Sekizinci Lema’da geçen İkinci Remzi sonuna kadar izah eder misiniz?
“İkinci Remiz: مُر۪يد۪ٓي اِذَا مَا كَانَ شَرْقًا وَمَغْرِبًا ٭ اَغِثْهُ اِذَا مَا سَارَ ف۪ٓي اَيِّ بَلْدَةٍ fıkrasında bahsettiği ve konuştuğu mürîdinin şarka esâreten gittiği tarihi gösterdiği gibi, garba nefiy olunduğu tarihi de gösteriyor.
(Bu 2. Remiz’deki izahlar da Hz. Üstad’ın kendisine aittir.)
“Müridim şarkta ve garpda olduğu zaman; Herhangi bir yere gittiğinde ona yardım ederim.” fıkrası; Abdulkadir Geylani Hazretlerinin beyitlerinde kendisiyle konuştuğu ve kendisinden detaylı olarak haber verdiği müridinin (Bediüzzaman Hz.) esir olarak doğuya (Rusya) ve sürgün olarak batıya yani Anadolu’nun farklı vilayetlerine gönderildiği tarihleri göstermektedir.
Şöyle ki: Şu fıkranın hakîkî ta‘bîri اِذَا مَا كَانَ مُر۪يد۪ٓي اَس۪يرًا ف۪ي شَرْقٍ oluyor. Demek zaman-ı esâret مَا كَانَ مُر۪يد۪ٓي اَس۪يرًا ف۪ي شَرْقٍ de çıkıyor. Ve bin üç yüz otuz yedi (m. 1918) ediyor.
Şöyle ki: Bu cümlenin hakiki tabiri اِذَا مَا كَانَ مُر۪يد۪ٓي اَس۪يرًا ف۪ي شَرْقٍ (Müridim şarkta (doğuda) esir olduğu zaman) olmaktadır. Demek Hz. Üstad’ın Rusya’da yaklaşık üç sene esir olarak kaldığı dönem, bu cümlede çıkmakta ve miladî 1918 (h. 1337) tarihini göstermektedir.
İşte bu fakir, o târîh-i Arabîde Rus esâretinden, tek başımla Petroğrad’dan bir ay şimâl-i şark tarafından firar edip, çok envâ‘-ı mehâlik varken, Rusça bilmediğim halde bir muhâfaza-i gaybî altında pek çok bilâdı seyir ve seyahat ettim. Tâ Varşova ve Avusturya tarîkiyle İstanbul’a geldim. Uzun bir dâire-i arzda seyahat ettim.
7 Kasım 1917’de başlayan Bolşevik İhtilâli, Rusya’yı altüst eden büyük bir karışıklığa sebep olmuş ve Çarlık rejimi yıkılmıştı. Ancak yeni rejimin ülke çapında disiplini sağlaması zaman alacaktı. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, yaklaşık iki buçuk-üç senelik bir esaretin sonunda, ihtilâlin sebep olduğu bu karışıklıktan istifade ederek, 1918 senesinin baharında tek başına Kosturma’dan firar etmiştir. Yaklaşık üç ay süren bu yolculuğunda, Allah’ın izniyle, pek kolay bir şekilde Kosturma’dan, bir aylık mesafedeki Baltık Denizi kıyısındaki Petersburg’a geçerek, oradan da Polonya’nın başkenti Varşova’ya ulaşmıştır. Buradan Avusturya’nın başkenti Viyana’ya geçmiş ve oradan da Bulgaristan’ın başkenti Sofya üzerinden trenle İstanbul’a gelmiştir.
Hz. Üstad bu firarını daha sonra farklı bir risalesinde[1] de anlatmaktadır. O Risalede özetle şöyle der: Yayan gidilse bir senelik bir mesafede, tek başıma, Rusça bilmediğim halde firar edip kurtulmam, ancak aczime ve zaafıma binaen Allah’ın yardımı ile olmuştur. Rusça bilen en cesur ve en kurnaz adamların dahi firar etmeyi başaramadıkları bir ortamda, çok kolay bir tarzda o uzun mesafeden firar etmem, ancak Allah’ın yardım ve inayetiyle meydana gelmiştir.
Hazret-i Gavs’ın dediği gibi, o esâret-i şarkiyede ve o seyr-i bilâd-ı kesîre içinde izn-i İlâhî ile istigāseme meded görüyordum. Demek izn-i İlâhî ile, Hazret-i Gavs melek gibi bu vazîfeyi duâsıyla yapmış.
Bediüzzaman Hazretleri mana olarak şöyle devam etmektedir: Gerçekten de Hz. Gavs’ın (ks) dediği gibi gerek Rusya’da esir kampında iken gerekse oradan firar edip çok şehirlerden geçerek seyahat ettiğim zorlu yolculuğumda, Allah’ın izniyle, yardım taleplerim karşılıksız kalmıyor ve bana harika bir surette yardım ediliyordu. Demek Allah’ın izni ile Abdulkadir Geylani Hazretleri, duasıyla âdetâ koruyucu bir melek gibi beni koruma vazifesini yapmış.
Hz. Üstad’ın burada bahsettiği manevi yardımın nasıl olduğu hakkında talebelerinin bildirdiğine göre; Hazret-i Hamza (ra) ve Şeyh Abdulkadir-i Geylanî Hazretlerinin ruhaniyetleri Bediüzzaman Hazretlerinin yanına gelip Rusya’dan kaçışı sırasında kendisine yardımcı olmuşlardır.[2]
Ama مَا كَانَ مَغْرِبًا kaydı, Rûmî tarihi olarak bin üç yüz elli bir (m. 1935) eder. Arabî tarihiyle iki sene fark eder. İşte -Hazret-i Gavs’ın dediği gibi- bu fakir, tarîh-i Arabî ile bin üç yüz elli birde (m. 1932), şeâir-i İslâm içinde mühim tahavvülât zamanında, bütün kuvvetimle şeâirin muhâfazasına hizmetle mükellef olduğum halde, o ma‘nevî herc ü merc içindeki fırtınalar bizi sarsamadı.
Bediüzzaman Hazretleri mana olarak şöyle devam etmektedir:
مَا كَانَ مَغْرِبًا (Garpta (batıda) olduğunda) ifadesi, Rumî tarihe göre (r.1351) olsa miladî 1935 tarihine işaret ettiği gibi, Arabî tarih ile olsa (h. 1351) o zaman miladî 1932 senesini göstermektedir. Hazret-i Gavs’ın (ks) işaret ettiği tarihte (1932); Ezan Türkçeleştirilmiş, harf inkilâbı ile İslâm yazısı yasaklanmış, Kur’ân eğitim ve öğretimi engellenmiş, İslâmi kanunlar batılı kanunlarla değiştirilmiş ve sarık ve çarşaf başta olmak üzere İslâmî kılık-kıyafet yasaklanmıştır. Bunların yerlerine bid’at denilen ve İslâm’da yeri olmayan yeni uygulamalar getirilmiş ve daha pek çok İslâmiyet alâmeti (şeâir-i İslâmiye) o günkü hükümet eliyle yasaklanmıştır.
Tam da Abdulkadir Geylani Hazretlerinin haber verdiği 1932 senesinde Barla’da olan Hz. Üstad, bütün kuvvetiyle İslâmiyet alâmetleri olan şeâir-i İslâmiyeyi muhafaza etmeye çalışmıştır. Bu uğurda Risaleler te’lif edip talebeler yetiştirmiştir. Her türlü baskı ve hücumlara rağmen Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez bir güneş hükmünde olduğunu bütün kuvvetiyle haykırmıştır. Te’lif ettiği Risalelerinde Kur’ân’ın hakikatlerini izah ve İslâmiyet alâmetlerini muhafaza etmiştir. Şiddetli esen manevi fırtınalar, baskılar, zulümler, hapisler ve su-i kastlar; ne Hz. Üstad’ı ne de kahraman Nur Talebelerini kesinlikle sarsmamış, hususi bir koruma altında Allah’ın yardımıyla hizmetlerini yapmışlardır.
Hem مَغْرِبًا kelimesi, âhirdeki tenvîn ile beraber bin iki yüz doksan iki (m. 1876) eder ki, bu fakirin dünyaya gelmesinden bir sene evveline veyahud rahm-i mâderdeki tarihe işaret etmekle beraber
مَغْرِبًا (Batıda) kelimesi, sonundaki tenvinle beraber Rumî 1292 (m. 1876) eder ki, Bediüzzaman Hazretlerinin dünyaya gelmesinden bir sene öncesine veya muhterem annesinin kendisine hamile olduğu tarihe işaret etmektedir.
كَانَ مَغْرِبًا bin üç yüz on dört eder. Bin üç yüz on dört (m. 1896) senelerinde mevzû‘-u bahis olan mürîdi mühim vartadan kurtulmasına Gavs işaret ediyor. “Onun imdâdına yetiştim” diyor.
كَانَ مَغْرِبًا (Batıda idi) kelimesi ebced olarak Hicrî 1314 (m. 1896) tarihini göstermektedir. 1896 tarihi, Hazret-i Gavs’ın (ks) müridim deyip iltifat ettiği zatın (Hz. Üstad), çok büyük bir tehlikeden kurtulduğu tarihe işaret etmektedir. Abdulkadir Geylani Hazretleri bu tarihte müridi için; “Onun imdâdına yetiştim” demektedir.
Hayatta olan eski talebelerim biliyorlar ki, bin üç yüz on dört (m. 1896), bin üç yüz on beş (m. 1897) veya bin üç yüz on altı (m. 1898) senelerinde Van Kal‘ası ki, iki minâre yüksekliğinde dağ gibi sırf yekpâre bir taştan ibârettir. Oradaki eskiden kalma oda gibi bir in kapısına gidiyorduk. Ayağımdan kunduralar kaydı, iki ayağım birden kaydı. Tehlike yüzde yüz idi. Başkaca nokta-i istinâd kalmadığı halde, büyük bir istinâda basmış gibi üç metrelik bir kavisle o mağaranın kapısına atılmışım. Hem ben, hem beraberimde orada hazır olan arkadaşlarım bu hâli, ecel gelmediği için sırf bir hıfz-ı İlâhî ve hârika bir imdâd-ı gaybî telakkî ettik.
Hazret-i Üstad, Abdulkadir Geylani Hazretlerinin tasarruf ve yardımını gördüğü başka bir hadiseyi şöyle anlatır: “Hayatta olan eski talebelerim bilirler ki; h. 1314 senesinde (m. 1896) iki minare yüksekliğinde tek parça taştan ibaret olan Van Kalesi’ndeki oda gibi bir mağaraya giriyorduk. Ayağımdaki kunduralar kayınca iki ayağım birden kaydı. Tehlikenin yüzde yüz olduğu bir durumda, hiçbir yardım alabileceğim yer yokken sanki sert bir yere basarak destek almış gibi üç metrelik bir kavisle mağaranın kapısına atıldım. Hem ben hem talebelerim bu durumu, ecelim gelmediği için Allah’ın bir koruması ve gaybî yardımı olarak kabul ettik.”
Burada Bediüzzaman Hazretleri, 1896-97-98 senelerinde başından geçen hayret verici bu hadisede, Van’ın meşhur kalesinden aşağı düştüğü halde çok farklı bir şekilde ölümden kurtulmasının Allah’ın yardımı ve koruması ile olduğunu anlatmaktadır.[3]
İşte Hazret-i Gavs, madem bu kasîdesinde sergüzeşt-i hayatımın mühim noktalarına işaret ediyor. Elbette bu acîb ve en tehlikeli bir sergüzeşt-i hayatıma bu cümlesiyle işaret ediyor denilebilir.[4]
Bediüzzaman Hazretleri mana olarak şöyle devam ediyor: Madem Abdulkadir Geylani Hazretleri bu kasîdesinde hayatımdaki mühim hadiselere tam tarihleriyle işaret ediyor. Elbette hayatımdaki en tehlikeli ve acayip hadiseye de (Van Kalesi’nden düşme hadisesi), tarihiyle birlikte bu cümlesiyle işaret ettiği anlaşılmaktadır.
Evet bu ifadelerden anlaşılıyor ki; Bediüzzaman Hazretleri Van’da 1896-97-98 senelerinde Allah’ın izniyle Şeyh Geylanî Hazretlerinin himmet ve duasıyla hayatî bir tehlikeden korunmuş ve muhafaza edilmiştir.
Elhâsıl: Hazret-i Gavs mezkûr kelimâtlarıyla, bu fakirin târîh-i hayatımda geçen en mühim noktaları ma‘nâsıyla ifade ettiği gibi, hesâb-ı ebced makamıyla da mühim noktaların târîh-i vukū‘larına tevâfukları, elbette tesâdüfî değildir ve tesâdüf işi olamaz. Sâir işârâtın kuvveti ve kat‘iyeti, tesâdüfü muhâl derecesine getirmiştir.
Sonuç olarak Hz. Üstad mana itibariyle şöyle demektedir: “Abdulkadir Geylani Hazretleri, buraya kadar izah ettiğimiz cümleleriyle bu fakir Said’in hayatındaki en önemli noktaları ve hadiseleri hem mana olarak hem de tarihleriyle ifade etmektedir. Elbette benim hayatımda, Hz. Gavs’ın (ks) tarihiyle birlikte işaret edip haber verdiği önemli hadiselerin, aynen dediği tarzda meydana gelmesi ve birebir tevafuk edip tarih ve hadise olarak uygun düşmesi, kesinlikle bir rastlantı ve tesadüf işi olamaz. Zira bu risalenin başından itibaren ortaya konan kuvvetli ve kesin işaretler, tesadüf ve rastlantı ihtimalini imkânsız kılmaktadır.”
Madem bu beş satır kasîdesi bir kerâmettir; kerâmet ise mu‘cize gibi Cenâb-ı Hakk tarafındandır; intâk-ı bilhak nev‘indendir, daha beyân etmediğimiz çok esrârı hâvîdir. İhtiyâr-ı beşer yetişemez.
“Madem Abdulkadir Geylani Hazretlerinin bu beş satırlık kasîdesi apaçık bir keramettir. Yani tıpkı mucize gibi Allah’ın bir ikramı ve hediyesi olarak olağanüstü bir haldir. Demek Hz. Gavs’ın (ks) bu beyitlerindeki sözleri, Cenâb-ı Hakk’ın konuşturmasından ve söyletmesinden ibarettir. Kendi düşünce ve görüşleri değildir. Öyleyse bu beyitler içinde burada açıklanmamış çok sırlar ve derin manalar vardır. Öyle ki, insanın irade ve anlayışı o sırlara yetişemez.”
[1] Bediüzzaman, Osmanlıca Lem’alar, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 244
[2] Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, 1. cild, s. 176
[3] Bediüzzaman Hazretlerinin ayakları kayarak boşluğa düştüğü halde üç metrelik bir kavis çizerek o mağaranın kapısına düşmesi, maddi hiçbir imkân ve sebeple izahı mümkün olmayan ancak ilâhî bir korumadır. Van Kalesi’ni, o mağarayı ve Üstad’ın ayağının kaydığı noktayı görenler bilirler ki; kale duvarındaki o mağaraya yandan doğru giden incecik keçi yolu gibi kayadan oyulmuş bir yolu vardır. Eski talebelerinden Vanlı Ali Çavuş’un ve Üstad’ın kardeşi Abdulmecid Nursi’nin anlattıklarına göre; o zamanlar talebeler bu mağaraya giderlerken, bu yandaki yoldan giderlermiş. Bediüzzaman Hazretleri ise, mağaranın üstünden ve tepesinden direk mağaraya inermiş. İşte kaleden düşme hadisesi, âdeti olduğu üzere mağaranın tepesinden aşağı inerken gerçekleşmiştir. İnerken ayakları kaymış ve düşmüş. Lâkin kalenin dibine düşmesi gerekirken, üç metrelik bir kavis çizerek mağaranın kapısına düşmüş. Olayı gören şahitlerden Ali Çavuş’un ifadesine göre düşerken “Ya Gavs-ı Geylanî” diye bağırmıştır. Kardeşi Abdulmecid Efendi’nin beyanına göre ise, “Ah davam” diye bağırmıştır. Bu sözlerin ikisinin de söylenmiş olması ve iki şahidin bunlardan sadece birini nakletmiş olması da ihtimal dahilindedir. (Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, 1. cild, s. 86)
[4] Bediüzzaman, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Hayrat Neşriyat, Isparta 2015, s. 155-156