nasıl salavat getireceğiz ey Allah’ın Resulü?’ diye sordu. Resulullah bir süre sustu. Öyle ki bizler, ‘Keşke Beşîr bu soruyu sormasaydı!’ diye düşündük. Bir müddet sonra Resulullah, "Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed ailesine, tıpkı İbrâhim ailesine rahmet eylediğin gibi rahmet et. Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed ailesine, tıpkı İbrâhim ailesine bereket ihsan ettiğin gibi bereket ihsan eyle! Şüphesiz sen övgüye en lâyık ve şanı en yüce olansın deyin buyurdu.”[5]

Abdullah b. Mes’ud’dan rivayet edildiğine göre, Resulüllah bizlere bu hususta şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü insanların bana en yakını, bana en çok salavat getirendir.”[6]

Aynı şekilde, “Cimri, yanında anıldığım hâlde bana salavat getirmeyen kimsedir.”[7], “Yanında ismim anıldığı halde bana salavat getirmeyen kimsenin burnu yerde sürtünsün.”[8], “Bana salavat getirmeyi unutan (yani terk eden) kişi cennet yolunu kaybeder.”[9] ve şeklindeki rivayetlerde Resulullah’ın ismi zikredilince kasıtlı bir şekilde ona salavat getirmeyenlerin zemmedildiği unutulmamalıdır.

Tebeu’t-tabiinin büyük âlimlerinden Süfyan-ı Sevri şöyle anlatıyor: Bir hac mevsiminde Kâbe’de tavaf ederken her adımında salavat-ı şerife okuyan bir genç gördüm. Halbuki ziyaret edilen her makam ve mevkide okunması gereken hususi dualar vardır. Bu genç neden bu duaları okumuyordu da devamlı salâvat getiriyordu? Bu durumun hikmetini kendisinden sorduğumda o genç “Benim başıma gelen şey, senin başına gelse sen de her yerde salavat okurdun.” diye cevap verdi. Bu cevap karşısında iyice meraklandım. Derken o genç anlatmaya başladı: Ben Horasanlıyım. Bu yıl hac farizasını ifa etmek istedim. Babamla birlikte yola çıktık. Kufe’ye vardığımızda babam hastalanarak aniden vefat etti. Yüzünü örttüm. Bir daha görmek için açtığımda ne göreyim. Babamın yüzü bir hayvan suretine bürünmüştü. Bu durum karşısında büyük bir telâşa kapılmış, tarifsiz bir derde düşmüştüm. Cenazesini kaldırmak için gelen halka ne diyecektim? Onlar babamın bu hayvan suretine bürünen yüzünü görünce içlerinden ne gibi düşünceler geçirecekti? Bu telâş ve üzüntü içinde bocalayıp dururken ne kadar yorulmuşum ki bir ara uykuya dalmışım. Bir rüya gördüm. Rüyamda birisi çıkageldi. Beni uyandırarak, “Nedir, bu derece üzüntüye dalışın?” diye sesleniyordu. Ben de, “Ben üzülmeyeyim de, kim üzülsün. Baksana babamın haline” diye karşılık verdim. Sonra adam babamın yanına giderek nurani elleriyle onun yüzünü meshetti. Baktım ki babamın yüzü hayvan suretinden çıkmış, ayın on dördü gibi pırıl pırıl nur saçan insan suretine geri dönmüştü. Artık bütün gam ve kederim, yerini tarif edilmez bir sevince terk etmişti. Ben de sevinç gözyaşları döküyordum. Bir ara kendimi toplayarak gelen adamın kim olduğunu sorunca, “Ben, sahibu’l-Kur’an, Abdullah oğlu Muhammed Mustafa’yım” cevabını aldım. Hemen öpmek için ayaklarına kapandım. Ondan sonra da, “Ey Allah’ın Resulü, babamın başına gelen bu hadisenin hikmetini bana anlatır mısınız?” diye sordum. Resul-i Ekrem de “Senin baban hayatta iken gizliden riba (faiz) ile meşguldü, yani faizden geçimini sağlıyordu. Bundan dolayı vefat ettiğinde yüzü bir hayvan suretini aldı. Ama senin babanın güzel bir adeti vardı ki; ömrü boyunca her gece yatmadan muhakkak evvel bana dört yüz tane salavat okurdu. Bir melek bana gelerek babanın içine düştüğü bu durumu haber verdi ben de hemen Cenab-ı Allah’tan şefaat etme hakkımı istedim ve buraya geldim. Sizin başınıza gelen durum bundan ibarettir.” dedi. Bu hadiseyi anlatan genç Süfyan-ı Sevri’ye: “İşte benim hacda devamlı bir surette salâvat cümlelerini dilimden düşürmeyişimin sebebi budur.” diye başından geçenleri anlatmış oldu.

   RAMAZAN, ORUÇ AYIDIR

Resulüllah (sav), Allah’ın rızasını kazanmak üzere, inanarak ve sevabını ondan bekleyerek Ramazan ayını oruçlu geçirenin günahlarının bağışlanacağını ve cennette yüksek derecelere nail olacaklarını söylerdi.[10]

Resulüllah (sav) oruçlu iken ibadet şuuru ile bağdaşmayan her türlü söz ve davranışlardan sakınır; aksi halde oruçtan beklenen fazilet ve sevabın elde edilemeyeceğini ifade ederdi. “Nice oruç tutanlar var ki oruçlarından payları açlık ve susuzluktur.”[11]

Resulüllah (sav) orucun insanın davranışlarını etkileyen yönlerine işaret ederdi. “Oruç bir kalkandır. Oruç tutan kişi, kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Eğer biri kendisiyle dövüşmeye veya sövüşmeye kalkışırsa, iki defa, “Ben oruçluyum.” desin.”[12]

“Oruçlu kişi yemesini, içmesini, cinsi arzusunu benim rızam için terk eder. Oruç, doğrudan doğruya benim rızam için yapılan bir ibadettir. Her iyiliğin karşılığı on misli sevap olduğu halde, orucun mükafatını ben vereceğim.”[13]

“İnsanın her ameline kat kat sevap verilir. Bir iyilik, on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır. Allah Teala, “Ama oruç başka. O benim içindir, mükafatını da ben veririm. Oruçlu, şehvetini ve yemesini benim için bırakır.” buyurmuştur.”[14]

Bediüzzaman Hazretleri de bu konuda şöyle bir izah yapmaktadır: “Orucun ekmeli (en mükemmeli) ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye (insanın tüm aza ve cihazlarına) dahi bir nev'î oruç tutturmaktır. Yani, muharremattan (haramlardan), malayaniyattan çekmek ve her birisine mahsus ubudiyete (kulluğa) sevk etmektir.”

   RAMAZAN, KUR’ÂN AYIDIR

Peygamber Efendimiz (sav) Ramazan günlerinde bol bol Kur’an okur, hayır ve hasenatta bulunurdu. Cebrail, Ramazan sonuna kadar her gece kendisine gelir ve Allah Resulü ona Kur’an okuyup dinletirdi. Nitekim günümüzde halen yoğun bir şekilde uygulanan bu “karşılıklı okuyuş”, “mukabele” geleneğinin de temelini oluşturur.

Resulüllah (sav) diğer günler gibi Ramazan ayında da her gün düzenli olarak, ağır ağır, tane tane, tefekkür ederek, azap ayetleri geldiğinde Allah’a sığınarak, secde ayeti geçtiğinde secdede bulunarak, dua edilmesi gereken bir ayet geldiğinde durup dua ederek Kur’an okurdu.

Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer alan bir rivayete göre, Resulüllah (sav) üzüntülü ve sıkıntılı olduğu anlarda da Kur’an okur ve böyle iken şu duayı yapmamızı tavsiye ederdi: “Allah’ım! Kur’an’ı kalbimin baharı, göğsümün nuru, üzüntü ve kederimin dağılmasına ve sıkıntımın ortadan kalkmasına vesile kılmanı dilerim.”

Bediüzzaman Hazretleri de Şualar’da bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Her hasenenin (iyi amelin) sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerif’te yüzden geçer, Şaban-ı Muazzam’da üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadir’de otuz bine çıkar.” Yine Hz. Üstadın tespitine göre Kur’an-ı Kerim’de 300 bin 620 harf olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Ramazan ayında Kur’an hatimleri yapmanın ne kadar faziletli ve salih bir amel olduğu da anlaşılmaktadır.

   RAMAZAN, TERAVİH AYIDIR

Hadis külliyatlarında yer alan rivayetlere bakıldığında teravih namazını başlangıçta cemaate bizzat kıldıran Sevgili Peygamberimiz (sav), ümmetinin yükünü arttırabileceği düşüncesiyle bu uygulamadan vazgeçmiştir. Onun bu namazı iki veya üç gün mescitte kıldırdığı, cemaatin gittikçe çoğaldığını görünce mescide çıkmadığı ve bunu Allah’ın farz kılabileceği endişesiyle yaptığını söylediği rivayet edilir.

Resul-i Ekrem (sav) bizzat teravih namazını kıldığı gibi, “Ramazan ayını inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek ihya eden kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.” hadisiyle bilhassa gece ibadetlerinin ve teravih namazının kastedildiği yorumu yapılmıştır.[15]

Teravihin tek başına kılınmasına Hz. Ebû Bekir döneminde devam edilmiştir. Bu uygulamanın camide meydana getirdiği dağınıklığı, artık farz kılınma ihtimali bulunmadığını ve Resul-i Ekrem’in konuyla ilgili sözünden çıkan anlamı dikkate alan Hz. Ömer, 14 (635) yılında Übey b. Kâ‘b’dan cemaate teravih namazı kıldırmasını istemiş ve bu uygulama günümüze kadar sürmüştür.

Hanefi, Şafii ve Hanbeli fakihlerin çoğunluğu, Hz. Peygamber’in (sav) Ramazan’da -yatsı namazı hariç- vitir dahil 23 rekat namaz kıldığı yolundaki rivayetten ve sahabe uygulamasından hareketle teravihin 20 rekat olduğu görüşünü benimsemiştir. Bu cihetle teravih namazının 2’şer rekat halinde toplam 20 rekat kılınması daha faziletli görülmüştür.

   RAMAZAN, SAHUR AYIDIR

Resulüllah sahura kalkmaya önem verir, bir yudum su, bir hurma ile bile olsa sahur yemeğine teşvik ederdi. Bu hususta “Sahura kalkınız, çünkü sahur yemeğinde bereket vardır.”[16] ve Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiğine göre “Sahura kalkanlar, Allah’ın rahmetine ve meleklerin duasına mazhar olurlar.” buyururdu.

Resulüllah (sav) “Bizim orucumuz ile ehl-i kitabın orucu arasındaki en önemli fark, sahur yemeğidir.”[17] Buyurarak sahur yemeğinin, geçmiş ümmetlerin orucu ile bizim orucumuz arasındaki en önemli farklılık olduğunu ifade ederdi.

Resulüllah (sav) sahurda yenilen yemeğin, tutulacak oruca yardımcı olmasına dikkat çekerdi. Bu noktada ashabına şu tavsiyeyi yapardı: “Gündüz orucu için sahur yemeğinden, gece namazı için de öğle uykusundan (kaylule) yararlanın.”[18]

Bütün bu delilleri dikkate alan fakihler sahura kalkmanın hükmünün sünnet olduğu sonucuna varmışlardır. Ayrıca sahuru son vaktine kadar uzatma yani geciktirmenin de sünnet olduğu unutulmamalıdır.

   RAMAZAN, İFTAR AYIDIR

Oruçlu kişinin orucunu hurma veya tatlı bir şeyle yahut su ile açmasını tavsiye eden Resul-i Ekrem (sav), bunu bizzat uygulayarak akşam namazını kılmadan önce birkaç hurma ile orucunu açmıştır. Ayrıca, Yahudi ve Hristiyanların iftarı geciktirdiğini belirterek iftarda acele etmeyi Müslümanlara mahsus bir özellik olarak tanıtmıştır.

Akşam namazının gecikmemesi konusunda gösterilen hassasiyet sebebiyle Ramazan akşamlarında önce orucun hafif yiyeceklerle açılıp akşam namazının kılınması, ardından iftara devam edilmesi, İslam toplumlarında müstehap görülen ve hayli yaygınlık kazanan bir gelenek halini almıştır.

Bununla beraber oruç açılırken dua edilmesi sünnettir. Resul-i Ekrem (sav), oruçlunun iftar anında yapacağı duanın geri çevrilmeyeceği müjdesini verir.[19]

Hz. Peygamber’den (sav) iftarla ilgili şu dua örnekleri nakledilmiştir: “Allah’ım! Senin rızan için oruç tuttum, senin verdiğin rızıkla orucumu açtım.”[20]

Ayrıca Darekutni’nin rivayetine göre, Resulullah (sav) bazen orucunu açarken şu duayı okurdu: “Allah’ım! Senin rızan için oruç tuttuk, senin verdiğin rızıkla orucumuzu açtık, bizden kabul buyur; çünkü sen her şeyi işiten ve bilensin.” 

Bununla beraber maddi imkâna sahip olanların özellikle fakir kimselere, ihtiyaç sahiplerine, ilim talebelerine iftar yemeği yedirmesi güzel bir davranıştır. Hz. Peygamber (sav) bu konuda, “Oruçluya iftar yemeği veren kimse, oruçlunun sevabında bir eksilme olmadan onun alacağı kadar sevap alır”[21] buyurmuştur.

   RAMAZAN, SADAKA AYIDIR

Resulüllah (sav), ashâbına fıtır sadakası vermelerini söylerdi ve bunun, insanlar bayram namazına çıkmadan önce ödenmesini isterdi. Ayrıca Ramazan ayında verilen sadakayı diğer aylarda yapılan maddi yardımlardan daha üstün görürdü.

Abdullah b. Abbas’ın şu tespiti, O’nun bu konudaki ahlakına dair bir misal teşkil etmektedir: “Resullah insanların en cömerdi idi. O, Ramazan ayında Cebrail ile buluştuğunda daha da cömert olurdu. Hayır konusunda Resulullah yağmur yüklü bulutlardan kesinlikle daha cömertti.”[22]

   RAMAZAN, TEVBE, MAĞFİRET VE İSTİĞFAR AYIDIR

Kur’an-ı Kerim’de âlemlere rahmet olarak gönderildiği belirtilen Peygamber Efendimiz (sav), ayrıca kendisini tövbe ve merhamet peygamberi diye nitelendirmiştir.

Sahabilerin, O’nun huzurunda iken duydukları dini hassasiyeti yanından ayrıldıktan sonra kaybetmelerinden yakınmaları üzerine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Benim yanımdan ayrıldıktan sonra eski halinizi koruyabilseydiniz melekler ziyaretinize gelirdi. Siz günah işlemeyen kimseler olsanız Allah bu fiili işleyen başka bir topluluk yaratır ve onların günahlarını bağışlardı.”[23]

Bu hususta Sevgili Peygamberimiz (sav); “Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni bağışlamasını diler, istiğfar ederim”[24] demiştir.

Tövbenin ilk şartı nedamettir, yani pişmanlıktır. Resulullah’ın (sav) ifadesiyle, “Pişmanlık duymak tövbenin kendisidir.”[25]

Nedamet/pişmanlık halinde bulunan kişi tövbeye konu olan günahı terk eder ve bir daha işlememeye karar verir. Alimler, tövbenin Allah nezdinde kabul edilmesinin bu üç şartına (nedamet, terk, tekrar işlememe) bir dördüncüsünü eklemiştir; o da iyi amel işlemek suretiyle geçmişteki hataların telafi edilmesidir.

Bediüzzaman Hazretleri de Kader Risalesi’nde bu konuyla alakalı olarak “Dua ve tevekkül meyelan-ı hayra (hayrı işlemeye) büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelan-ı şerri (şerri işlemeyi) keser, tecavüzatını kırar.” ifadesini kullanmaktadır.

Değerlendiren bir mü’min için Ramazan ayı eşi benzeri bulunmaz bir hasat mevsimi, maddi ve manevi bir arınma iklimidir. Ramazan’a yetiştiği halde onun kadrini ve kıymetini bilmeyen biri içinse, kaçırılmış bir fırsat hatta bir vebal olacaktır. Bu noktada Sevgili Peygamberimizin (sav) şu uyarısı son derece dikkat çekicidir: “Ramazan ayına girdiği halde günahlarını affettiremeden bu ayı tamamlayan kişinin burnu yerde sürünsün! (Hadis alimlerinin ifadesine göre buradaki ifade “yazıklar olsun” manasındadır.)”[26]

Heysemi’nin eserinde yer alan bir başka hadiste ise şöyle buyrulmuştur: “Ramazan ayında Allah’ın rahmetinden kendisini mahrum eden kimse talihsiz, bedbaht kimsedir.”

Ayrıca bu konudaki müjdeli hadislerden birisi şöyledir: “Büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde, beş vakit namaz ile Cuma, bir sonraki cumaya kadar ve Ramazan diğer Ramazana kadar, aralarında işlenen günahların bağışlanmasına vesiledir.”[27]

Hakim en-Nisaburi’nin eserinde yer alan bir rivayete göre Cabir b. Abdullah Peygamberimizin (sav) şöyle buyurduğunu işitmiştir: “Bir adam peygamberimize geldi ve “Ah günahlarım, ah günahlarım!” dedi ve bunu iki veya üç defa tekrarladı. Resulullah o şahsa “(Ey adam!) şöyle söyle: "Allah’ım senin mağfiretin benim günahlarımdan daha geniştir, rahmetin benim yanımda amelimden daha ümit vericidir.” Adam söyledi, sonra Peygamberimiz “Bir daha söyle” dedi, adam bir daha söyledi, Peygamberimiz “Bir daha söyle!” dedi, adam söyledi. Sonra peygamberimiz “Kalk! Allah seni bağışladı.” buyurdu.

   RAMAZAN, TEHECCÜD AYIDIR

Yatsı namazı ile fecr-i sadık arasında bir müddet uyuyup uyandıktan sonra kılınan nafile namaza Teheccüd Namazı denilir.

Yüce Rabbimiz pek çok ayette Sevgili Peygamberimize (sav) gece yarısı ibadetle meşgul olmasını emretmiştir. Misal olarak vahyin bidayetinde Hz. Cebrail, Peygamber Efendimize (sav) gelmiş ve “Ey müzzemmil olan (elbisesine örtünüp bürünen peygamber)!” “Bir kısmı hâriç, geceleyin (namaz için) kalk!” “(Gecenin) yarısı kadar (namaz kıl) veya bundan (yarısından) biraz eksilt yahut onu artır (serbestsin), Kur’ân’ı da tane tane oku!” ayetlerini getirmişti.

Müzzemmil süresinin nüzulünden sonra her gece Teheccüd Namazı kılan Sevgili Peygamberimiz (sav), farzlar dışında en faziletli namazın gece yarısı kılınan namaz olduğunu belirtmiştir. Bu hususta bizlere şöyle buyurmuştur: “Gece namazını kılın; çünkü bu sizden önceki salih kulların devam ettiği, Allah’a yaklaşmaya vesile olan, günahları örten ve engelleyen bir ibadettir.”[28] Yine Peygamber Efendimiz (sav) geceleri uzun olduğundan gece ibadetini, gündüzleri kısa olduğundan orucu kolaylaştırması sebebiyle Ahmed b. Hanbel’in rivayetine göre “Kış ayları mü’minin baharıdır.” buyurmuştur.

Seher vakti, Allah ile salih kullarının buluştuğu hususi vakitlerdendir. Allah Resûlü (sav) de bu vakti ihya etmek üzere geceleri Teheccüd Namazına kalkıp Rabbine geniş ve şümullü dualar ederdi. Bu hususta Taberani’nin eserinde yer alan ve Hz. Âişe’den gelen bir rivayette Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Size nafile olan üç şey bana farzdır: Vitir, misvak ve gece namazı.”

Resul-i Ekrem Efendimiz hanımlarını, kızı Fâtıma’yı ve damadı Hz. Ali’yi uyanamadıkları zaman bizzat uyandırıp gece namazına kaldırmış, gece namazı için birbirini uyandıran eşlere hayır dualarda bulunmuştur.

Peygamber Efendimiz (sav) çok sevdiği Abdullah b. Ömer için, “Abdullah ne iyi insan, bir de gece namazı kılsa!” demiş bunun üzerine İbn Ömer gece namazlarını aksatmadan sürekli kılmıştır. Öte yandan ibadetlerin az da olsa devamlı yapılmasına önem veren Resulullah (sav), teheccüdün düzenli kılınmasını tavsiye eder ve alışkanlık haline getirenlerin bu namazı terk etmesini hoş görmezdi. Hatta bir gün Abdullah b. Amr’ı, “Falan gibi olma! O, gece namazlarına devam ederdi ama sonradan bunu terk etti.” diyerek ikaz etmiştir.[29]

Ayrıca Resul-i Ekrem (sav), düzenli biçimde teheccüd kılan ve gece uyanıp namaz kılma niyetiyle yattığı halde uyanamadan sabahlayan bir mü’minin gece namazı kılmış gibi muamele göreceğini, zaman zaman namaza kalkmasına engel olan uykunun da Allah’ın ona bir hediyesi olduğunu belirtmiştir. Kendisi de gece namazını herhangi bir sebeple kılamadığı durumlarda gündüz onun yerine fazlasıyla kılmıştır.

Amr b. Abese “Allah’a biri diğerinden daha sevimli gelen zaman var mıdır?” diye sorduğunda Allah Resulü (sav) ona şöyle cevap vermiştir: “Rabbin kuluna en yakın olduğu vakit gecenin son yarısıdır. Eğer o saatlerde Allah’ı zikredenlerden olmaya gücün yeterse, sen onlardan ol.”[30]

   RAMAZAN VE KADİR GECESİ

Üstad Bediüzzaman 24. Söz’de şöyle demektedir: “Cenab-ı Hakim-i Mutlak, şu dar-ı tecrübe ve meydan-ı imtihanda, çok mühim şeyleri, kesretli eşya içinde saklıyor. O saklamakla, çok hikmetler, çok maslahatlar bağlıdır. Mesela, Leyle-i Kadri umum Ramazan’da, saat-i icabe-i duayı Cuma gününde, makbul velisini insanlar içinde, eceli ömür içinde, kıyametin vaktini ömr-ü dünya içinde, ism-i a’zamı esma-yı hüsna içinde saklamıştır.”

Kadir gecesinin bildirilmesi halinde Müslümanlar sadece o geceyi ihya etmekle yetinebilirlerdi. Hâlbuki kısmî belirsizlik sayesinde mü’minlerin Kadir gecesi ümidiyle bütün ramazan gecelerini ibadet şuuru içerisinde geçirmeleri söz konusudur.

Kadir gecesinin önemine işaret eden bir hadiste, önceki ümmetlerin uzun ömürlü olmaları sebebiyle fazla sevap kazanma imkânına sahip bulunmalarına karşılık Müslümanlara Kadir gecesinin verildiği belirtilir.

Ramazan’ı mübarek kılan en önemli unsurlardan biri de Kadir gecesidir. Bu geceye çok önem veren Rahmet Peygamberi (sav), Ramazan ayı içinde gizlenmiş olan Kadir gecesini “...Ramazan ayının son on günü içinde arayın!”[31] buyururdu.

Ramazan ayının son on günü veya yedi günü içindeki tek sayılı gecelerin Kadir gecesi olma ihtimalinden dolayı Peygamber Efendimiz (sav) de aile efradı ile birlikte 23., 25., 27. ve 29. geceleri uzun süre ibadet ederek geçirirdi.

Bir hadiste, inanarak ve mükafatını Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini ihya edenlerin geçmiş günahlarının affedileceği müjdelenmiştir.[32] Bir hadiste Resul-i Ekrem’in (sav) Kadir gecesinde, “Allahım! Sen affedicisin, affı seversin, beni de affet!” şeklinde dua edilmesini tavsiye ettiği belirtilir.[33]

Ayrıca Ramazan’ın son on gününe girildiğinde Hz. Peygamber’in (sav) dünyevi işlerden uzaklaşıp itikafa çekildiği, geceleri daha çok ibadet ve tefekkürle geçirdiği gibi ailesini de uyanık tuttuğu unutulmamalıdır.

   RAMAZAN BAYRAMI

Resulüllah (sav), bir aylık rahmet mevsimini ibadetle, taatle geçirmiş olmanın sevincini ashabıyla birlikte bayram ederek kutlardı. Bayramı tekbir ve tehlillerle karşılardı. O, bayram namazına gitmeden önce gusleder ve namazgâha giderken değişik bir yol izlerdi.

   SONUÇ

“(Habibim, ya Muhammed!) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, o hâlde bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı size bağışlasın!” Çünkü Allah, Gafur (çok bağışlayan)dır, Rahim (çok merhamet eden)dir.” ayetinde biz mü’minlere Resulullah’ın (sav) sünnetine ittiba etmemiz, tabi olmamız emredilmektedir. Bu hadisler ve nebevî uygulamalara takatimiz, vüs’atimiz elverdikçe sıkı sıkıya yapışarak Ramazan ayını en güzel bir şekilde ihya etmeyi yüce Rabbimizden temenniz ve niyaz ediyoruz.

Cenab-ı Allah bizleri; sünnet-i seniyyenin muhafazasına, müdafaasına, anlaşılmasına, ittibaına ve neşrine hizmet eden bahtiyar kullarından eylesin.

Yunus Emre’nin “Şol seni sevenlere, kıl şefaat anlara; mü’min olan tenlere, cansın ya Resulallah!” dediği gibi Yüce Rabbimiz bizleri, Resul-i Ekrem’in (sav) livaü’l-hamd sancağı altında toplananlardan, kevser havuzundan içenlerden ve şefaat-i kübrasına nail olanlardan eylesin. Âmin


[1] Ebû Dâvûd, Vitr, 23.

[2] Tirmizi, Deavat, 88.

[3] Tirmizi, Deavat, 64.

[4] Tirmizi, Kıyamet, 23.

[5] Müslim, Salat, 65.

[6] Tirmizî, Vitr, 21.

[7] Tirmizi, Deavat, 100.

[8] Tirmizi, Deavat, 101.

[9] İbn Mace, İkame, 25.

[10] Buhari, Savm, 6; Müslim, Sıyam, 203.

[11] İbn Mace, Sıyam, 21.

[12] Buhari, Savm, 2.

[13] Buhari, Savm, 3.

[14] Müslim, Sıyam, 164.

[15] Buhari, Salatü’t-Teravih, 1.

[16] Buhari, Savm, 20.

[17] Müslim, Sıyam, 46.

[18] İbn Mace, Sıyam, 23.

[19] İbn Mace, Sıyam, 48.

[20] Ebu Davud, Savm, 22.

[21] Tirmizi, Savm, 82.

[22] Buhari, Savm, 7.

[23] Müslim, Tevbe, 9.

[24]  Buhari, Deavat, 3.

[25] İbn Mace, Zühd, 30.

[26] Tirmizi, Deavat, 100.

[27] Müslim, Taharet, 16.

[28] Tirmizi, Deavat, 101.

[29] Buhari, Teheccüd, 19.

[30] Nesai, Mevakit, 35.

[31] Muvatta, İtikaf, 6.

[32] Buhari, Fazl-ü Leyleti’l-Kadr, 1.

[33] Tirmizi, Deavat, 84.


Yorum Yap

Yorumlar