Sekizinci Lema'da geçen ilgili kısmı sonuna kadar izah eder misiniz?
Ezcümle; ben menfî olarak İstanbul’a getirilmiştim. O zaman Meşîhat-ı İslâmiye dâiresinde bulunan Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de hizmet-i Kur’âniyeye çalıştığım için, o alâkadârlık cihetinden: “Meşîhat dâiresi ne haldedir?” diye sordum.
Bediüzzaman Hazretleri Abdulkadir Geylani Hazretlerinin dua ve himmetiyle meydana gelen kerametli bir hadiseyi şöyle anlatır: Hz. Üstad 1926 senesinin Nisan ayı sonlarında Van’dan İstanbul’a sürgün olarak getirilir. O günlerde Şeyhülislâmlık[1] dairesinde bulunan Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de[2] bir dönem Kur’ân’a hizmet etmek maksadıyla çalıştığı için Şeyhülislâmlık dairesinin son durumunu merak edip birine sorar.
Eyvâh! Öyle bir cevab aldım ki ‘ruhum, kalbim, fikrim titrediler ve ağladılar. Sorduğum adam dedi ki: “Yüzer sene envâr-ı Şerîatın mazharı olmuş olan o dâire, şimdi büyük kızların lisesi ve mel‘abegâhıdır.”
Hz. Üstad öyle üzücü bir cevap alır ki ruhunun, kalbinin ve fikrinin üzüntüden titreyip ağladıklarını söyler. Sorduğu şahıs der ki: Yüz sene İslâm’ın nurlarının yayılmasına ev sahipliği yapmış olan Meşihat dairesi, şimdi büyük kızların lise mektebi ve oyun yeri oldu, der. Gerçekten de 1827 senesinde Meşihat dairesine dönüştürülen bu yer, Cumhuriyet döneminde lağvedilip kaldırılmış ve boşaltılan binaların bir kısmı 1923 senesinde “İstanbul Kız Sultanisi” adı altında kız lisesine dönüştürülüp 1926 senesine kadar bu şekilde kullanılmıştır. Maalesef uzun bir süre Şeyhülislâmlık dairesi olarak hizmet veren o yapı, dönemin siyasî iktidarı tarafından İslâmî emirlere hiç de uygun olmayan tarzda kız çocuklarının İslâm ahlakından uzaklaştırıldığı bir liseye dönüştürülmüştür.
İşte o vakit, öyle bir hâlet-i rûhiyeye giriftâr oldum ki, dünya başıma yıkılmış gibi oldu. Kuvvetim yok, kerâmetim yok. Kemâl-i me’yûsiyetle “Ah! Vah!” diyerek, dergâh-ı İlâhîye müteveccih oldum. Ve benim gibi kalbleri yanan çok zâtların harâretli âh’ları, benim âh’ıma iltihâk ettiler. Hatırıma gelmiyor, acaba Şeyh-i Geylânî’nin duâsını ve himmetini duâmıza yardım için istedim mi istemedim mi? Bilmiyorum.
Hz. Üstad bu cevap üzerine öyle üzülür ki, sanki bütün dünya başına yıkılmış gibi bir hali ruhen hisseder. Bu durumu düzeltecek ne kuvvete ne de bir keramete sahip değildir. Tam bir ümitsizlik ve üzüntü hali içinde “Ah! Vah!” diyerek Allah’ın rahmet kapısına yönelip yakarışta bulunur. Kendisiyle birlikte Meşihat dairesinin kız lisesine dönüştürülmesinden dolayı kalpleri manen yanan ve sızlayan çok zatların yürek yangınlarının ve âhlarının kendi âhına katılarak manevi büyük bir yangına dönüştüğünü ifade eder. Hz. Üstad bu yakarışında Şeyh-i Geylânî Hazretlerinin duasını ve yardımını kendi dualarına yardım için isteyip istemediğini ise hatırlamamaktadır.
Fakat her halde o eskidenberi nûrlar yeri olmuş bir yeri, zulmetten kurtarmak için, bizim gibilerin âh’larını ateşlendiren onun duâsıdır ve himmetidir. İşte o gece Meşîhat kısmen yandı. Herkes “Vâh-esefâ!” dedi. Ben ve benim gibi yananlar “Elhamdülillâh!” dedik.
Hz. Üstad’ın kannati şudur ki, uzun zamandır iman ve Kur’ân nurlarının merkezi olmuş olan bir yeri manevi karanlıklardan yani haram ve günahlardan temizlemek için kendisinin ve diğer gönlü yanan, kalbi sızlayan zatların âhlarını ateşlendirip yangına dönüştüren, elbette Abdulkadir Geylani Hazretlerinin duası ve himmetidir.
Gerçekten de Hz. Üstad’ın bu yakarışının gecesinde (29 Nisan 1926 gecesi) Meşihat dairesinde bir yangın çıkar ve İstanbul Kız Lisesi tamamen yanar. O dönemde fakir olan milletin omuzlarına 400 milyon liralık bir zarar açan bu yangından sonra herkes üzüntüsünü dile getirirken, manen kalpleri yanan ve ciğerleri sızlayan Hz. Üstad ve O’nun gibi zatlar ise “Elhamdülillâh” diyerek Allah’a hamd ederler.
Zannederim ki, bu fakir millete iki yüz milyon lira zarar veren adliye dâiresindeki yangında da böyle bir ma‘nâ var. İnşâallâh bu da bir îkāz ve intibâhı verecektir. Ateş, bazen sudan ziyâde temizlik yapar.[3]
Bediüzzaman Hazretleri, Osmanlı zamanında Darülfünun[4] olarak yapılıp kısa bir süre üniversite olarak kullanılan bu bina, daha sonra Maliye, Adliye ve Vakıflar Bakanlıklarına devredilmiştir. Cumhuriyet döneminde İstanbul Adliye Binası’na dönüştürülen bu yapı, 3-4 Aralık 1933 gecesi yanmıştır. Bu yangının, o günün şartlarında zaten fakir olan bu millete iki yüz milyon liralık bir zarar verdiğini ve bu yangının da kız lisesindeki yangın gibi İlâhî bir ikaz olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman Hazretleri, inşallah bu yangının da gafletten ve yanlıştan vazgeçip uyanış vesilesi olacağını ümit etmektedir. Allah’ın yangın vesilesiyle verdiği bu İlâhî dersi ise şu veciz cümle ile ifade etmektedir: Ateş bazen sudan daha iyi temizlik yapar.
[1] Bâb-ı Meşîhat: Bâb-ı Fetvâ, Meşîhat Dairesi veya Şeyhülislâm Kapısı. Osmanlı Devleti'nde Şeyhülislâmların resmî dairelerine verilen isim. Günümüzde İstanbul Müftülüğü olarak kullanılan bina 19.yüzyılda “Fetvahane” olarak adlandırılıyordu. Meşîhat Dairesi çeşitli dairelerden meydana gelip sadece resmî bir daire değil aynı zamanda Osmanlı Devleti’ndeki pek çok ilmî, kazâî ve siyasî-idarî toplantı ve faaliyetler için de bir merkez olmuştur.
[2]Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye; 25 Şubat 1918’de kurulmuştur. Mûsâ Kâzım Efendi’nin şeyhülislâmlığı döneminde 13 Mayıs 1918’de Sultan Reşad’ın iradesiyle Takvîm-i Vekāyî‘de neşredilerek yürürlüğe girmiştir. Resmen açılışı 12 Ağustos 1918’de Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi tarafından yapılmıştır.
Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye’nin başlıca görevleri, halkın dinî konularda karşılaştığı çeşitli problemleri ilmî metotlarla halletmek üzere neşriyat yapmak, yabancıların sorduğu dinî sorulara komisyonlarda görüşülmek suretiyle resmen cevap vermekti. Osmanlı Devleti’nin karışıklıklar içinde bulunduğu ve Batı hayranlığının toplumun her kademesinden devlet müesseselerine kadar hâkim olduğu bir zamanda toplumun ahlâk ve inançlarını zararlı etkilerden korumak da yine bu müessesenin önemli görevlerindendi.
Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye’nin resmen tayin edilen ilk üyeleri şunlardır: Bedîüzzaman Said Nursi Efendi, Arapkirli Hüseyin Avni, Bergamalı Cevdet Efendi, Şevketî Efendi, Muhammed Hamdi Efendi, Şeyh Beşir Efendi (Halep mebusu), Şeyh Bedreddin Efendi, Haydarîzâde İbrâhim Efendi ve Mustafa Tevfik Efendi.
Bunların dışında başkâtipliğe Mehmed Âkif Ersoy Bey tayin edilmiştir. Dârü’l-hikme’nin reisliğine 27 Eylül 1918’de Kâmil Efendi tayin edilmiştir. Dârü’l-hikme’de daha sonra Mustafa Sabri Efendi, Mustafa Âsım, Mehmed Rebîî, Ahmed Râsim Avnî, İzmirli İsmail Hakkı, İzmirli Hâfız İsmail, Ermenekli Mustafa Saffet, Hüseyin Kâmil, Ferid (Kam), Ahmed Şiranî gibi birçok kişi üye olarak görev almıştır.
Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye’de görev alanlar azil, tayin ve istifalar, ayrıca vefat edenler de dahil olmak üzere toplam yirmi sekiz kişidir. Kurum dokuz üye ve bir başkandan teşekkül ediyordu. Tayin edilecek kişilerde, teşkilâtın üçer kişiden oluşan fıkıh, kelâm ve ahlâk komisyonlarında görev alabilecek yeterli ilmî kariyer aranıyordu. Komisyonlar kendilerine havale edilen konuları müzakere eder, karara bağlar ve komisyon görüşü olarak kaleme alıp yayımlardı. Bunlar kuruluşun yayın organı olan Cerîde-i İlmiyye’de neşredildiği gibi üyeler ve bazı ilim adamları mecmuada ilmî ve fikrî yazılar da kaleme almaktaydılar.
Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye çalışmalarını sürdürürken 1922 yılında, Elmalılı Muhammed Hamdi ve Mehmed Âkif başta olmak üzere bazı üyelerin Anadolu’ya geçip Ankara’da görev almaları üzerine dağılmış, 21 Ekim 1922’de yapılan son toplantı ile ilmî faaliyetlerine son verilmiştir. (TDV)
[4]Eski Darülfünun binası, ilk Osmanlı üniversitesine hizmet etmek üzere 1846-1863 yılları arasında İstanbul’un Sultanahmet semtinde Mimar Fossati tarafından saray üslubunda inşa edilmiştir. Üniversite binası olarak inşa edilen yapı, 1863’de çok kısa bir süre üniversite dersleri için kullanıldıktan sonra Maliye, Adliye, Evkaf (vakıflar) nezaretlerine (bakanlıklarına) devredilmiştir. 1877-1878 yıllarında Birinci ve İkinci Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na ev sahipliği etmiş, Meşrutiyet’in yeniden ilanından sonra yine Meclis-i Mebusan’a tahsis edilen bina son olarak Adliye Sarayı olarak kullanılmıştır. İstanbul Adliyesi olarak kullanılan tarihi yapı, 3-4 Aralık 1933 gecesinde çıkan yangın sonucu yıkılmıştır.