Bazıları şefaati inkar ediyorlar? Şefaatin hak olduğunu nasıl izah edebiliriz?
Şefaatin kelime manası:
Şefaat lügatte, yardım, dilek, aracılık yapmak manalarına gelmektedir. Kamus-u Muhitin mütercimi Asım Efendi şöyle der: Müellifin Basair’de beyanına göre, bir kimseye nasır ve muin, yahut ondan sail ve talip olarak mukarenet ve inzimam manasına olup, badehu mücrim veya muhtaç hakkında dilek eylemekte isti’mal olundu.
Tarifat’ın izahı ise şöyle: “Şefaat, hakkında cinayet –büyük bir cürüm- vuku bulan günahların affını istemektir”.
Dinimizde şefaat, daha çok peygamberimizin mahşerde ümmetinin affı için Cenab-ı Hak’dan dilekte bulunması, dua etmesi anlamına gelmektedir.
Şefaati İnkar Edenler:
Bilindiği kadarıyla İslam tarihinde, “mahşer gününde Peygamberimiz asv’ın (veya diğer peygamberlerin) ümmetine şefaat edeceğini” inkâr eden tek fırka mutezile fırkasıdır. Ehlisünnet alimleri pek çok akli ve nakli delillerle, sapık mutezile fırkasının bu düşüncesini çürütmüş ve onları susturmuştu. Günümüzde de mutezile fırkasına benzer tarzda şefaatı inkâr eden veya bunların tesirinde kalarak çoklukla “şefaat hak mıdır?” diye soranlara rastlıyoruz. Burada şefaatin hak olduğuna dair, ayet ve hadisleri zikrederek, konuya açıklık getirmeye çalışalım.
Mahşer yerinde şefaat:
Mahşer meydanında toplanacak insanları üç kısma ayırabiliriz. Kafirler, günahları çok olup, muvakkat da olsa cehennemi hak etmiş olanlar, sevapları çok olup cenneti hak etmiş olanlar.
Kafirler küfürlerinden dolayı affa müstehak değillerdir. Onlar affedilmeyecek, onlara kimse şefaat da etmeyecektir. Şefaatı reddeden bazı ayetler vardır ve bu ayetler ehli küfre yöneliktir. (Mesela şu ayet: “Şefaatçilerin şefaati onlara (kafirlere) fayda vermez.” Müddessir: 48)
Sevapları çok olup, cenneti hak etmiş olanlara gelince, zaten onların şefaate ihtiyaçları yoktur.
Günahları çok olup, cehenneme girebilecek kimselere gelince, Kur’ân’da ve pek çok hadislerde, bu insanların bir kısmına, peygamberimizin –veya başka peygamberlerin- affedilmeleri için aracı olacağına (yani şefaat edeceğine) dair ifadeler vardır.
Burada ilkönce şefaate delil olacak ayetleri zikredelim:
1. O gün, Rahmanın katında söz ve izin alandan başkası şefaat edemeyecektir. Meryem: 87
2. O gün Rahmanın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez. Taha: 109
3. Allah’ın huzurunda O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati fayda vermez. Sebe: 23
4. “İzni olmadan O’nun huzurunda kim şefaat edebilir?”. Bakara: 255
5. O’nun izni olmadan hiç bir kimse şefaat edemez. Yunus: 3
6. O’ndan başka taptıkları ilahlar (kimseye) şefaat edemezler; ancak (Allah’ı) bilerek şahitlik edenler müstesna. Zuhruf: 86 (Burada istisna edilenler İsa ve Üzeyr as ile meleklerdir.)
7. Göklerde nice melekler vardır ki, Allah, dilediği ve razı olduğu kimse için (şefaate) izin vermedikçe, onların şefaatleri hiçbir fayda vermez. Necm: 26
8. Onlar (melekler) O’nun razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler ve O’nun heybetinden korkarlar. Enbiya 28
Buraya kadar sıraladığımız ayetlerde, “şefaat olmayacak” denilmiyor. Ancak “Allah’ın izin verdiği, razı olduğu kimseler şefaat edecek” deniliyor.
Peygamberimiz ve şefaat:
Nisa suresinin 64. ayetinde şöyle buyrulur:
“Eğer onlar (günah işleyerek) nefislerine zulmettikleri zaman sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve peygamber de onlar için mağfiret dileseydi, Allah'ı, tevvab ve rahîm (tevbeleri çok kabul edici ve merhamet sahibi) bulurlardı.
Muhammed suresinin 19. ayetinde de şöyle buyrulur: “(Ey Muhammed!) Hem kendi günahın için, hem de mümin erkek ve mümin kadınlar için Allah’dan mağfiret dile.”
Peygamberimize “mağfiret dile” diyerek yapılan emir, onun duasının kabul edileceğine işarettir. Çünkü Allah hem “mağfiret dile” deyip, hem de kabul etmezlik yapmaz. Bu mağfiret isteği dünyada veya ahirette olsa fark etmez. Bunu “yalnızca dünyadaki duadır” demek de delilsiz bir iddiadır ve yanlıştır.
Peygamberlerin mahşerde şefaatlerinden kasıt, onların ümmetlerinin affı için aracı olmaları, dua etmeleridir. Zaten şefaat kelimesinin dua ve aracı olmak manalarına geldiğini yukarda zikretmiştik. “Peygamberler, mahşer yerinde dua edemezler” demek delilsiz bir iddiadır. Üstelik ayet ve hadislere de muhalif olduğundan tehlikelidir. Maide suresinin sonunda İsa as’ın mahşerde şöyle diyeceği zikredilir “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onlara mağfiret edersen, şüphe yok ki azîz ve hakîm olan ancak sensin.” (Maide: 118). Bu ifadeler bir duadır. İsa as dua ediyorsa alemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed as’ın da, ondan daha geniş ve şümullü, ümmetinin affı için dua etmesi ve bu duanın kabulü de inkâr edilmemelidir. Zaten “Umulur ki Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a (övülecek bir makama) ulaştırır.” (Isra: 79) ayetini alimler şefaat olarak tefsir etmişlerdir. İmam Suyuti “Ed-Dürrül Mensur” adlı tefsirinde “Makam-ı Mahmud”un şefaat-ı uzma olduğuna dair yirmi hadisi şerif zikretmiştir. (c.5.s.324)
Şefaat hakkındaki hadisler:
Peygamberimizin kıyamet günü şefaat edeceğine dair hadisleri, Buhari, Müslim, başta olmak üzere, pek çok hadis alimi rivayet etmiştir. İslam aleminde en geniş hadis koleksiyonu olarak kabul edilen, Kenzül Ummal’in 14. cildinin (390- 415) ve (628 – 640) sayfaları arası, şefaate dair hadislerle doludur. Ve hadislerin toplamı (86) adeddir. Bu 86 hadisin toplamı, kalbinde iman ve insaf olan herkese bir kanaat verecek mahiyettedir.
Kettani mütevatir hadisleri topladığı “Nazmül Mütenasir Fil Ehadisil Mütevatir” adlı kitabında, peygamberimiz asv’ın “Her peygamberin Allah katında makbul bir duası vardır. Her peygamber duasını dünyada yaptı. Ben ise duamı kıyamette ümmetime şefaat için sakladım” hadisinin “Ebu Hureyre, Enes, Cabir, Abdullah b. Amr, Ubade b. Samit, Ebu Said El-Hudri, Abdurrahman b. Ebi Ukayl” tarafından sahih olarak rivayet edildiğini ve bu hadisin mütevatir olduğunu söyler. Ayrıca mahşer yerinin dehşetinde, insanların peygamberlere müracaatı ve sonunda peygamberimize gelip şefaat dileğinde bulunmalarıyla ilgili meşhur hadis 12 sahabeden nakledilmiş, mütevatir bir hadistir. Bu mevzuda tafsilat için Kettani’nin mezkur kitabına müracaat edilebilir.
Kur’an’ı tefsir ederken Kur’ân’ı Kur’ân’la, daha sonra hadisle, daha sonra sahabe sözüyle tefsir etmek, bütün alimlerin kabul ettiği bir usuldür. Kur’ân ayetlerini, sahih hadislere müracaat etmeden veya onlara muhalefet ederek tefsir etmek dalalettir.
Hülasa; buraya kadar zikrettiğimiz ayetler ve hadisler Allahın razı olduğu ve izin verdiği kimselerin mahşer yerinde şefaat edeceklerini apaçık bir şekilde ortaya koyuyor.
Kur’ân’da umumilik ve hususilik:
Şefaatı inkâr edenlerin bir kısmı, bazı ayetleri yanlış anladıkları için şefaati inkâr ediyorlar. Onların yanlış anladıkları ayetlere geçmeden önce, Kur’ân’ı doğru anlamak için, Kur’an’ın anlatım tekniklerinden birine dikkat çekmek istiyoruz:
Kur’an’ın bazı ifadeleri vardır ki, zahiren umumilik ifade ederse de, hakikatte onların istisnaları veya tahsis edilen durumları vardır. Umumi olan bir hüküm bazen başka bir ayetle veya hadislerle tahsis edilir, hususileştirilir. (Fakat bir delil olmadan da tahsise gidilmez.) Bunu bilmeyenler o ayetlerden yola çıkarak yanlış hüküm verirler ve sapıtırlar. Üstelik onların fikirlerini kabul etmeyenleri sapıklıkla suçlarlar. (Bu şefaat konusunda olduğu gibi.)
Mesela Kur’ân’ın pek çok ayet “Zekat verin” şeklindedir. Zekat emri zahiren bütün müslümanlara yönelik umumi bir emir iken, hakikatte yalnızca zenginlere yönelik hususi bir emirdir. Keza Ali İmran 97. ayeti şöyledir: “Yoluna (oraya gitmeye) gücü yeten bir kimsenin Kabe’yi haccetmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır.” Burada “İnsan” kelimesi umumidir. Halbuki çocuklar ve deliler de insan oldukları halde, onlar müstesnadır.
Maide suresi 38. ayette “Hırsız erkek ve hırsız kadının elini kesin” ayeti umumidir. Bu ifadenin zahirine göre yumurta çalanın da elini kesmek gerekir. Halbuki hadislerin ifadesiyle bu umumi ifade “belli bir miktarla” tahsis edilmiştir.
Bakara suresinin 173 ayetinde “Meyte” yani “ölü hayvan eti”nin haram kılındığı belirtilir. Balık eti bu ayete göre haram olmalıydı. Halbuki hadisi şerifler balık etinin caiz olduğunu belirterek ayeti tahsis etmiştir.
Boşanmış kadınların 3 hayız müddeti beklemesini emreden Bakara 228 ayeti umumi iken, Ahzab 49 ayeti nikahlanılan fakat kendileriyle zifafa girilmeyen kadınların iddet beklemeyeceğini ifade etmekle umumi ifadeyi tahsis etmiştir.
Kur’ân’ın bir yerde umumi zikrettiği, fakat bunun hemen ardından veya başka bir yerde tahsis ettiği ayetlere dair usulü fıkıh kitaplarında pek çok örnek vardır.
Burada üzerinde durduğumuz şefaat konusu da, bazı ayetlerde umumi olarak reddedilmiştir. Fakat bu ayetler zahiren umumi ise de, onun da istisnai, hususi durumları vardır. Yukarda zikrettiğimiz ayetler şefaatı umumi olarak nefyeden ayetleri “ancak Allahın izin verdikleri müstesna” ifadeleriyle tahsis etmektedir. (Taha suresinin 109. ayeti şöyle “O gün Rahmanın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.”)
Şefaatı inkâr edenler şu ayeti bize delil olarak sunacaklardır. “Ey iman edenler! İçinde ne bir alış-veriş, ne bir dostluk ne de bir şefaat bulunan bir gün gelmeden önce, sizi rızıklandırdığımız şeylerden (Allah yolunda) sarf edin. Kafirler zalimlerin ta kendileridir. (Bakara: 254)
Halbuki bu ayet devamındaki 255. ayetteki “İzni olmadan O’nun huzurunda kim şefaat edebilir?” ayetiyle tahsis edilmiştir. Yani ayet (Allah’ın izni olmadan şefaat yok) manasındadır.
Buna benzer ayetleri de hep bu ölçüye göre değerlendirmek gerekir.